Dondurmam Gaymak ve Entelköy Efeköy’e Karşı gibi çok başarılı ve özgün iki yapıma damgasını vurmuş Yüksel Aksu’dan yeni bir film müjdesi gelmesi çok güzeldi. Tabii filmde Cem Yılmaz gibi soru işaretleri taşıyan bir “mega-proje” aktörünün olması ise aynı ölçüde kafa karıştırıcı.
Yönetmen: Yüksel Aksu Oyuncular: Cem Yılmaz, Berat Efe Parlar, Okan Avcı, Yılmaz Bayraktar, Ummu Putgul, Macit Koper, Mustafa Alabora, Sümer Ezgü, Gün Koper |
Cem Yılmaz popüler kültürde kendisine çok değişik bir yer edinmiş, en nefret edenini bile arada gülmekten kırıp geçirmiş, yetenekli, çok zeki ama ne yazık ki reklam, pazarlama ve “para basma” sektörünün fazlasıyla içinde bir oyuncu-yönetmen. Bu “kötü” şöhreti gene de zaman zaman iyi işler çıkarmasına engel olmuyor. Örneğin yıllar önce çektiği ve oynadığı Hokkabaz gerçekten sınırlarını zorlayan başarılı bir yapımdı. Oyunculuk yeteneği vasatın üzerinde olan Cem Yılmaz belki de Yüksel Aksu’nun elinde iyi bir performans sergileyebilir, magazin basını ve sektörel işlerinin bizde çağrıştırdığı o olumsuz imajı bozabilirdi. Gerçi İftarlık Gazoz’un, alıştığımız Yüksel Aksu tarzı mütevazı bir filmden beklenmeyecek ölçüde, her köşe başında reklamı vardı. Ayrıca Kültür Bakanlığından aldığı büyük destek rahatsız ediciydi ve prodüktörleri arasında Reyan Tuvi’nin Gezi belgeselinin Antalya’da sansüre uğramasında büyük “emeği” geçen bir şahsın bulunması da ayrıca itici idi. Yine de, en azından biraz Ula havası almak, belki de ülkenin boğucu gündeminden de bir nebze uzaklaşabilmek adına İftarlık Gazoz’a biletimizi aldık.
Öncelikle gitmek hatasında bulunduğumuz, bir bankanın malum kredi kartının sponsor olduğu malum AVM zincir sinemalarında film 35 dakikalık reklam kuşağının ardından gösterilmeye başlandı. 13:30 seansında oynaması vaat edilen film 14:10 sularında, belki de 40-50 reklam döndürdükten sonra salondan yükselen protesto sesleri arasında başlayabildi.
Bu sinemalar zaten izleyiciden oldukça yüklü meblağlarda bilet parası talep ettiklerine göre bu inanılmaz sayıdaki reklam ve seyirciye karşı gösterilen saygısızlık nasıl açıklanabilirdi? Konuştuğumuz görevliler reklamların filmle beraber “paket” olarak geldiğini kısaltmalarının mümkün olmadığını açıkladıklarında, bunun ne demek olduğunu tam anlamasak da, filmi görmeden bayağı bir buz kesmiştik. Reklam kuşağının son sahnesinde, evet maalesef filmde de oynayan, Cem Yılmaz, Mert Fırat’a “şşt film başlıyor” şeklinde uyarıda bulunduğunda bizdeki film çoktan “kopmuştu”.
Dondurmam Gaymak gibi, İtalyan yeni-gerçekçiliği üzerinden yerli bazı varyasyonlar yaparken, hafiften de kapitalizm eleştirisi ve dostluk güzellemesi mi yapacaktı bu film? Ya da Entelköy Efeköye Karşı’daki gibi anarşist çevreciler ve pragmatist, cahil köylüler üzerinden hem güldürüp hem de iğneleyecek miydi? Ne yaparsa yapsın inandırması zordu, en başta filmi tamamen “metalaştıran” bozuk bir endüstriyel düzene verilen tavizler çok açıktı.
