Bu yazı arkadaşım Duygu'yla yaptığımız
sohbette tutulan notlardan ibaret.
Çok üzgünüm. Mutsuzum. Ve karamsar. O illet Ruhi'yi gözümüzün önünde eritip bitiriyor; beni, oğlumu ve gelinimi de duygusal anlamda. Terminal dönemde artık. Kalabilen süre çok sınırlı. Hepimizin tek istediği: kalabilen hayatını iyi geçirmesi.
Sevgi dolu ve sabırlı hasta yakınları
Sürece ilişkin bilgileri doktorların ağzından duymak farklı oluyor. Biz hasta yakınlarına sıkça "Tıp, bizler elimizden geleni yapıyoruz; onlar için. Sizler öncelikle sabırlı olmalısınız. Sevgi, paylaşım da sizin işiniz" diyorlar.
Kemoretapi bölümü çalışanları, onkologlarımız ve şimdi yattığı servisin çalışanları öyle iyiydi ki hepsi. Görevleri ağır, işleri zor, hizmet verdikleri kesim depresif ve onlar hep güler yüzlü olmak zorunda. Çok zor ya...
Hastanın yüreğindeki boz acı
Özellikle bakım anlamında hemşire çok önemli. Hepsi işinin ehli olan hemşireler sadece hastayı değil, bizleri de rahatlatmak için efor harcıyorlar.
Ruhi'nin morfin vb. sayesinde fiziksel ağrı çekmediğini bilmek içimi rahatlatıyor bir parça. İlaçların etkilemediği tek şey boz yüreğinde çektiği acı. Bizim sevgimiz bu acının azalmasına ne denli etkili, bilemeyeceğim.
İnkar, öfke, savaş, teslimiyet
Başlangıçta inkar etti hastalığı. Sonra "Niye ben?" diye öfkelendi. Ardından "Ben hallederim, ben yenerim" diye kiminle neyle savaşa girdiğinden haber(li-siz) savaş açtı. Nihayetinde illete eşlik eden depresyon ve ardından tam teslimiyet. Kapris yok, talep yok, inat yok. İyileşmeye odaklanmayıp söylenilen her şeye "he" dedi ve sonuçlarına da sessizce katlandı. Umudunun rengi sarıydı hep, hiç yeşertmedi. İsyanını baskılarken, dışarıdan anlaşılmadığını düşündü hep.
Bu tür hastalıklarda maddiyat kadar sosyal desteğe de ihtiyaç var. Mesela kemoterapi sürecinde ben ve gelinim yetemez olduk.
İki iyilikten biri
İçimden "Allah'ın gücüne gitmesin ama, kurtulsa bir an önce!" dediğimde; utanıyorum kendimden. "İki iyilikten biri olsun!" diyorum artık.
Şu an yaşadığım duygular belki bizi onun yokluğuna alıştırmak açısından önemli ama taşımakta zorlanıyorum. Oğlumun bu süreçte büyüdüğünü gördükçe daha da üzülüyorum.
İki hafta önce, ürkekçe "Eve çıksak!" diyen Ruhi'ye "Burası hepimiz için daha iyi." diyebildim zorlukla. Kendini bizden çok uzakta yalnız ve her bir şeyden izole hissediyor olmalı ama bu aşamadaki bakım profesyonel işi. Biz bu bakımı evde yapamayız ki. İyi ki hastanede diyorum bu yüzden.
Birlikte, nihai sonu konuşmasak da; gerçek aramızda oldu hep. İlk zamanlar kendimi sokağa atar, kara gözlüklerimi takıp ağlardım. Geceleri balkona çıkıp gökyüzüyle konuşur "İki iyilikten birini ver bize!" diye dua ederdim hep. Ruhi beni güçlü sansın diye bakımlı olmağa çalışırdım. Rol yapmaktan kim ölmüş!
