"Bir çocuğun ölümü ağırdır, uzundur, yazılması zordur.
Bir çocuğun ölümü büyüktür ve çocuk ölür, ölümü büyür.
Ölümün büyüdüğü bir yerde ise her şey küçülür!
Ülke de, cennet de, hayat da, gelecek de, düşler de."
Haydar Ergülen
Aladağ’daki 11 çocuk ve bir görevlinin can verdiği öğrenci yurdu yangınıyla ilgili savcılığın ön bilirkişi raporu açıklandı. Yurtta yangın merdiveni kapısı olarak kullanılan kapının kolunun bulunmadığından tutun da kaçak akım rölesi konulmamasına kadar teknik olarak sıralanabilecek bir ihmaller zincirinden bahsediliyor.
Raporda yangının elektrik panosundaki şalterlerin eski oluşu nedeniyle oluşan arkın yanması şeklinde çıkmış olabileceği üzerinde duruluyor. Devreye giren faz ile çıkan nötr akımları değerlerinde dengesizlik olduğunda devreyi açarak elektriği kesen düşük maliyetli bir kaçak akım koruma rölesinin olmayışı bile yurtların derme çatma durumunu ortaya koyuyor, bir. İkincisi bugünün teknolojisinde yangın sistemleriyle veya duman detektörü gibi aletlerle yangın öldürücü boyutlara ulaşmadan önlenebilmesi bir derece mümkün. Bu basit ama belki de hayat kurtaracak teknik malzemelerin eksikliğini, elektrik tesisatının bakımsızlığını kim nasıl izah edecek?
Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak yangın kapısının kilitli olmadığını söylüyor. Ancak kamu kurumlarının neredeyse her birinde kapıların güvenlik ve sigara içildiği gerekçeleriyle kilitli olduğu gerçeğini yabana atmamak gerekir. Olaydan sonra KYK yurtlarında kapıların her gece kilitlendiğini, çevresinin dikenli tellerle çevrili olduğunu ve hatta yüzlerce öğrencinin barındığı kimi yurtlarda yangın merdiveni dahi bulunmadığını bildiren bir sürü öğrenci oldu.
Diyelim ki yaşları 10 ila 14 olan kız çocuklarının barındığı bu yurtta kapı kilitli değildi. Yangın merdivenine çıkış kapısının PVC olması akla izana nasıl sığar? PVC, polivinil klorür denilen bir plastik madde. Olası bir yangında bozulup kapının açılmasını engelleyebileceği hiç mi düşünülmedi?
Zira yurt içindeki malzeme yangın merdiveni kapısı yönetmeliğe elbette uygun değil. Prof. Dr. Figen Beyhan yangın kapısının özel olarak üretildiğine dikkat çekiyor: “Alevi, ısıyı, toksik maddeleri geçirmeyecek şekilde üretilmiş olması, belli bir süre dayanım göstermek zorunda olması gerekir ve mutlaka ‘panik bar’lı olmalıdır.” Kapıdan öte bakıyorsunuz, yurt binasında yangın merdiveni pencerelerin hemen yanına konulmuş. Konulmuş olmak için.
O binanın yapı ruhsatının altında hangi belediye sorumlularının imzası bulunuyordu? Kullanım izni nasıl verildi?
Başbakan Yardımcısı Kaynak en son denetlemenin Haziran 2016’da yapılmış olduğu bilgisini de verdi. Ancak binanın çatısı ahşaptan yapılmış. MEB yönetmeliğine göre yurt binaları ancak kâgir, prefabrik, çelik veya betonarme olabiliyor. İl ve ilçe MEB Müdürlüğünce gerekli denetimler yapılmadı mı? Yapıldıysa bu duruma nasıl göz yumuldu?
Kalanlar ilköğretim öğrencileri
Yangının çıktığı yurt binasının özel yurt olduğu biliniyor. Aslında yurdun bulunduğu Aladağ ilçesinde devletin yurdu vardı. Sinanpaşa Yatılı Bölge Ortaokulu Müdürlüğü’nün mevcut yurdu yıkılıyor, Belediye Başkanı yerine yeni bir yurt yapılacağını ilan ediyor. Olayın meydana geldiği akşam bir öğrenci velisinden öğrencilerin bazılarının bu yurda yerleştirildiği ve yurdun Süleymancılar cemaatine ait olduğu sözleri duyuluyor.
TIKLAYIN - EĞİTİM SEN'DEN KARAGÖZ: ÇOCUKLARIN O YURTTA BULUNMASI
MEB yönetmeliğine göre tüzel kişiler ancak gerekli şartları yerine getirerek ortaöğrenim ve yükseköğrenim yurdu açabilme yetkisine sahip. Facianın meydana geldiği yurtta kalanlar ilköğretim çağında olan çocuklar. Hadi diyelim ki yurt bir şekilde bu öğrencileri kabul etti. MEB Müdürlüğü yetkilileri böyle bir şeye nasıl müsaade eder? Yurt denetimden geçmemiş miydi yoksa?
Açıklamasında “Yılda iki sefer mülki idare amiri ile beraber denetleme yapılıyor” diyen MEB Bakanı İsmet Yılmaz’a sormak gerekir: Orada nasıl sıkıntı olmaz?
