Her ne kadar ilk ulus devletin kuruluşu Amerikan Devrimi ile 1776 olsa da Fransız Devrimi milat alınır genellikle. Sadece Avrupa merkezli bir geleneğin sonucu olduğunu sanmıyorum. Bastil'in zaptı dahi yetmiyor izahat için.
Kanaatim o ki insanlığın bilinçdışına yerleşen giyotin ve hanedanın teslim edilen kelleleri bunun sebebi. Eski rejimden kurtuluşun değil intikamın görüntüleri. Siyasal tarih gibi sözde aklın egemenliğindeki bir alanda dahi eğilim buysa insanlığın bilincinden de bilinçlenmesinden de ümit kesilebilir kestirmeden ama o tarihlere çakışan başka bir hadise saklı tutuyor umudu.
1789 denilince akla Fransız Devrimi gelse de Mozart'ın bir opera yazmaya başladığı yıl aynı zamanda. Mozart gibi eserlerini süratle tamamlayan bir dehanın bu çalışmayı 1790'da bitirmesi ayrıca ilgi çekici. Figaro'nun Düğünü ve Don Juan'dan sonra librettosunu Da Ponte'nin yazdığı son operası olması ise çok şey sunduğu insanlığa bir son sesleniş gibi adeta.
"Bütün Kadınlar Bunu Yapar"
Operanın adı bu: Cosi Fan Tutte. İki genç subay üzerinden tüm erkeklere verilen bir son ders. Delikanlıların sevgililerinin sadakatini sınamak üzere kalkıştıkları bir oyun üzerine şekillenen bir eğlence. Aşık oldukları kadınlara çok güvenen gençler cepheye gidiyoruz diye çıkar, kılık değiştirip geri dönerler. Birbirlerinin nişanlılarına kur yaparlar. Sonuç tahmin edeceğiniz gibidir. Başta tereddüt etseler de bu ilgiye karşılık vermeden duramaz kızlar ve delikanlıların sadakate dair inandıkları alt üst olur.
Eserin akil kişisi Don Alfonso'nun her kulağa küpe olması gereken tiradı özetler mesajı*:
"Herkes kadınları suçlar, ben bağışlarım
Günde bin kere değişir diye aşkları.
Bazısı günah der, bazısı alışkanlık
Bense kalplerinin ihtiyacı derim.
Kendini aldatılmış bulan aşık,
Başkasını suçlamadan
Kendi yanlışlarına bakmalı.
Hadi, tekrar edin benimle:
Genç ya da yaşlı, düz ya da dürüst
Bütün kadınlar aynıdır!"
1789 Viyana'sındaki Mozart'ı hayal etmeye gayret edelim. Habsburg Hanedanı ayaktadır. Sonrasında görüleceği üzere de kıta Avrupa'sında muhafazakarlığın kalesidir. Her şeyin eskisi gibi gittiği ve gitmesi gerektiği düşünülen bir merkeze Paris havadislerinin gelmemesi mümkün değildir. Facebook, Twitter hızında olmasa ve Mozart'ın hastalığının artırdığı bir asosyalliği bulunsa da olan bitenden haberdar olmaması pek mümkün gözükmüyor. Bu ahvalde dahi eseri tamamlamış olması apolitikliğine verilmemeli.
220 yıldır kıskançlık nedeniyle öldürülenlerin ulus devlet nedeniyle ölenlere yakın olduğu görüldüğünde, hele de ulus devletin on bin yıllık tek eşli ilişki biçimi yanında çok geçici bir sosyal form olduğu düşünüldüğünde daha da manalı.
Ulusmuşuz, Sazmışız
Osmanlı bakiyesi bir toplum olarak 87 yıl önce (epey geç bir vakitte) bir ulus devlet inşasına girişmişiz. Çok merakımız olduğundan ötürü değil, aslen mecburiyetten. Osmanlıcılık, İslamcılık denenip başarısız olunca, I. Dünya Savaşı'nın kaybedeni olmayı bırakalım savaşa konu esas ganimet olunca yapacak başka bir şey kalmamış.
Öyle devrim falan yapıp hanedanın kellesini almayı bir kenara koyun, hanedanın borçlarını dahi ödemeyi üstlenerek başlamış bir macera. Ve 87 yılın 85 yılını aynı mesele ile geçirdik. 1923'te kurulan Cumhuriyet, 1924'te Takrir-i Sükun, 1925 Şeyh Sait İsyanı ile yüz yüze kalınca paradigma da bununla şekillenmiş.
Geç uluslaşmış bir topluluğun daha da geç bir uluslaşma talebiyle karşılaşıp nasıl başa çıkacağını bilememesi çok yüklü bir toplumsal maliyete yol açmış bir vaziyette. "Kürt yoktur, onlar dağda yürürken kart kurt sesi çıkaran Türkler" şeklinde bir masalı resmi devlet politikası haline getiren bir devletin bırakın resmiyetini, ciddiyeti bile olamayacak iken Osmanlı'dan miras "aman bölünürüz" korkuları toplumun yönetici elitini de esir alınca neler oldu neler...
ABD'nin Irak operasyonu sonrasında Kürdistan diye bir yer olduğu ve Türkiye dışında da Kürt olduğu yadsınamaz bir şekilde su yüzüne çıkınca on yıllarca halının altına süpürülen meseleler de bilince çıktı.
Toplumun en eski ve en geri tutumlarına yaslanan oy hesapları nedeniyle geçen yılki "demokratik açılım" girişimi de bu senenin anayasa değişikliği de kadük bırakılınca 220 yıl sonra hala ulus devlet meselesiyle uğraşmak durumundayız. Dünyanın da bizi bekleyecek hali kalmıyor gibi. Yıllarca "bölünürüz" diyenler asıl şimdi korkmalı. Akıllar behemehal devşirilmezse bu sefer gerçekten bölünürüz. Öyle ikiye, üçe falan da değil...
Yurtta Bi Şeydi Ama Ne?
İslam, barış demek. Yeni binyılda İslam için savaşacak değil, İslam için barışacak sahici Müslümanlara ihtiyaç var.
"Yurtta Barış, Cihanda Barış" diyen bir kurucu Ata'ya sahip çıkmak isteyenler de "Yurtta Barış" için samimi Müslümanlarla el ele, kafa kafaya verip Türki geleneklerle alakası olmayan şol ulus devlet paradigmasından kurtarmalılar bu toplumu.
Ateşkes, çatışmasızlık, eylemsizlik... Ne derseniz deyin, silahların sustuğu bir fırsat daha kaçmak üzere...
Genç nüfusa sahip bir toplum olmakla övünüp duruyoruz. Medyaya yansıyan kıskançlık cinayetlerine bakınca uzun uzun Mozart dinlemeye aç epey bir nüfus mevcut. Bu delikanlıları Kürdistan dağlarına göndermek yerine çok daha manalı bir vazife. Muasır medeniyet seviyesini yakalayıp aşma derdiniz varsa elbette...
Ey Türk Kentsoylusu, "Sulha Gel"irsen önyargılarından başka kaybedeceğin bir şey yok, öte yanda kaybedeceğin, seni bekleyen dört parça bir Kürdistan pazarı mevcut.
Titre, kendine dön ve Mozart dinle! (aç/sp)
* Tiradın Türkçe söylemesi (dolayısıyla kusuru da) bana aittir.
Not: Metne esin veren (ve tabii şükrü hak eden) opera kaçkını, hakiki bir Mozart aşığı Nihan Kızıltan'ın yazılarına linkten ulaşabilirsiniz: http://nihankiziltan.blogspot.com/
Altan Çarıkçı: Serbest Düşünür. [email protected]