Hangi suçun karşılığı bu ceza
Sivrisineği bile öldürürken içi giden, herkese sevgili saygılı davranan Ruhi, teşhisi öğrendiği gün "Ben kimseye, bilerek, kötülük yapmadım. Suç işlemedim. Bu ceza neden?" dediğinde, susup kalmıştım. "Denetleyemediğin hayat, senin hayatın değildir" diyen Esengül, haklıymış meğer.
Hastalık, sağlık için biriktirdiğimiz üç-beş kuruşun bu süreçte harcanmasına üzüldü Ruhi. "Böyle günler içindi" dediğimde, "Gümüş vagonda Trans-Sibirya treniyle yapacağımız seyahatte de harcayabilirdik" derken gözleri dumanlıydı.
Yaşam sonu planlaması
Genellikle susarak konuşan Ruhi bazen "dan" diye bir laf edip nihai sonucu hatırlattı kendi dahil hepimize. "Dolmakalem ve kurşunkalemlerimi torunuma verirsin" dedi mesela.
Paralı pullu, kıymetli kağıtlı işleri daha hastalığın ilk zamanlarında "Acil para filan lazım olursa!" kılıfıyla bana devretti. Arşivlediği evrakları gözden geçirip talimatlar hazırladı bana: "Bireysel emeklilik 2017-Nisan'da doluyor" filan diye. Annesinin yanına gömülmek istediğini söylemiş; kardeşine.
Ruhi'yle sonsuza kadar beraber olacakmışım gibi düşündüm hep. Hayatın bin bir hali, her şey yolundayken gelmiyor akla hiç. Teşhis konduğunda üçüncü evrenin başıydı ve çok hızlı seyretti her şey. Tam bir şok durumu. Karmakarışık duygular. Mucize söz konusu değil. Ve yapabileceğin hiçbir şey yok; tam bir çaresizlik hali. Tıp yapacağını yaptı; artık onun da elinden gelen bir şey yok.
Onsuz bir gelecek
Çok zayıfladı, küçücük kaldı. Hele yüzü? Gözleri iki kara çukur gibi duruyor minnacık kalan yüzünde. Zaten ifadesini yitirmiş gözleri genellikle de kapalı. Temiz bakılıyor. Ahhh bide o yatak yaraları olmasaydı!
Onsuzluğu kabullenmek hiç kolay değil. Özlemine dayanabilecek miyim? Offff ürkütüyor beni; gelecek.
Bıraksalar mesela; son günlerimizi aynı odada birlikte nefes alarak geçirsek. O farkına varmasa da ben kendimi iyi hissederim.
Hospis: Ölümcül hastaların yeri
İnsan başına gelince öğreniyor. Hiç duymamıştım; hospis sözcüğünü. Dünyada ölümcül durumdaki, yani Ruhi gibi, terminal dönem hastalarının yerleştirildiği merkezlere hospis deniyormuş. Amaç: Huzur içinde ölüm. Palyatif bakım hizmetinin verildiği bu merkezlerde uzman kişiler çalışıyormuş. Hastaların yakınlarıyla beraber olma, aynı odada kalma olanağı varmış. Bizde yok tabii ki; varsa da haberimiz yok.
Mesela Ruhi'nin evde bakılması mümkün değil. Hastanede yapılacak her şey rutine bindi. Ruhi'den boşalacak o yatağı bekleyen ve belki de tedavisi mümkün olan bir dolu hasta var. Mantıklı değil mi? Ne hastane, ne ev olan ancak ikisinin arasında bir yer olan 'hospis'te Ruhi'ye bakım hizmeti verilmesi.
Huzur içinde dünya değiştirmek
Hastanın huzur içinde dünya değiştirmesinin önemini bu yaşıma kadar hiç düşünmemiştim. Hatta "yaşam sonu planlaması" denilen şeyin ne olduğunu da bilmiyordum. Ruhi'nin bu yıpratıcı sağlık süreci çok öğretici oldu.
İki iyilikten biri olsun, ama, huzur içinde ve acı çekmeden olsun.
* Şadiye Dönümcü. Sosyal hizmet uzmanı.