"Kapitalizmin, gözyaşları yoktur. Çarpım tablosu vardır". İkea bu özlü sözü doğrulayacak yüzlerce veri ile dolu bir dünya devi. Forbes dergisinin yaptığı sıralamada 2011'de dünyanın en zengin 162., Avrupa'nın ise dördüncü en zengin iş adamı olan Ingvar Kamprad'ın IKEA'sı neredeyse girdiği her ülkede yarattığı skandallarla da şöhretinin zirvesinde bir "örgütlenme".
Geontrik (dünya merkezli) dev bir tekel olan IKEA için çalışan insan sayısı 130 bin kişinin üzerinde. Özellikle, sendikal hareketlerin güçsüz olduğu ve "işbirliğine açık" hükümetlerce yönetilen "gelişmekte olan" ülkelerle iş yapmayı tercih eden tekel, 41 ülkedeki 320 mağazasıyla 19 bin ürünü satışa sunabiliyor. Ancak bu ürünlerin "mamul madde" (Satışa sunulmaya hazır madde) haline gelmesi için geçen sürede olan bitenler, IKEA'nın pek beyaz olmayan yüzü hakkında fikir sahibi olmamıza yarıyor.
2005'te İstanbul, Ümraniye'de ilk mağazasını açtığında "düşük fiyat yüksek kalite" sloganı ile Türkiye piyasasına girerek ülke genelinde mağaza sayısını kısa sürede yediye yükseltti.
Ama IKEA'nın sattığı ürünlerin rakiplerine göre nasıl "uygun" fiyatlar belirleyebildiğinin nedenleri (bazı akılcı yöntemlerin yanında) Türkiye'de de tartışılmaya başlanmakta gecikmedi. İlk Aydın ilinde, Menderes tekstilde çalışan işçilerin sendika isteklerine cevap olarak işçileri işten atarak fabrikayı satın alması ve çocuk emeğini tercih etmesiyle özellikle sol basının gündemine oturdu.
Kırk bir ülkede faaliyet gösteren IKEA yalnızca Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Suudi Arabistan ve Türkiye'de işçilerin sendikal haklarını tanımıyor. Her iki ülkede de sendikal hakları için mücadele eden işçilerin akıbeti değişmiyor. İşten atılmak! Sendikaların IKEA'nın düşmanı olduğunu açıklamaktan hiçbir zaman vazgeçmeyen IKEA "Konseyi"( IKEA, Johannes Burger ile Markers Partner isimli avukatlık firmasının yer aldığı konsey tarafından yönetiliyor) tamamen Komprad ailesinin denetiminde.
IKEA'nın ilginç özelliklerinden bir diğeri, çalışanları üzerinde tehdit ve benzeri yollarla baskı oluşturarak iş hukukundan doğan hakları için mücadele etmelerinin önüne geçmek.
IKEA çalışanlarının sendikal hakları için mücadele eden, Koop-iş sendikasının başkanı Eyüp Alemdar'ın yapmış olduğu açıklamalarda şirketin yönetiminin yasadışı içeriğini örnekleyerek İKEA'nın ülkedeki bilinmeyen yüzünü kamuoyu ile paylaşmıştı. Bunlar arasında işçilerin birbiri hakkında bilgi aktarması için baskı oluşturmak, "ikna odalarında" çeşitli şekillerde baskılayarak işçileri sendika isteklerinden vazgeçirmeye çalışmak, Koop-iş üyesi olduğu düşünülen işçilerin genel merkeze çağrılarak noterliklerde işten kendi rızasıyla ayrıldığını teyit ettiren belgeler almaları gibi yöntemler vardı.
Yine, BBC'nin haftalık gazete "Le Canard Enchaine'ye dayanarak verdiği bir haberde, IKEA, Fransa'da güvenlik şirketlerini kiralayarak, çalışanlarıyla ilgili bilgi topluyor.
The Local'ın konuyla ilgili verdiği haber ise şirketin istihbarat (!) yöntemleriyle ilgili dudak uçuklatacak haberlerle dolu. IKEA, Fransız gizli polisine müracaat ederek çalışanlarından 200 kadarının (bunların bir kısmı da IKEA müşterileri) anti-globalist eylemci ve eko-terörist olduğu gerekçesiyle ev ve araç telefonlarının dinlenmesini talep ediyor.
