8 Mart, dün Diyarbakır’da hayli renkli ve coşkulu bir şekilde kutlandı. Dağkapı Meydanından mitingin yapılacağı İstasyon Meydanına değin kentin içinden gür sesli bir renk cümbüşü aktı.
Bütün bu coşku ve çok renklilikte iki gün önce Nusayin’den başlayan Dünya Kadın Yürüyüşünün de payı vardı kuşkusuz, içine girilen seçim atmosferinin de. Halaylar çok dilli, çok renkliydi. En çok erbaneler eşliğinde Jin Jiyan Azadi sloganı yankılandı caddelerde. Sonra da Kobane’ye gönderilen selamlar.
Örgü ipleriyle, kumaş parçalarıyla ince ince işlenerek hazırlanan renkli pankartlarda erkek ve devlet şiddetine karşı cümleler yer alıyordu. Anarşistler, siyah bayraklarına, araya barış işaretini de eklemeyi becerecek şekilde kendi gönüllerince jin jiyan azadi’yi nakşetmişlerdi.
Dövizlerdeyse iki yıl önce Fransa’da katledilen Sakine, Fidan ve Leyla ile Özgecan Arslan’ın ve geçtiğimiz aylarda Kobane’ye geçmeye çalışırken vurulan Kader Ortakaya’nın fotoğrafları.
Sakine Cansız aynı zamanda yan cephesi İstasyon Meydanına bakan sekiz katlı bir binadan sarkıtılan dev bez afişin üzerinden de, miting alanına ve daha ötelere bakıyordu.
Meydanın biraz aşağısında, yürümekten yorulan yaşlı kadınlar, kucaklarında torunlarıyla orta refüjdeki çimenlere oturmuş, çantalarından çıkardıkları azıklarını yiyorlardı.
Onlarla aynı yaşlarda, hoparlörlerden adının Teresa olduğu işitilen bir Dünya Kadın Yürüyüşü katılımcısı, söz almak için çıktığı platformdan yoldaşça bir sesle solidarite diye haykırıyordu.
Sonra erbanelerin mitik gümbürtüleri eşliğinde çekilen devasa halaylar. Aralarında kentlerinin belediye eşbaşkanı Gülten Kışanak, zılgıt çeken kadınlar…
15 yıl önce
Bütün bunlarda anlatılmaya değer ne var diyorsunuz, değil mi? Haklısınız hiçbir olağanüstülük yok aslında. Ama çok değil, 15 yıl öncesinden, kadınların çoğunun 8 Martı gözaltında geçirdiği 1999 Diyarbakır’ından bakınca farklı görünüyor.
O zaman da bir seçim arefesiydi. Ancak kentte seçim coşkusu değil; tedirginlik, karamsarlık, hüzün ve öfke hakimdi. Sokak aralarından dumanlar yükseliyordu.
Kepenkler çoğunlukla kapalıydı ve yolda yürürken kepenklerin metal kesici aletlerle kesildiğini; dükkanını açmayan esnafın tartaklandığını görmek mümkündü.
Ara sokaklarda süreklileşen gösterileri müdahaleler izliyor ve gözaltılar oluyordu. 8 Mart için Dağkapıdan İstasyon Meydanına uzanacak bir yürüyüş kortejini hayal etmek imkansızdı. Birkaç kişinin toplanması bile gözaltı için yeterli sebepti.
Kadın belediye başkan adaylarının kampanyasına yardım etmek üzere Diyarbakır’a gelişimizin üçüncü günü biz de bu gözaltı furyasından payımızı almış; 8 Mart'ı emniyette geçirmiştik. Dün 8 Mart mitinginde görülmesi olağan olanların çoğu bu kez gözaltındaydı. Yaşlı kadınlar, genç kadınlar, hatta çocuklar bile.
Örneğin hücremizi, alt belediyelerden birinin başkanı olan babası ile birlikte gözaltına alınan 15 yaşında bir lise öğrencisi ile paylaşıyorduk. Tuvalete gitmek için hücreden çıkmak istemiyordu. Çünkü hem taciz edilmişti hem de koridorda bir kez babası ile karşılaşmıştı ve onu tekrar aynı vaziyette görmek istemiyordu.
Diğer hücre arkadaşımız altmışlı yaşlardaydı ve şeker hastasıydı. Daha sonra Bismil Belediye Başkanı olacak olan Şükran Aydın da gözaltına alınanlar arasındaydı. Alaycı bir yüz ifadesiyle sorulan “Vedat Aydın’ı kim öldürdü” sorusuna, sakince; “onu siz daha iyi bilirsiniz” yanıtını vermiş ve bir daha ağzını açmamıştı.
Emniyetin göz altı mekanı bir miting alanına dönmek üzere idi. Çünkü sürekli yeni gruplar getiriliyordu. 8 Mart dolayısı ile herhangi bir etkinlik düzenlemesi ya da katılması olası kim varsa toplanıyordu. Gelenler sadece kadınlar da değildi üstelik.
Örneğin okudukları lisenin bahçesinde slogan atan bir grup öğrenci topluca alınıp getirilmişti. Çocuklar bulunduğumuz yerden görünmüyordu ama seslerini duymak mümkündü. Koridora dizilip önce kimlik bilgileri alınmış, ardından da üstlerindekileri çıkarmaları istenmişti.
İstenileni yaptıktan sonra iç çamaşırlarını da çıkarmaları istendiğinde, içlerinden birinin ağzından, tam bir Diyarbakır kırığı aksanıyla “Abe Kur’an ayip oli” cümlesi dökülüvermişti.
Üçüncü günün sonunda herkes topluca çıkarıldığı nöbetçi savcılıkta yine topluca salıverilmişti ama 8 Mart da gözaltında geçmişti.
O dönemin atmosferi ve gözaltında geçirilen bir 8 Mart ile dünkü 8 Mart kıyaslandığında her şey hem son derece olağan hem de aslında olağanüstü.
Olağan; çünkü zaten olması gereken bu. Yasak, müdahale, engel değil, kadınların, kentin caddelerinde, meydanlarında özgürce yürüyebilmeleri, kendi renkleriyle, kendi sesleriyle sözlerini söyleyebilmeleri, halaylarını çekebilmeleri. Aynı zamanda olağanüstü, çünkü tüm bunların olağan karşılanabilmesinin, kabul ettirilmesinin gerisinde olağanüstü bir emek, çaba, mücadele var. (HÇ/BA)
* Fotoğraf: Begüm Zorlu