Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet/8 Mart 2019 Feminist Gece Yürüyüşü
Göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişte dikilen çadır bezleri, örülen ev duvarlarına bıraktı kendini. Avcı erkekler kamusal alanın sahipleri olurken kadınlar ise ev işçileri olarak belirlendi. Şiddetin görünmezlik zırhı evler oldu böylece.
Çünkü komün ve göçebe halinde yaşamak antisosyal davaranışlara ket vurur ve sizleri müdahaleye daha açık kılardı. Klan halinde yaşanılan, birlikte yemek yenilen ve birlikte uyunulan bir kalabalıkta, bir erkeğin bir kadına şiddet uygulaması daha zor ve buna müdahale edilebilmesi daha kolaydı.
Aynı zamanda yaşamak için ihtiyaç olan her şeyin kollektif emekle kazanıldığı bir dönem. Yerleşik ve bireysel yaşamların kurulmasıyla ev içlerine müdahale etme şansını sadece hane halkına verdik ve ev içindeki ihityaçların sorumlusunu kadınlar olarak belirledik. Bu yüzden üst kattan ya da yan binadan gelen şiddet seslerine daha tepkisiz ve sessiz kaldık.
Şaşarım aklınıza!
Görüldüğü üzere evin içi otokontrolün az olduğu alanlardır. Benzer karşılaştırmayı büyük aile olarak ve çekirdek aile olarak yaşayan çiftler için de örnekleyebiliriz. Büyük ailelerde sorunlara müdahale eden sayısı ile çekirdek aile de aynı potansiyeli taşıyan kişi sayısı aynı değildir. Bu sebepten kişilerin aynı süreçleri farklı yaşama ihtimalleri çok yüksektir.
Velhasıl bu geçişle birlikte önce şiddetin sesini kısan duvarlar inşa edildi sonra kadınlar buralara hapsedildi ve başladı ev içi emek ve şiddet mevzusu. Ev birçokları için bir konfor alanı olarak kabul görse de aslında toplumsal cinsiyet rol sınırlarının çizildiği mekanlar olmuştur. Ama tabi sizler bir sığınak olmasından ibaret sanıyordunuz değil mi ? Şaşarım aklınıza!
Etrafına örülen dört duvarıyla, mahremiyetten sımsıkı örtülmüş perdeli pencereleriyle, kısımlara ayrılarak alan yaratan odalarıyla ve onları kapatan/bölen kapıları ve mutfak tezgahlarıyla evler...Siyasi rejimlerin, dinlerin ve toplumsal cinsiyet rollerinin ab-ı hayatıdır da bilinmez. Hangi siyasi rejimlerle yönetildiğimizi, hangi dinlere inandığımızı ve cinsiyet eşitsizliğimizin hangi boyutta olduğunu bir evin içine bakarak söyleyebiliriz. Kişinin statüsüne, yaşına, medeni haline, ekomisine ve cinsiyetine göre değişkenlik arz eden, farklı anlamalara gebe bir sözcük, cinsiyetli mekanlardır evler.
Örneğin evin içinde genç bir kadın olmanızla yaşlı bir kadın olmanız aynı şey değildir, evli ya da bekar olmanız, kadın ya da erkek olmanız, çalışan veya işsiz olmanız...Bunların hepsi o evin içinde alacağınız konumu etkileyen kriterlerdir. Öyle ki gelenekselliğin halen katı olduğu birçok yerde; kocanın öldüğü hanelerde kadının ömrünü evin içinde yas tutarak yaşaması beklenir. Ev eşittir kadın denklemi geleneksel kodlarımızda var yani. Toplum evleri kadınlar için bir "yaşam alanı" olarak kabul etmek ister. Görüyorsunuz ya; bir evin bin hali var.
Emek
Bir de bu evin içinde bir emek var. O evin her gün yeniden üretilmesi için gerekli olan. Çamaşırların yıkanması, odaların süpürülmesi, perdelerin temizlenmesi, binbir teferruatla hazırlanan yemeklerin yapılması, halıya biriken saç kıllarının fırçalanması...gibi envai çeşitte aklın sınırlarını zorlayan türde bir emek.