Filmin konusuna gelince, tahmin edilebileceği üzerine, Dondurmam Gaymak’ı fazlasıyla çağrıştıran bir senaryo üzerine ana çatı oluşturulmuş. Oradaki dondurmacının yerini Cem Yılmaz’ın olabildiğince iyi oynamaya çalıştığı Kemal almış. Yine ev yapımı, yerli üretim gazoz, benzer bir arabada etrafa binbir zorlukla satılmaya çalışılıyor. Yine akıllı, çalışkan bir çırak söz konusu. Öykü, Dondurmam Gaymak kadar “kendiliğinden” detaylara izin vermeden, daha belirlenmiş, profesyonel bir tarzda kotarılmış. 1970’lere giden senaryo, daha nostalji kokuyor. Arada hafiften gülümseten alıştığımız Yüksel Aksu tarzı “sıcak” mahalle esprileri de mevcut. Ramazan’da oruç tutmayı kafasını takmış çırak Adem (Berat Efe Parlar), ODTÜ’de anarşik olaylara karışan Komünist Hasan’dan çok etkilenir. Bir başka etkilendiği kişi de Ula’nın İmamıdır. Macit Koper’in oynadığı İmam, Ramazan’da oruç tutmak, nefsine hakim olamamak ve 61 gün ceza orucu tutmak gibi konularda bitmek bilmez vaazlar verdikçe küçük Adem’in kafası iyice karışır. Filmde (belki de büyük Kültür Bakanlığı desteğini de açıklayan) şaşırtıcı ölçüde uzun tutulmuş bu cami sahneleri ve dinsel retorik, Komünist Hasan’ın ufak dokundurmaları ile dengelenmeye çalışılır. Bir ağa oğlu olmasına karşın anarşistliği seçen ve çalıştırdığı tütün işçilerini hafiften bilinçlendirmeye çalışan Hasan’ın ülkücüler tarafından Adem’in gözü önünde vurulması filmin ortalama giden seyrini birden yoğun bir melodrama kırar. Haklı olarak pek çok eleştiride Çağan Irmak sinemasını hatırlattığı vurgulanan bu son 15 dakikada, filmin önceki havasıyla fazla bağdaşamayan ani ve yoğun bir gözyaşı vardır. Aslında, belki farklı bir insan malzemesi ve daha “samimi” bir toplumsal duruşla yapılmış olsa ilgi çekici olabilecek, 61 gün kefaret orucu tutmak ve ölüm orucunda 61. günde ölmek arasındaki sert analoji, İftarlık Gazoz’da tam ne demek istediği anlaşılamayan muğlak bir politik gönderme olmuş. Filmin en sonunda ekranda beliren Mevlana’dan alıntılanmış “Açlığa sabır, Allah’ın has kullarına bir lütfudur” sözü ölüm orucu tutan devrimciler ve “ilahi şefkat” arasında alışılmadık bir bağ kurarken filmin siyasi mesajı da iyice çorbaya dönmüş. Böylelikle film hem Cem Yılmaz sayesinde iyi bir ticari başarı elde ederken hem de, filmi eleştirme potansiyeli yüksek daha entelektüel izleyiciden de beğeni almaya çalışmış. Ve bütün bunları dinsel retoriği akıllıca kullanıp kendini siyasi anlamda riske atmadan yapmış. Yani karşımızda hem mahalle sıcaklığı saçan, hem güldüren hem de politik bir mesajı da (sanki) varmış gibi duran, herkese hitap etmesi muhtemel bir film var.
Evet, artık günümüz postmodern bireyi filmlerden her türlü hazzı almak istiyor. Hem gülmek, hem ağlamak, hem cami imamını dinlemek hem de ölüm orucunda ölenleri anarak toplumsal takılmak. Eh bu kadar hizmete karşı 35 dakika reklamın lafı mı olur. (AD/HK)