* Fotoğraf: Vedat Arık
İki fotoğraf hakkında bu yazı. Bu iki fotoğraf arasında bir bağlantı kurmak niyetinde değilim. Kişisel bir yazı bu. Bu fotoğrafların bende yarattığı hisleri dile getirmeye çalışacağım.
İlk fotoğraf, kapak görselinde yer alan Vedat Arık tarafından çekilen fotoğraf. Geçtiğimiz cumartesi günü gözaltında kaybedilen yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın Galatasaray Lisesi önündeki 700. buluşmaları vardı. 1995 yılından bu yana her cumartesi kaybedilen yakınlarını, tutamadıkları yası bizlere hatırlatan kayıp yakınlarına ve destek için gelenlere polis sert bir müdahalede bulundu. Yaşlı insanlar darp edildi. Pek çok insan gözaltına alındı. Fotoğraflardan biri o gün ile ilgili. Haksız, hukuksuz davranan polisin Arat Dink’i gözaltına almasını engellemek için onunla yekvücut olan, birbirine kenetlenen insanların fotoğrafı.
Cumartesi Anneleri/İnsanları’na gazla, plastik mermiyle müdahale eden, pek çok insanı gözaltına alan polis Arat Dink’i gözaltına almayı başaramadı. Arat Dink’i çepeçevre saran, vücudu etrafında kenetlenen insanlar buna izin vermedi.
Haysiyet, cesaret, yiğitlik, dayanışma, dostluk, zalimler, zulmedenler, ezenler, ezilenler, susanlar, itiraz edenler... Ne çok şey bu fotoğraf karesine sığmış. Bize dair ne çok şey anlatıyor. Bu topraklarda yaşayan insanların bütün hikâyesi var o fotoğrafta.
Diğer fotoğraf yaklaşık 10 gün önce Hubble Uzay Teleskopu tarafından çekilen bir fotoğraf. Aşağıda yer alıyor. Fotoğrafın sol alt kısmındaki Sarmal Galaksi ifadesini ben yazdım.
NASA’nın sitesinde bayram tatilinden hemen önceki günlerde yayınlanan bu fotoğraf evrenin 11 milyar yıl önceki halini yansıtıyor ve şimdiye kadar elde edilmiş en panoramik fotoğraf olarak niteleniyor. Fotoğraftaki her bir ışıklı cisim bir galaksiyi gösteriyor. Galaksiler içinde ortalama yüz milyar civarında yıldız barındıran gök cisimleri ama bazı galaksilerdeki yıldız sayısı 400 milyarı da bulabiliyor. Fotoğrafta 15 bin civarında galaksi yer alıyor.
Fotoğrafın sol alt kısmında yer alan sarmal galaksi güneş sisteminin içinde yer aldığı Samanyolu galaksisinin bir örneği olarak görülebilir. Çok uzaktan Samanyolu galaksisinin fotoğrafını çekebilsek yukarıdaki fotoğraftaki sarmal galaksi gibi görünecekti. Ama Samanyolu galaksisinin neye benzediği fotoğrafta pek de belirgin değil. Bunu anlatabilmek için, yani Güneş sistemi Samanyolu galaksisi içinde nerede duruyor; galaksinin boyutları ne kadar sorularına yanıt verebilmek için hazırlanmış bir illüstrasyon var aşağıda.
Samanyolu Galaksisinin çapı 125 bin ışık yılı. Şu an sahip olduğumuz uzay teknolojisi ile bir uçtan diğerine kat etmek tahminen birkaç milyar yılımızı alıyor. En yakınımızdaki yıldıza gitmek bile yaklaşık 60 bin yılımızı alıyor.
Samanyolunda 500 milyon civarında hayata elverişli gezegen olduğu tahmini yapılıyor. Başka gezegenlerde nasıl bir hayat var acaba? Ülkeler, sınırlar, bayraklar, dinler, diller, saraylar, parlamento, anayasa, tiranlık… ? Nasıl bir uygarlık?
En yakınımızda olan gök cisimlerinden biri olan Mars gezegenine gitmek için gereken teknik hazırlıklar yapılıyor. Gidiş dönüş yaklaşık 1.5 yıl sürecek deniliyor. Peki ya daha ötesine gitmek, uzayın derinliklerine doğru yol almak. İnsan ömrü yetmiyor böyle bir yolculuğa. Nesiller boyu sürecek bir yolculuk bu. Güneş sistemimizden çıkıp da başka bir güneş sistemine gitmenin nesiller boyunca süreceğini bilmek ne anlama gelir? Dünyayı giderek yaşanmaz bir yer haline getirdiğimiz ve bir gün terk etmek zorunda kalacağımız düşüncesi ikide bir dile getiriliyor. Bu düşünce bir çözüme işaret ettiği için insanın ruhunu okşasa da nesiller boyu sürecek, kuşaktan kuşağa aktarılacak bu “asil görev” birkaç nesil sonra aynı asalete sahip olur muydu?
