"Manzara ve İkarus'un Düşüşü", çoğu zaman Peter Bruegel'e atfedilen 1560'lara tarihlendirilen bir resim.
İkarus, malum, babası Dedalos'un imal ettiği kanatlarla uçmaya çalışır ve aslında başarılı da olur. Ancak babasının tavsiyelerini hiçe sayıp çok yükseldiği ve güneşe de fazla yaklaştığı için kanatları tahrip olur ve yere çakılır.
Aslında tablo İkarus'un kanatlarıyla güneşe uçuşunu ya da balmumundan kanatların eriyip onun denize düşüşünü sergilemez. Ressam sadece deniz kenarında dingin bir manzarada İkarus'un denize düşen iki bacağını gösterir. Üstelik bu düşüş anı resimde kenarda kalmış, sağ köşede ancak güçlükle seçilebilecek küçük bir ayrıntıdan ibarettir.
Tarlasını süren çiftçi, sürüsünü güden çoban, ağını denize atan bir balıkçı resmin kompozisyonunda çok daha merkezi bir yere sahiptirler. Ressam sanki tabloya bakanın İkarus'un düşüşünden ziyade akıp gitmekte olan hayatın görünümlerine, huzur saçan dingin manzaraya, denizde görünen gemilere odaklanmasını ister.
Resimdeki insanlar İkarus'un korkunç ölümüyle, yaşanan felaketle ilgilenmezler. İkarus'un suya düşüşü, onun güneşin zaptına yönelik girişiminin boşa çıkması, dikkate değer bir bozgun sayılmaz. Ölüme rağmen hayat dingin ritmiyle akıp gitmekte, insanlar felakete aldırış etmemektedir.
Türkiye sosyalist hareketi de bu dingin manzaranın, onun işaret ettiği kayıtsızlığın bir parçası sanki. Yanı başımızda yaşanmakta olan bir dizi bozguna ve felakete karşın biz hiçbir şey olmamış gibi gündelik siyasal-bürokratik rutinimizde ısrar ediyoruz.
Tarihin en kapsamlı kapitalist krizi ekolojik krizle bütünleşip burjuva medeniyetinin topyekûn buhranına işaret ederken, henüz savunma konumunda olsalar da dünyanın dört bir yanında yeni ve radikal bir kitle mücadeleleri dönemi kapımızdayken sanki her şey eskisi gibiymişçesine davranmaya devam ediyoruz.
İkarus denize çakıla dursun biz hiçbir şey yokmuşçasına manzarayı seyrediyor, mesela mevcut güç ilişkileri değişmeksizin gündeme gelecek yeni bir anayasadan medet umuyoruz.
Sosyalist hareket liberal istibdat ile milliyetçi istibdat arasında binamaz kalmaya mahkûm bir kayıtsızlık içerisinde. Bir gün burjuva demokratik devrimin tamamlandığına hükmediyoruz, ertesi gün faşist bir rejimin tesis olduğuna. Siyasal tahayyülümüzün 'ulusal bağımsızlık' ya da 'liberal demokrasinin' ötesine gitmediği, siyasi lügatimizin de neredeyse 'demokrat' siviller ile 'cuntacı' askerlerden ibaret kaldığı bir fukaralıktan muzdaripiz.
Sosyal devletin kimi uygulamalarını yeniden geçerli kılma ve uluslararası hukuku yeniden canlandırmanın eleştirel düşüncenin neredeyse dış sınırını oluşturduğu, ütopik-devrimci boyutun düşünsel ufuktan sınır dışı edildiği bir entelektüel ve siyasal iklime teslim olmuş haldeyiz. Hal böyle olunca 'reel' olana sıkışmış, müesses olan dahilinde devinen bir 'eleştirellik', 'muteber solculuk' geçer akçe oluyor.
Oysa ufku mevcut olanla sınırlı bir siyasete teslim olacak zaman değil. Siyaset, hele hele devrimci sıfatını taşıma iddiasındaki siyaset, tam da hâkim olan tarafından bastırılan, görünmez kılınan yeni ve bilinmeyen bir imkânın açığa çıkarılmasına dönük kolektif eylemdir.
Bu anlamda yeni ve başka ihtimalleri olanaklı ve görünür kılmak, mevcut ikilemlerin esiri olmaksızın "sesleri gürültü çıkaran birer hayvan gibi işitilenlerin söylediklerinin söz olarak dinlenebilir kılınması"na soyunmakla mümkün.
Önümüzdeki kısa vadede sosyalist hareketin kendi imkânlarıyla ve kendi kendini yenileyebilmesinin koşulları yok gibi görünüyor. Ancak dışarıdan, yani toplumsal mücadeleler alanından bir faktörün devreye girmesi halinde (işçi hareketinde bir canlanma, radikal bir öğrenci-gençlik muhalefetinin uç vermesi vs.) yeniden inşa ve harmanlanmanın koşulları söz konusu olabilir.
Dolayısıyla bu ahval ve şerait altında küçük ya da kısıtlı demeden toplumsal mücadelelerin uç verdiği her alanı önemsemeli. Neoliberalizme, patriyarkaya ve ekoyıkıcılığa karşı mücadeleler içerisinde birleşik eylem zeminleri oluşturmak , bunları ilerde mümkün olacak antikapitalist bir derlenmenin nüveleri olarak değerlendirmek gerekiyor.
Toplumsal direnişleri kışkırtmak, bunları sosyalist hareketin antikapitalist temelde yeniden yapılanması temelinde bir kaldıraç olarak işlevli kılmaya çalışmak, başımıza bunca zamandır bela olmuş 'büyük siyaset' hevesinden, dengeleri bir anda ve zahmetsizce lehimize çevirecek maymuncuk arayışından, namevcut orduları biraraya getirme sevdalısı askersiz mareşallerimizin iddialı projelerinden çok daha mühim.
Nahif bir iyimserlikle değil, felaketin kapımızda olduğunun bilinciyle, devrimci bir kötümserlikle cüret etmeliyiz.
Bulunduğumuz bu dip noktadan çıkabilmenin yolu, bize sunulana umarsızca kanaat etmek değil, sosyalist hareketin yeniden inşasını hedefleyen bir aciliyet şuuruyla toplumsal mücadeleler içerisinde iğneyle kuyu kazma sabrını biraraya getirebilmekten geçiyor. Mevcut apati ve kayıtsızlığımızı berhava edecek, güneşi zaptetmeye cüret edebilecek sabırlı bir aceleciliğe her zamankinden çok ihtiyacımız var. (FB/HK)