Francesca Borri ile birlikte Suriye'nin Tozu'nda İdlip'teyiz; devamla Halep ve Rakka'da olacağız. Dinliyoruz.
Suriye’de bile nisan bahardır. Dağları mor, sarı çiçekler kaplar, aralarda beyaz papatyalar. Tatlı bir rüzgar eser, yasemin kokusu ve güneş ışığı ile beraber. Ama hemen solumda duran evde, dün akşam saatlerinde, Asma intihar etti. Kafasına sıktığı tek kurşunla. Sadece 13 yaşındaydı. Suriye’de artık nisan bahar değil.
İdlib, Bahar 2013
Türkiye sınırında Kuzey’de yer alan İdlib isyancılar tarafından ele geçirilen ilk belde. Ama bu ülkede herhangi bir yerin ele geçirilmesi güvenli olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü burası havadan yağan bombalar ülkesi.
Her gün beklenmedik bir anda ve yerde üstünüze yağıyorlar. İsyancıların hava saldırılarına karşı kullanabilecekleri savunma sistemleri yok. Tek korumaları kötü hava koşulları, sis, bir de İslamcılar.
Libya’dan Afganistan’dan, Tunus’tan, başka savaşlardan gelmişler. Onlar olmasaydı Esat güçleri çoktan burayı ele geçirmiş olurdu. Amaçlarının ne olduğunu kimse tam bilmiyor. Görünmezler adeta ama korku salıyorlar. Yaşam Kalaşnikoflar ve kontrol noktaları arasında sürüyor. Ama her şey karmaşık, kaos var. Güneşin kuruttuğu korku dolu bir rüzgar esiyor sokaklarda.
Mezarlarda
Jabal al Zawiya, Roma ve Bizans mezarlarını barındıran, çıplak kayaların arasında uzanan yeşil bir vadi. Kimsenin uğramadığı, gezmediği bir yer. Ama birden kayaların arasındaki makilerde bir pırıltı çarpıyor gözünüze, biraz dikkatli bakınca bu bir çaydanlık.
Biraz ileride yırtık bir gömleğin parçaları var otlara takılmış gibi, kayaların arasında bir plastik parçası, ama aslında bu bir kapı. Sonra yerin altından çıkmaya başlıyorlar, on, yirmi, otuz belki de daha fazla insan.
Savaşın sonunu beklemek için buraya sığınmışlar, mezarların içinde yaşıyorlar. Rutubetten yosun tutmuş taşların arasında.
Çoğu tüberküloz hastası, kuru kuru öksürüyorlar. Nader 26 yaşında, karısı Sanaa 22, kucağında oğulları Ömer 19 aylık. Nader’in elinde bir ilaç kutusu var, bir tek bunu bulabildim eczanede diyor. İlaç menenjit için, “hiç yoktan iyidir” diyor boş bakışlarla.
Ekmek, çay ve yağmur suyu ile yaşıyorlar. Eylül ayından beri buradalar, hiç kimse uğramamış yanlarına. Ne Kızılay, ne sınır tanımayan doktorlar, ne sivil toplum örgütleri.
Ray-Ban
Onlara İstanbul’da kurulan Ulusal Koalisyon’dan söz ediyorum. Boş bakıyorlar yine. Ne istersiniz diye sorduğumda aldığım yanıt, sadece “şeker” oluyor. İki ailenin fertleri bu insanlar, toplam 22 kişiler. Eşyalarını bir zeytin ağacının dibine gömdükten sonra buraya sığınmışlar.
Yakınlarda bir köyde, al-Bara’daki evleri, bir hava saldırısında tamamen yok olmuş. İnsanlar ve evler toza dönüşmüş. Kurtulanlar, toz olmayanlar, korkudan toprağın altındaki bu mezarlara girmişler. Idlib’de bir işi olan ve gündüzleri memur olarak çalışan Ahmet geceleri mezarda yatıyor.
