İstanbulluların ya da İstanbul’u ziyaret eden turistlerin boş bırakmadıkları semtlerden biri Galata. Özellikle hafta sonunda her adım başı ellerinde selfie çubukları olan gençleri ya da birkaç sokak farkla iki kat ücrete satılan kahveleri içmek ve o mekanlarda vakit geçirmek için uzayan kuyrukları görmek mümkün.
Tüm bu kargaşanın içinde Kemeraltı Caddesi üzerinde, sırtını Galata’ya yüzünü Karaköy’e dönen bir bina yükseliyor. 1885’te Galatalı Rumların kendi emekleri ile temelini attıkları ve 1902’de eğitime başlayan, bugün kurumsal olarak “Özel Karaköy Rum İlköğretim Okulu” olarak anılan, asıl ismiyle Galata Rum Okulu.
Bu yapı diğer Rum binalarına göre “şanslı”. Cumhuriyet tarihinin tüm badirelerine maruz kalmış olmasına, okulun koridorlarını, sınıfların sıralarını doldurması gereken Rum nüfusunun 1964’teki son darbeyle azaltılarak öğrencisizleştirilmesine, üstüne de 23 yıl boyunca binasına ve gelir kaynaklarına Hazine tarafından el konulmuş olmasına rağmen. Çünkü binanın kaderi 2012 yılında Laki Vingas’ın Cemaat Vakıfları temsilcisi olduğu dönemde Rum toplumuna iade edilmesi ile değişti.
O günden bu yana bir kafe, otel ya da restorana dönüştürülerek para kazandıracak ve “pragmatik” gibi görünen ancak tarihi özelliğini boşaltacak böylesi bir projeye dönüştürülme olasılığına paye vermeden, şehrin kültürüne katkı sunmaya devam ediyor. Yapının pek çok benzeri gibi unutulup gitmemesinde, göz önünde harabeye dönmemesinde, koridorlarının öğrencilerle olmasa da sanatseverlerle dolup taşmasında büyük emeği olansa iki kadın. Biri sanatçı Hera Büyüktaşçıyan, diğeri ise herkesin “Bayan Meri” diye seslendiği Meri Komorosano.
Bugünlerde Galata Rum İlkokulu, “206 Odalı Sessizlik: Büyükada Rum Yetimhanesi Üzerine Etüdler” sergisi ile bir başka yapıya ev sahipliği yapıyor. Sergi 10 Kasım 2018 Cumartesi günü sona ediyor.
Bu bina, yine devletin gadrine uğramış olan bir başka İstanbul’daki Rum mirası, Büyükada Rum Yetimhanesi. Her yıl habercilerin ilgisini “yıkılma olasılığı” ile çeken, Gündüz Vassaf’ın “devletlerin, bayrakların ve dinlerin yetimi oysa bu binanın ne dini, ne devleti var” diye andığı, 1897-1898’de inşa edilen Avrupa’nın en büyük, dünyanınsa ikinci büyük ahşap yapısı.
Hera Büyüktaşçıyan’ın küratörlüğünü üstlendiği sergi, ilk katında Güney Ongun’un anlatımı ile yetimhanenin tarihine götürüyor. Burada ilginç olan detaylardan biri iktidarın öykündüğü, bunun için devlet kanalı TRT’deki “Payitaht” dizisi ile hatırası her hafta yad ettirilen Osmanlı padişahlarından 2. Abdülhamid’in, 1902’de İstanbul’un ünlü Rum ailesi Zarifi’ler tarafından satın alınıp Patrikhane’ye hediye edilen binayı ziyaret etmiş olduğu ve bu binayı yüklü bir devir vergisi ile diğer emlak vergilerinden muaf tuttuğu bilgisi. Bugün aynı bina ise yok olmanın eşiğinde ve bu süreçte faili bulmak hiç zor değil.
Sergi, 1915’te İttihat ve Terakki hükümetinin binaya el koyduğunu, önce Kuleli Askeri Okulu talebelerinin ardından müttefik Alman askerlerinin, son olaraksa işgal kuvvetleri tarafından adaya yollanan Rus göçmenlerin binaya gönderildiğini hatırlatıyor. Binada ilk yara bu dönemde açılıyor çünkü muhacirler adanın kara kışında ısınmak için döşeme tahtalarının söküp yakıyor. Yetimhane için “onarılmadan iade” kararı çıkınca bina perişan hali ile kapılarını açıyor.
Yıllar geçiyor, 1964’te nüfusunu kaybeden yetimhane 1977’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın baskıları ile resmen kapatılıyor. Patikhane’ye tapusu ise onlarca yıl sonra 2010’da Ankara aleyhine çıkan AİHM kararı ardından iade ediliyor. Ancak bu iade kararı yine “onarımı” içermiyor.
Daha girişinde bu zorlu tarih ile geleni karşılayan sergi, Galata Rum İlkokulu’nun dört katında birden, şu anki durumunu anlatıyor. İçindeki Hera Büyüktaşçıyan ile Dilek Winchester, Ali Kazma ve Murat Germen’in yapıtları ile birlikte… Özellikle de dördüncü kattan sonra beşinci kata uzanan merdivenler üzerinde Hera Büyüktaşçıyan’ın “Dalgaların Dalgası” iki binayı da vuran ve yok etmeye çalışan dalgaları hissettiriyor, Yorgos Seferis’in “Bir kış ışını üstüne” şiiri ile…
“Hangi bulanık ırmak sürükleyip götürdü bizi?
Biz derinliklerde kaldık
Sular akıp gidiyor başlarımızın üstünden
Dilsiz kamışları eğerek
Çocukların fırlatıp attıkları
Çakıllara dönüştü
Kestane ağacının altındaki sesler”
10 Kasım’da sona erecek serginin en öne çıkan özelliği, kültürel mirasın korunması için bir uyarı niteliği taşıması. Sadece uyarı da değil. “206 Odalı Sessizlik”in binlerce ziyaretçisi zamanlarını eserler arasında verdikleri çeşitli pozlarını popüler etiketlerle Instagram’a yükleme ve beğeni toplama telaşı içinde geçirirken, iki binadan ortak bir çığlık yükseliyor.
Şehrin ortasından, Galata Rum İlkokulu’nun en üst katından, bir zamanlar Bizanslıların “İsa’nın büyük kilisesi” olarak niteledikleri Ayasofya’ya, eski İstanbul’a, Haliç’e ve Boğaz’a selam ederek büyüyen bir çığlık. Büyükada Rum Yetimhanesi’nin yıkılmaması, yıkıldıktan sonra birkaç gün boyunca Twitter’da Trend Topic (TT) yani “en çok konuşulan” haline gelip sonrasında unutulup giden ülkenin sıradan acılarından, trajedilerinden, felaketlerinden biri olmaması için… (SK/HK)