Guardian ise, yaptığı haberde IKEA'nın Fransız polisine rüşvet teklif ederek sistemlerindeki data bilgilerinden faydalanmak için güvenlik şirketlerini devreye sokarak rüşvet önerdiğini yazıyor. Hakkında bilgi edinilmek istenen IKEA çalışanlarının (IKEA Mağdurları diye bir dernekleri var, Paris'te açmış oldukları dava şirketi yöntemleri açısından sorgulamayı sürdürüyor. ("Association de Défense des Victimes d'IKEA") Konuyla ilgili dava nedeni olarak suçlanan sirketin suçu yasada "Kişisel Bilgilere Erişimde Yasadışı Yollar" olarak adlandırılıyor.
"Etraftaki çam ağaçlarının fazlalığından etkilenerek "mobilya işine girdiğini açıklayan bu sabık Nazi sempatizanı, şakacı ihtiyar öldüğünde, geride bıraktığı servet ve servetinin oluşmasında kullandığı yöntemler daha çok tartışılacağa benzer.
IKEA asıl yasadışı şöhretini vergi kaçırmada kullandığı yöntemlere borçlu. Üç Euro ucuza kesmeyi kabul etmesi üzerine 10 senelik berberini yenisiyle değiştiren Kamprad'ın IKEA'nın kurulusundan itibaren, metot olarak şirkete miras kalan yöntemlerine biraz göz atmakta yarar var.
IKEA, merkezini İsveç'ten 1982 yılında Hollanda da kurduğu İngka Holding. AŞ'ye taşıyor Hollanda sağladığı vergi avantajları nedeniyle tercih edilen bir ülke. Uluslararası yatırımlarda bulunacak çok uluslu şirketler için ana üs olarak iyi bir mevzi. Çünkü bu ülkede, yabancıların kurduğu şirketlerde çalışanlarının ücretlerinin yüzde 30' u vergiden muaf. Ayrıca, kar payı üzerinden alınan vergiler anlaşmalara bağlı olarak sıfıra kadar inebiliyor.
IKEA'nın patronu aynı yıl, IKEA'yı adı geçen şirkete bağışladığını açıklıyor. Ancak İsveç televizyonundan bir araştırmacının bir yıl süren araştırmasının ardından Kamprad'ın bağışladığını iddia ettiği şirketin, yine kendisi ve aile üyelerinden oluşan bir komite tarafından yönetildiği ve bu yolla vergi kaçakçılığı yaptığı ortaya çıkıyor.
İsveç'te çıkan Dagens Industri gazetesinde yayınlanan makale aslında olayı çok basit bir biçimde özetliyor "Alan ve satan taraf aynı olduğu için satış bedeli gerçeği yansıtmamakta ve düşük bedel üzerinden vergi ödeyerek vergi kaçırılmaktadır."
Komprad ve ekibi, sessiz sedasız (!) 1989 yılında Liechtenstein'de İnterego adlı bir vakıf kuruyor. IKEA markasını ve şirketi bu vakfa devrediyor. Mağazalar, hisse senetleri ve taşınmaz malları denetiminde bulunduran IKEA'nın tüm gelirleri bu şirkette toplanıyor.
Sonra bu paralar IKEA'nın Lüksemburg'daki adreslerine aktarılıyor. Bu adreslerin paravan adresler olduğu ve hiçbir ticari faaliyet yürütmedikleri tespit ediliyor.
Bu hayali merkezlere akan para vergi kaçakçılarının cenneti Liechtenstein'de şirkete aktarılıyor. 1990 senesinde, vakfın gelirleri, dünya üzerindeki 320 mağazanın yaptığı satışların yüzde 3'ü. Bu vergiden muaf payın vakfa yıllık getirisinin 100 milyon kron olduğu tahmin ediliyor.
Ingvar Kamprad yaptığı bir basın açıklamasında, bu meblağın, olası bir kriz döneminde çalışanlarına ödenmek için vakfa irat yazıldığını açıklamasına rağmen, şirket krizi bahane edip sürekli olarak işçi ücretleriyle oynuyor.
Ayrıca vakfın gerçek gelirinin ne olduğu konusunda tahminlerden öte net bir bilgide bulunmamakta. Şirketin üst düzey bir yetkilisinin 2011 yılında yaptığı basın açıklaması şöyle: ''Merkezi Hollanda da bulunan vâkıfa ait şirket olduğumuzdan hesapları açıklamak zorunluluğumuz yok."
IKEAzedelenen itibarını düzeltebilmek için yeni marketing ve halkla ilişkiler stratejileri geliştiriyor. Örneğin "Human Rights and Bussines Dilemmas" göre IKEA Hindistan'da UNICEF'in de desteklediği "hijyen"çocuk sağlığı vb. konularda kurslar açılmasına yardım ediyor.