“Paraya ihtiyacım var, ekmek ve çay alıyorum hiç değilse. Tek isteğim bu savaşın bitmesi, ne Esat’ın yanındayım, ne de isyancıların, bir zamanlar ben de senin gibi normal bir hayat yaşıyordum, senin gibi Ray-Ban güneş gözlüğüm vardı.”
Mezardan gün ışığına çıktığımda, çocuklar bana topladıkları kır çiçeklerini veriyorlar ve kollarıma sarılıyorlar, sanki onlar için bir şey yapabilirmişim, buraya onları kurtarmaya gelmişim gibi.
Oysa tek yapabileceğim şey bir yazı yazmak, kimsenin vicdanına bile değmeyen, hatta kendime bile değmeyen bir yazı, çünkü bu çocuklar kimsenin umurunda bile olmadıklarını bilmiyorlar. Suriye’de anlayacak ne kaldı ki? Sorulacak ne var ki?
Halep, Bahar 2013
Halep açlıktan kırılıyor, tifüs salgını başladı. İnsanlar, evlerinde ne varsa sokaklarda satıyorlar. Örtüler, tabaklar, çatallar, tencere, tava akla gelebilecek her şey satılık.
Çünkü Halep artık bir yıkıntı, insanlar hasta, yüzleri yara bere içinde, kediler bile hasta ve sakat. Bir soru sormak istiyorsunuz, yanınızdaki tercüman ağlamaya başlıyor ve “özür dilerim, çok özür dilerim ama bunları anlatacak sözcükleri bulamıyorum” diyor hıçkırıklar arasında.
Fuad Zeytun, genç bir adam, elindeki Nokia’da size bir fotoğraf gösteriyor, kızının kopuk kafası, bir rafın üstünde asılı gibi duruyor.
“Ölenlerin isimlerini ister misin? Elimde liste var, ama istemezsin, senin için toplam sayı önemli, 117 ölü. Yazacağın yazıda bir isim bile değiliz, yaşamlarımızdan geriye ne kaldı ki? Görüyorsun değil mi?”
Yağma
Bombalar düşmeye devam ediyor. Sonra yağma başlıyor. Sonra isyancılar arasında kimin neyi alacağı kavgası. İsyancıların sözcüsü “bu haberleri yapan gazetecilerin yalanları bunlar” diyor bana, üzerinde “satışı yasaktır” yazan bir paket pirinci alırken. İnsani yardım için gelen mallar da satılık.
Suriyeliler büyük çoğunluğu ile Esat rejimine karşılar, ama aynı şekilde Halep’i bu savaşa sürükleyen isyancılara da. Hazır olmadıkları, kazanamayacakları bir savaşa girdikleri, mallara el koyup yağmaladıkları ve ülkeyi Jabhat al-Nusra’nın eline terk ettikleri için.
Yabancı savaşçılar; Sudan, Somali, Belçika, Bosna, İsveç, Yemen, Endonezya, İrlanda gibi ülkelerden gelenler ellerindeki silahlar ve savaş deneyimleri ile gelip, Esat rejiminin isyancıları yenmesine engel oldular. Ama bunu yaparken ülkenin dengesini de bozdular, laik bir ülke olan Suriye, İslami güçlerin eline geçti. Ben de kaskımın altına kara çarşaf sarıyorum artık.
Kimin Suriyesi?
Sonuçta, siz aylarca da kalsanız burada, Suriye ile ilgili ancak bölük pörçük bilgileriniz olur. Birincisi her zaman bir tercih yapmak zorundasınız. Esat’ın Suriye’si mi, isyancıların Suriye’si mi?
Esat’ın Suriye’si için izin alsanız bile, anestezi almış gibi yazmak zorunda kalırsınız. Şam’da kahvelerde yaşamın hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğini, tenis maçları yapıldığını, eskisi kadar taze balık olmasa da restoranlarda yine iyi yemek yendiğini vb..
