Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) en temel ilkelerinden biri olan Türkiye’nin çok kimlikli yapısının anayasal anlamda tanınması, özellikle Kürt kimliğinin, Kürt halkının temel haklarının ve dilinin siyasal alanda öz tanım talebi, Türk milliyetçilerinin bir numaralı hedefi haline gelmiştir. Çok kültürlü, çok kimlikli ve çok dilli bir Türkiye’yi savunmak ve mevcut sistemi eleştirmek ve demokratik bir Türkiye için alternatif bir yasal sistem önermek, DEM’i ve geniş anlamda çizgisinden doğan siyasal ideolojiyi kriminalize etme ve hatta ‘terörist’ damgası vurmaya kadar varmıştır. Bir diğer önemli boyut da legal siyaseti, Kürt milliyetçiliği “Batı’nın partisi olmak, Kürt halkının mücadelesine sahip çıkmamak” algısı üzerinden yıpratma çabasıdır. Tabanın, özellikle Kürtlerin desteğini kırmak için egemen basının algı manipülasyonları ve siyasi manevralarla egemen sisteme yakın siyasi oluşumlar alternatif olarak servis edilmektedir.
Mevcut sistemi eleştiren siyasi parti ya da gruplar elbette DEM Parti ile sınırlı değil. Ancak, DEM’i farklı kılan demokratik Türkiye için yeniden yapılanma yolunda, öz temsile dayalı en başından alarak alternatif çözümler üretmesidir. Geçen genel seçimler öncesinde ne hükümet ittifakı ne de muhalefet ittifakı birbirlerine muhalefetin ötesine geçemezken, sonrasında partiler arası üye geçişleri ve birbirlerine destek trafiği bilindik siyasi anlayışlarını bir kez daha kanıtlamıştır. DEM’in “herkes için demokrasi” ilkesine dayalı önerdiği alternatif çözüm önerisi mevcut sistemdeki siyasi gruplar ve kutuplarla olan farkını bir kez daha ortaya koymuştur. İttifaklarla Türkiye siyasetinde iki kutbun olduğu açıktır ancak bu kutuplaşma demokrasi adına yeni bir yönetim anlayışından ziyade, yönetimde kalma ve yönetimi ele geçirme mücadelesi olarak şekillenmiştir. DEM de bu alışılagelmiş siyasi çizginin dışında kaldığından ve kendi özgün çizgisiyle Türkiye’deki üçüncü büyük siyasi parti kimliğiyle hem iktidarın hem de muhalefetin hala hedefi konumundadır.
Bu noktada, temsiliyetin önüne barajlar konulan bir demokraside, DEM Parti’nin takip ettiği siyasi geleneğin sadece hükümete karşı değil muhalefete karşı da tehdit olarak algılanması şaşırtıcı olmamalıdır. DEM Parti seçim barajını aşarak demokrasi anlamında bir engeli geride bıraksa da siyasetteki demokrasi eksikliğiyle hala mücadele etmektedir.
Günümüzde Batı’da eleştirilen iki kutuplu merkez sağ ve merkez sol demokrasi modelinden yola çıkılarak, Tarık Ali “Aşırı Merkez: Bir Uyarı” kitabında, “merkez sol ve merkez sağın statükoyu korumak için işbirliği yaptığı” ana akım siyaseti ve onun tedarikçilerini eleştirir. Ali buna, “siyasi partileri yaşayan ölüler konumuna indiren bir sermaye diktatörlüğü” diyor. Tarık Ali bu eleştiriyi Batı demokrasileri, özellikle Britanya üzerinden yapmış olsa da, muhalefetin yönetimi değiştirmeye ya da hükümetin partisine indirgediği, özellikle son yıllarda oluşan Türkiye’deki siyasi atmosfer üzerinden konuşulabilecek bir kavram olduğu kanaatindeyim.
Tarık Ali, bu sistem eleştirisini yaparken umudun hala olduğunun da vurgusunu yapar. Bu atalete rağmen Ali, Latin Amerika’nın Bolivarcı devrimlerinde ve Avrupa’nın kenarlarında umut vaat eden alternatif gelecekler arayışı olduğunu vurgular. 2008 krizinden doğan İskoçya, Yunanistan ve İspanya’da yükselen sol partilerin, demokrasi için yeni umutlar sunduğunu iddia eder. İlginçtir ki Tarık Ali’nin bu tespiti HDP’nin meclise girdiği yıla tekabül etmektedir. Her ne kadar Ali, Türkiye üzerinden tespit yapmasa da DEM Parti’nin Türkiye siyasetindeki yeri, tanımladığı ‘Aşırı Merkez’in dışında sadece hükümete muhalefet değil, önerdiği ve savunduğu alternatif çözümlerden gelmektedir.
Legal siyaset yapan, Türkiye halklarıyla birlikte Kürt siyasi hareketini temsil eden önceki partiler gibi DEM Parti’yi tanımlama, sorgulama ve değersizleştirme propagandası Türkiye’de siyasi alanı meşgul eden en önemli gündemlerden biri haline gelmiştir. Bir diğer önemli özelliği de ısrarla liderler üzerinden tanımlanmaya çalışılmasına rağmen DEM’in parti olarak tek adam liderliğinden öte, parti olarak bir duruş ve kimliği olduğunu da kanıtlamıştır. Sadece Türkiye demokrasisinde değil, DEM’in önerdiği ve savunduğu demokratik ilkeler yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, eş başkanlık, kadın hareketi ve demokratik sürece aktif katılım dünya genelinde de demokrasinin uygulanabilirliği açısından hayati öneme sahiptir.
DEM Parti’nin sorgusuz sualsiz herhangi bir ittifaka tabi olması mümkün olmayacağı artık açıktır. Bazı çevreler her seçim döneminde bu spekülasyonlara girse de gerek tabanı gerekse DEM Parti kadrosu siyasi bilinç, irade ve gerekli vasıflarıyla Türkiye siyasetinin ortalamasının üstündedir. Türkiye halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinde tabandan gelen, sistem eleştirisi yapan, alternatif ve bütüncül çözümler öneren, Tarık Ali’nin deyimiyle ‘Aşırı Merkez’in dışında tek alternatif parti olarak bozuk düzende sağlam bir çark olma çabası, coğrafyamızda demokrasi yanılsamasının ötesine geçecek, tabiri caizse tünelin sonundaki ışığı götüren yol açısından Türkiye halkları ve coğrafya için bir şanstır.
(AÜ/VC)