Şirket, Hindistan'da çocuk emeğinin sömürülmesine yönelik bir kampanya olan (şirket özellikle pamuklu dokuma ürünlerini bu ülkede ürettiriyor ve çocuk emeği sömürüsünde Hindistan liste başı) son kampanyasında "Save the children" kampanyasına 48 milyon dolar yardım yapıyor.
Ancak açık olan bir şey var ki; Hindistan'da özellikle pamuklu ürünlerin imalatında kullanılan firmaların tamamına yakını fason firmalar ve hepsi üretim atölyeleri olarak ev üretimini kullanıyorlar.
Bu da emeğin türevini belirlemeyi imkânsız hale getiriyor. Açıktır ki; bu, çocuk ve yaşlıların sömürülmeleri anlamına geliyor. IKEA, kontrolü imkânsız ve "de facto" haline gelmiş çocuk emeğinin sömürüsüne karşı çıkıyor ama sonuçlarından azami ölçüde faydalanmayı da ihmal etmiyor...
IKEA sadece 2011 yılında Hindistan'dan 450 milyon dolarlık mal alıyor. Wall Street'te yayınlanan bir haberde, IKEA'nın bu meblağı, bir kaç yıl içinde ikiye katlayabileceği belirtiliyor. Yine Wall Street gazetesinin haberinde, şirketin CEO' sunun yaptığı açıklamaya göre; Hindistan'daki yerli yatırımcılarla ortak olmak istemediği için (Hindistan'da yatırım yapmak isteyen yatırımcılar bugüne kadar sadece yüzde 49 oranında bir payla ortaklık kurabiliyordular) Hindistan'da mağaza açmayan IKEA'nın Hindistan hükümetinin yüzde yüz yabancı sermayeli şirketlere izin vereceğini açıklaması üzerine 1,5 milyon Euro'luk yatırım yapacaklarını belirtiyor. Ürünlerin yüzde 30'unu yerel üreticilerden tedarik etmek koşuluyla!
Şirketin özellikle Rusya'da doğal ormanlık alanlarda kesim yaptığı suçlaması ise başlı başına bir skandalın konusu. Kısaca değinmekte yarar var. Bu konuda yöneltilen sorular yanıtsız bırakılıyor ama Rusya pazarına IKEA'nın kuruluşlarında biri olan Sweedwood ile 2000 senesinde girdiği biliniyor.
Rusya'nın kuzey bölgesinde bulunan Kardelen ormanlarında asırlık ormanlar talan ediliyor."Ormanı Koru" isimli sivil toplum örgütünün sorumlularından olan Victor Säfve'nin yaptığı basın açıklaması IKEA'nın, Buzul Çağı'ndan beri el değmemiş, asırlık ormanlardan birini yok ettiğini gözler önüne seriyor.
Bu talan işlemi sırasında bazı çevre örgütleri bu katliama destek oluyorlar. IKEA bu örgütlerden WWF'e 35 milyon kron yardımda bulunuyor. Kısaca FSC diye bilinen (Forest Stewardship Counsil, 20 yıl önce pek çok ülkedeki ormanları tekellere karşı korumak için kurulmuş bir konsey) konsey, tekellerin ormanlık arazide kesim yapabilmeleri için onay almak zorunda oldukları bir merci. İşin garibi bu ruhsatı IKEA kolayca alabiliyor...
Bu konuda en büyük destekçisi tabiî ki WWF ve FSC. FSC'nin Rusya'daki şefi Andrei Ptichnikov, IKEA'nın, FSC'e yaptığı ekonomik yardımlarla, verdikleri ağaç kesme ruhsatı arasında bir bağ bulunmadığını, tüm ormanları, bütün yaşlı ağaçları korumanın mümkün olmadığını; gerçekçi tutumun, her zaman ortayı bulmak olduğunu söylüyor. FSC'nin yıllık gelirlerinin dörtte biri IKEA'dan geliyor...
Son olarak "Arazi Biologları Derneği"'nin başkanı olan Salomon Abrespaar'ın IKEA'nın bazı çevreci mizansenlerin kötü bir showdan ibaret olduğunu, IKEA'nın, salt Rusya'da değil benzer metotlarla Polonya'da da ormanları talan ettiğini söylüyor.
Ingvar Kamprad'ın , "etraftaki çam ağaçlarının fazlalığından etkilenerek yarattığı İKEA"; onun kaba metotlarından daha rafine marketing ve halkla ilişkiler teknikleri (!) ile soslanmış ve "etik" değerlerle dekore edilmiş bir biçimde yoluna devam ediyor! (ON/HK)