Belki biliniyor ama hatırlamakta fayda var yine de.
Düşünceyi ifade özgürlüğü, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19. maddesinde “Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir” diye tanımlanıyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir” deniliyor.
Türkiye’de ise düşünceyi ifade özgürlüğü, Anayasasının 26. maddesinde ifadesini bulan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” ibaresiyle güvence altına alınıyor. Ve ekleniyor: “Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
Ancak Anayasa düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında saydığı “(…) Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması (…), Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması (…)” gibi hükümlerle özgürlüklerin kısıtlanabileceğini söylüyor.
Bu, 12 Eylül askerî darbesinin ardından hazırlanan Anayasanın ruhunu yansıtan bir durum. Ucu açık ibareler bu yüzden büyük tartışma yaratıyor, örneğin neyin “devlet sırrı” olduğuna nasıl karar verilecek? Kamunun geniş kesimini ilgilendiren ama “devlet sırrı” denilen birçok olay var: Savaş planları, askerî mühimmat ve silah sevkiyatı, cihatçıların oradan oraya taşınması, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları gibi.
Ama bununla birlikte Türkiye’nin, AİHS’ne taraf olduğunun göstergesi olarak Anayasanın 90. maddesinde 2004’te yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtiliyor.
Burada asıl dikkate alınması gerekenin AİHS’nin düşünceyi ifade özgürlüğü tanımlaması olduğu vurgulanıyor bir bakıma.
Ama daha da önemlisi şu: Türkiye Cumhuriyet vatandaşları ifade özgürlüklerini ihlâl eden mahkeme kararlarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmeden önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurması isteniyor, 12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliğinden sonra.
Böyle bir değişiklikle Türkiye’nin özellikle de insan hakları konularında defalarca mahkûm edilmesi dolayısıyla yerle bir olan ülkenin imajını düzeltme hedefleniyor.
1959 ile 2013 yılları arasında Türkiye, ifade özgürlüğünü ihlâl ettiği gerekçesiyle 224 kez mahkûm oldu.
Mahkûmiyet kararlarının devam etmesi gösteriyor ki, yapılan değişiklik de pek bir işe yaramıyor.
Yine de Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) evrensel hukuk normlarını dikkate alarak son yıllarda özellikle de Twitter, Youtube gibi sosyal medyanın kapatılması/yasaklanması konusunda verdiği kararları not düşmekte fayda var. AYM, sosyal medyanın yasaklanmasının “Erişimin engellenmesinin ifade özgürlüğünün ihlâli” olduğuna hükmederek kararda şu ifadelere yer vermişti:
“Twitter.com sitesine erişimin tamamen engellenmesini öngören işlemin kanuni dayanağının bulunmadığı ve bu sosyal paylaşım sitesine erişimin kanuni dayanağı olmaksızın ve sınırları belirsiz bir yasaklama kararı ile engellenmesinin demokratik toplumların en temel değerlerinden biri olan ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale olduğu açıktır.”
Hatice öğretmen açlık grevine girmişti
Durum bir ileri bin geri misali ülkenin pek çok köşesinden düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırı gelişmeler yaşanıyor.
Eskişehir’de Hatice Yüksel adlı bir İngilizce öğretmeni, gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılması için okuduğu basın açıklamasından ve oturma eylemi yaptıklarından dolayı gözaltına alınıp serbest bırakılıyor ancak Beylikova Atatürk Ortaokulu’nda görev yapan öğretmen MEB tarafından açığa alınıyor.
Yeniden göreve dönmesi için mücadeleye giren Hatice Yüksel, “Basın açıklamasına katılmak suç değildir, işimi ve öğrencilerimi istiyorum” pankartıyla valiliğe teslim edilmek üzere bir imza kampanyası başlatıyor.
Hatice öğretmen bin 685 imza toplamasına rağmen bir sonuç alamayınca süresiz açlık grevine başlıyor.
“Bedenim açlığa alışmaya başladı sanırım. Baş ağrısı ve hâlsizliğim geçti. Açlığım da sanki öğlen yemeğini yemişim de akşam yemeğine az vakit kalmış düzeyinde hissettiriyor kendini” dese de Hatice Yüksel, pek çok insanın ona destek olmasıyla bu gücü bulduğunu anlatıyor: “Bir arkadaş hep aynı şeyleri anlatmaktan sıkılmıyor musun diye sordu bana. Aslında her gün aynıymış gibi görünse de birbirinden farklı birçok insanla tanışıyorum. Bu da farklı sohbetler anlamına geliyor. Hepimizin hayatları hikâyelerle dolu, sohbet ettikçe ortaya çıkıyor. O yüzden sıkılmak bir yana, bu güzel insanlarla tanışmaktan dolayı çok güzel ve dolu dolu vakit geçiriyorum diyebilirim.”