Bir nefeste tüketilen ama bir ömürde bitmeyen işler işte. Yemek yapmak, temizlik yapmak, çocuk bakmak aslında hanenin her gün yeniden üretiminin ta kendisidir. Birçoğu için iş sayılmayan bu rutinler aslında ciddi bir disiplinle kadınlar tarafından yerine getirilir. Zira yemek yapmamanın bir ölüm ve cezada indirim sebebi sayıldığı bu ülkede aksi düşünülemez değil mi?
Ücretsiz ev işçileri..
Hane duvarları; kadınların ev içi emeğinin görünmezlik pelerinidir aslında. Verilen emek bir Yeşilçam motifi gibi romantikleştirilirken aynı oranda değersizleştirilir. Evimin anası, evimin prensesi veya evimin gülü derken bile mülkün kime ait olduğu da aslında alttan alta bilince yerleştirilir. O evin anaları, prensesleri ve gülleri aslında yalnızca birer ücretsiz ev içi emek işçileridir.
Zira verilen emek toplumsal olarak kabul görmez ve düşük bir statüye sahiptir. Dünyanın her yerinde hemen hemen her statüden ve her renkten kadının ortak sorunudur; ev içi emek mevzusu. "Bazı kadınlar yemek, bazıları devrim yapar" diyerek mutfak köleliğine karşı çıkmak istenilse de bu iddiaya devrim yapan nice kadının sofra donattığı tezi ile karşı çıkmak istiyorum. Hiçbirimiz bundan muaf değiliz ne yazık ki. Hatta hepimiz ev içi emek veren konumundayken hiçbirimiz birbirmize "meslektaş" olarak bakmayız. Evin temizlik hizmeti için işe alınan kadın ile işveren konumundaki "evin hanımı" meslektaştır aslında.
Ateşten çember
Her ne kadar aralarında işçi-işveren ilişkisi varmış gibi görünse de aslolan sadece birinin diğerinden daha fazla yetkiye sahip olması ve birinin yaptığı iş sonucu ücret alacak olmasıdır. Zira ev içi emek salt fiziksel iş yükünden ibaret olmadığı için iş veren görünümlü kadın zihinsel bir ev işçisidir aslında.
Yani bulaşığı kendisi yıkamasa da yıkanması geretiğini söyleyen, çocuk bakıcısının kim olacağını ,nasıl olacağını belirleyen ve nerden bulunacağını araştıran, akşam gelecek misafirlerin nasıl ağırlanacağı, nelerin sofrada sunumda olacağı ve kimin nerde oturacağına kadar detaylandırılan bir örüntü. Saymakla bitmeyen bir yığın zihinsel mesele. Tam zamanlı bir iş.
Bir de iş bölümü konusunda bir yedek oyuncu bile olmayan erkekler var ki yaptıkları her şeyi büyük bir lütuf olarak karşılamamızı beklerler. Çünkü evler onların konfor alanı, hükümranlıklarının zirve yaptığı mekanlardır.
Birçoğu için evin anlamına, erkek otoritesinin ve korkusunun ekildiği saksılar da diyebiliriz. Sosyal yaşamda bir otorite olarak dahi kabul görmeyen erkeklerin, evin içinde bir üstünlük illüzyonuna kapıldığını görürüz. İşte şimdi bizler için binlerce veryasyonu olan hanede malumunuz karantinadan dolayı erkeklerle daha fazla baş başa kalmış vaziyetteyiz. Kamusal ve özel alanın çizgilerinin iyice koyulaştığı bu karantina sürecinde ev kadınlar için daha keskin anlamlar kazabiliyor. Şiddetin mekansal bağı olmak gibi.
Yaşamak için faillerimizle evde baş başa kalmamızın istendiği bu günlerde ateşten bir çemberin içindeyiz adeta. Evlere hayatların değil ölümlerin sığacağı endişesi hangimizde yok ki?
Ev deyip geçmeyin! Evde kalmanın ne demek olduğunu siz bir de kadınlara sorun. Karantina sürecinde dünyanın her yerinde evlerin içinde iğnenin ucunda bir iplik, şiddeti dikiyoruz, biriktiriyoruz, bir çözüm bekliyor, alternatif istiyoruz. Bu dikişi sökmeye gelin. (AP/EMK)