Uzayda doğan, dev bir uzay gemisinde yaşayacak olan bir nesil için yeryüzü ne anlama gelirdi?
Yeryüzü yaşanmaz bir yer haline gelince terk etmeyi düşünebiliyor ama onu yaşanabilir kılmanın çok daha mümkün bir şey olduğunu düşünemiyoruz. Düşünemiyor muyuz? Umursamıyor muyuz? Yoksa kötülük galebe mi çaldı bilemiyorum. Ama iyi bildiğim, günden güne daha çok inandığım bir şey var: Dünyayı yaşanabilir bir yer kılma mücadelesi politik bir mücadeleden çok haysiyetine sahip çıkma mücadelesi artık.
Umutsuzluk anlarında dönüp baktığım bazı fotoğraflar var. Bazıları uzayla ilgili fotoğraflar. Hayata doğmuş olmanın ne olağanüstü bir şey olduğunu; ne ince ve ne kadar sıra dışı görünen tesadüflerin bir bileşkesi olduğunu hatırlatan fotoğraflar. Hubble Uzay Teleskobu her gün “günün imajı” adı altında uzay görüntüleri yayınlıyor. Ara ara bakmak iyi geliyor. Yeryüzünün, uzayın o derin karanlığında parıldayan, hayatı görünür kılan mavi rengine bakıp umutla doluyorsunuz. Bunca kötülüğü bu gezegene nasıl sığdırabilmişiz diye düşünmeden de edemiyorsunuz bazen.
Ne vatan, ne millet ve ne de ilelebet var kalacak herhangi bir şey var o fotoğraflarda. Sadece insan değil her şey geçici… İçinde yaşadığımız evrenin bile bir ömrü var; bir gün nihayete erecek. Evrenin ömrünün 10 rakamının yanına seksen tane sıfır eklendiğinde ulaşacağımız sayı olduğunu okumuştum bir yerde; insan aklının kavrayışını aşan bir zaman süreci bu.
Madem hayat bir kerelik, mademki geçici her şey öyleyse bunca çabaya, bunca mücadeleye ne gerek var diye de sorulabilir. Kısacık ömür bir şeyleri umursamadan, vur patlasın çal oynasınla da geçmez mi? Geçer elbette. Kötü mü olur? Bilmiyorum. Herkesin kendine soracağı bir soru bu.
Devasa büyüklükteki bir evrende bulunan yüz milyarlarca galaksiden birinde yer alan yüz milyarlarca (milyarlarca ve milyarlarca sözünü meşhur eden Carl Sagan’ın toprağı bol olsun) yıldızdan biri olan Güneş’in çevresinde dönüp duran bir gezegende yaşayan kısacık ömürlere sahip insanlarız. Hubble teleskopunun son fotoğrafı bunu anımsatıyor. İnsana her şeyin geçici olduğunu, devasa bir zaman ve mekân içinde var olduğunu, bir gün ardında hiçbir iz bırakmadan yok olup gideceğini anımsatıyor.
İnsanın içini huşu duygularıyla dolduran panoramik evren fotoğrafına ve sonra bir de Arat Dink ve dostlarının fotoğrafına bakıyorum.
Üç gündür dönüp dönüp bakıyorum Arat ve dostlarının fotoğrafına.
Üç gündür o fotoğrafı konuşuyoruz. Yarattığı duyguları, hatırlattığı anıları, en umutsuz olduğumuz anlarda bile birbirimize sarılmanın nasıl da güç verebildiğini konuşuyoruz. O fotoğraf karesi nerede durduğumuzu hatırlattığı kadar, nerede durmamız gerektiğini de hatırlatıyor; bir zamanlar nerede duramadığımızı da. Zalime karşı çıkma, adalet arayanın yanında durma cesaretini göstermek bir erdemdir. Kötülük var, hep vardı ve hep de var olacak. Ama iyilik de var ve gelip geçici, kısacık hayatlarımıza bir parça anlam katan en önemli şey de bu. (BŞ/EKN)