Dayanışmanın ona güç verdiği besbelli ama devlet katında sesini duyan var mı Hatice öğretmenin?
İfade özgürlüğünün böylesine önemli bir “hak” olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım!
(Hatice Yüksel geçen hafta işine iade edildi)
Düşünce özgürlüğünün çok boyutlu hâli
Bir ya da iki değil ifade özgürlüğü ihlâlleri!
Taksim’de metro çıkışında “İyi ki doğdun Berkin Elvan. Mücadelemizde yaşayacaksın. Dev-Lis” pankartı açan 19 yaşındaki bir lise öğrenciyle birlikte iki eylemcinin “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” ve “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından 8 yıla kadar hapsi isteniyor.
Bolu’da bir üniversite öğrencisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içerdiğine kanaat getirilen bir tweet’i retweet ettiği için “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla kaldığı öğrenci yurdunda gözaltına alınıp ifade verdikten sonra serbest bırakılıyor.
Rize’de HES protestosu yapan aralarında 81 yaşındaki Fatma teyzenin de bulunduğu 39 köylüye, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125/4. maddesi gereğince “alenen zincirleme hakaret” suçundan dört, TCK’nın 117. ve 119. maddeleri uyarınca “iş ve çalışma hürriyetinin ihlâli” suçundan dört ve TCK’nın 151. maddesi uyarınca “mala zarar verme” suçundan üç yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılıyor. Ne var ki, onca insana biber gazı ve copla müdahale ederek döven Jandarmalar hakkında valilikten soruşturma izni çıkmıyor!
Bursa’da ise metal işçileri direnişleriyle ilgili Facebook ve Twitter’daki hesaplarından yaptıkları paylaşımlar Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) başvurusuyla mahkeme tarafından engelleniyor. Emekçinin sesi duyulmasın diye.
İşin basın ayağında yaşananlar ise şöyle:
Today’s Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in, attığı bir twette “rezil” ifadesini kullandığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle hükmün açıklanması geri bırakılarak 1 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılıyor.
Evrensel gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat hakkında “Roj Tv muhabiri olmak”tan 7 yıldır soruşturma yürütülüyor. Âdeta gazetecilik görevini yaptığı için suçlanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” diye tehdit ettiği MİT TIR’larıyla ilgili “devlet sırrı”nı ifşa eden haberi yayınlayan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın ise Erdoğan’ın bireysel suç duyurusunda bulunması dolayısıyla bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet ve 42 yıl hapsi cezası ile cezalandırılması isteniyor.
Örnekler o kadar çok ki!.. Son zamanlardaki gelişmelerden yola çıkarak düşünce özgürlüğünün farklı boyutlarında Türkiye’deki durumuna yönelik genel tabloyu çizmeye çalıştım.
Pankart açmaktan tutun da toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlâline; paylaşılmış bir “düşünce”nin yeniden paylaşılmasının suç teşkil etmesinden HES protestosunda yıllardır mücadele veren insanların “kamu malına zarar verme” suçlamasıyla birlikte “hakaret suçu”na, “rezil” örneğinde olduğu gibi tek bir ifadeden anlam çıkartılarak “suçlama”ya değin düşünce özgürlüğünü yok sayan pek çok olay.
Ama bir de kanalda muhabir olarak çalışmanın suç teşkil etmesinden ifşa olan “devlet sırrı”ndan sonra Cumhurbaşkanı’nın tehdidiyle suçlamaya, bir başka deyişle “gazeteciliğin yargılanmasına” kadar “basın özgürlüğü”nü de içine alan geniş bir yelpaze var karşımızda.
Şimdi yazının başında evrensel hukuk normlarını oluşturan Beyanname'yi, sözleşme maddelerini, Anayasayı ve ifade özgürlüğünün yalnız olağan fikirlerin açıklanması yönünden değil ve ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin açıklanmasını kapsadığını da göz önünde bulundurarak, devletin konuya yaklaşımını bir kez daha düşünelim... (SE/AS)