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün ifadesine göre şehirdeki 100 yurttan en az 80’i Süleymancılara ait. Akla 2008 yılında Konya’da yine aynı cemaate ait kaçak bir Kuran kursu binasında LPG gazı kaçağı nedeniyle meydana gelen patlamada 17 çocukla bir görevlinin öldüğü olay geliyor. Olayın 8 yıldır davası devam ediyor ve onca yıldır tek bir kişiden hesap sorulabilmiş değil! Savcı iddianamede yurt müdürüyle LPG şirketinin sorumlusunun kusuruna dikkat çekerek taksirle öldürme suçunun işlendiğini belirtmişti.
Geçen yıl ise Diyarbakır’da bir Kuran kursu yurdunda elektrik sobasının devrilmesiyle çıkan yangında ise altı öğrenci ölmüştü. Yine çıkış kapıları plastikti. Genleştiği için kilitlenen kapıdan öğrenciler kaçıp kurtulamamıştı. 68 gündüz öğrencisi bulunan kursun yurdunda gece 17 öğrenci kalıyordu. Ancak gece ruhsatı yoktu kursun. Herhâlde kalorifer de gece çalışmıyordu ya da derecesi düşüktü ki, çocuklar elektrik sobasıyla ısınmak zorunda kalıyordu. Olaya dair açılan soruşturmada ise hiçbir gelişme olmadı şimdiye kadar.
Bir sebebi var
6 milyar 482 milyon 979 bin liralık bütçesiyle 12 bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı, 6 milyon liraya müftülük binaları yaparken çocuklar “gecekondu yurtlarda” trajik bir şekilde can veriyor.
TIKLAYIN - TMMOB: ALADAĞ'DA YAŞANANLARA DENETİMSİZLİK YOL AÇTI
Ölenler yoksul ailelerin çocukları. Aileler ya ilçede başka yurt olmadığı ya da parasız olduğu için çocuklarını mecburen bu yurtlara göndermek zorunda kalıyorlar. Ne eleştirme şansları kalıyor ne de başka bir seçenekleri. Hayatları son bulan, hayalleri çalınan çocuklarını konuşurken boğazı düğümlenen yoksul insanlar ülkesi burası.
Devletin yurt ihtiyaçlarını cemaatler ile karşıladığı bir düzenden bahsediyoruz. Gidin bakın Anadolu şehirlerindeki özel yurtların büyük bir çoğunluğu dinî cemaatler arasında paylaşılmış durumda. Bu cemaatler siyasî iktidara itaat ettiği sürece iktidarlar, o cemaatlerin yaptığı şeyler yanlış olsa bile görmezden gelebilir / gelebildi pekâlâ bu ülkede. Devletin merkezinden başlayan din merkezli siyaset-tarikat / cemaat organik ilişki anlayışı çevreye yayılarak denetim mekanizmalarını ortadan kaldırabilir.
İster bu nedenle ister iltimas, rüşvet, keyfiyet, korumacılık, makam sevicilik gibi nedenlerle bürokrasi öyle bir hâl alır ki; liyakat ortadan kalkar, sorumluluğu bulunan yöneticilerin, müdürlerin, amirlerin hesap veremediği bir yapı çıkar ortaya. Örneğin Bakanlık kendine bağlı olan kurumun sorumlusunun yargılanmasına yasak getirir. Bunun örneğini Soma davasında görmekteyiz yahut polis merkezlerinde, toplumsal protestolarda kötü muamele yapan polislerden hesap sorulamamasında…
Keyfilik, adaletsizlik, cezasızlık kültürü yayılır. Adaletsizlik büyüdükçe büyür. Çocuk hakkı ihlallerinin, insan ölümlerinin önünü almak bir yana bu tür “cinayetler” peş peşe yaşanagelir. Yaşanan her adaletsizlikten sonra “Türkiye bir hukuk devleti değil mi? Neden bunlar oluyor?” gibi bir soru bile artık yaşananları ifade edemez olur. Çünkü adalet duygusu çoktan yara almıştır. Bütün değerler sistemi çökmeye başlamıştır.
Devlet katında il ilçe müdürlerinden bürokratlara değin hiç kimsenin kendi iradesiyle istifa ettiğini görmedik ama birçoğunun yanlışlarına rağmen ödüllendirildiğini çok gördük. Siyaset, sermaye çevrelerinden koruyup kollananları da… Hukukun üstünlüğü tam da bu keyfiliği, adam kayırmaları ortadan kaldırmak içindir hâlbuki. Ama işte Konya’daki olayda 8 yıldır bir sonuç yok. Diyarbakır olayına yönelik dava bile açılamadı.
O çocukları yine bir dizi ihmaller zinciri götürdü ölüme. Ama Aladağ için sorumluluğu üstlenen kimse çıkmayacak muhtemelen: Ne yıkılan yurdun yerine cemaat yurdundan başka bir alternatif koyamayan MEB ne bakanlığın il-ilçe müdürleri ne o yurda yapı ve kullanım izni veren belediye yetkilileri ne diğer kontrol elemanları ne yurt sorumluları ne de siyasetten bir sorumlu…
Ama yargı? Yoksa yine mi adaletsizlikten bahsedeceğiz?
Zaten ortada hep bir adaletsizlik var: gelir adaletsizliği! Yoksulluk biraz olsun ortadan kaldırılamadıkça, ölümler “kader” olmaya, ihmaller facia yaratmaya devam edecek. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanamadıkça; eğitim laik, çoğulcu, demokratik bir kimliğe kavuşamadıkça eğitimsel sorunlar artacak.
Ölümün bu kadar kutsandığı bir ülkede yaşam kaybediyor işte. Ölümün büyüdüğü yerde ise her şey küçülüyor; ülke de, cennet de, hayat da, gelecek de, düşler de. (SE/HK)