Şam’ın dış çeperlerine, Halep gibi savaşın olduğu yerlere ise gidemezsiniz. Hama’ya giremezsiniz. İsyancılar cephesinde de yine kırmızı çizgiler vardır, mesela Atmeh, mesela İslamcıların denetiminde olan yerler. Onun için gerçek şu ki aylarca da kalsanız, Suriye ile ilgili bilgileriniz hep kopuk, hep eksik olacak.”
Rakka, yaz 2013
Rakka, Halep’ten yüz mil uzakta, Doğu’da, Irak’a yakın. Nüfusu 220 bin, iç göçle gelen 600 bin kişi var. Savaşın sürdüğü Halep -Dara koridorundan uzakta kaldığı için güvenli olarak görülmüş ve insanlar buraya sığınmışlar.
Çölün ortasında bir şehir olan Rakka, bu yılın Şubat ayında, isyancılar tarafından yirmi gün içinde ele geçirildi. Bu başarı isyancılardan çok, her zaman Şam’dan göreceli bağımsız olan yerel yöneticilerin bir noktada isyancılara yardımcı olmalarından kaynaklanıyor.
Rakka’yı koruyan ordu birlikleri Halep’tekiler kadar direnmeyince, şehir yirmi günde isyancılara geçti ve Rakka, tümüyle isyancılar tarafından yönetilen ilk şehir oldu. Ama şehrin yönetimi hiçbir zaman Ulusal Koalisyon’a, Suriyelilere geri verilmedi.
İlk zamanlar ÖSO ve Devrimi Destekleyen Dini Konsey adı verilen bir yapı tarafından ortak olarak yönetildi. Bunun sonucun olarak şehir yeniden yapılanmadı, paralar elektrik, su ve ekmek gibi temel ihtiyaçlara değil, Şeriat yasalarına göre yönetilmeye harcandı.
Yasaklar
Kadınların yüksek ökçeli ayakkabılar giymesi, müzik çalınması, alkol ve sigara yasaklandı. Bugün şehir yağmacılar, yasaklar, kaçırılan insanlar kenti. Yönetim ve güç çok kısa bir sürede İslamcıların eline geçti.
İlk başlarda halkın desteğini sağlamak için su ve elektrik vermeye, gıda ve ilaç dağıtmaya, bir tür kamu düzeni oluşturmaya çalıştılar. Ama bu uzun sürmedi. O sırada bölgede hakim olan Ahrar al-Sham örgütü Rakka bankasını soydu ve elde ettikleri paralarla silah aldılar.
Bölgede Der Zor ile birlikte petrol üreten bir şehir olan Rakka’da, başka bir düzen kuruldu. Petrol kuyularının olduğu bölge isyancıların, petrol boru hatlarını bulunduğu bölge ise Esat rejiminin elindeydi. İki taraf petrol üretimi ve dağıtımı konusunda hemen anlaştılar. İşin içinde petrol ve para olunca, anlaşma da oldu!
İran
Başka tuhaflıklar da var, mesela isyancıların birinin pasaportunda İran damgası var. İran, Esat’ın destekçisi oysa! İsyancıların genel merkezleri Esat güçleri tarafından hiç bombalanmıyor! Onun için bizim gibi gazetecilerin Der Zor’a, Rakka’ya girmeleri yasak. Bir kirli oyun oynanıyor, herkesin bir eli diğerinin cebinde, ceremesini çeken ise Suriye halkı.
Rakka’nın en bilinen aktivisti bir Hristiyan; Jimmy Shininian, 25 yaşında, mühendis. “Anlıyorum, Suriye siz gazeteciler için birçok savaştan biri, ama bizim için öyle değil, bu bizim tek hayatımız, birçok hayatltan biri değil” diyor bana.
“Ama artık başka birilerinin savaşının tutsağı olduk. Sadece devrimi değil, Suriye’yi de kaybettik. Rakka’da yaşayan insanların çoğu İslam devletine karşı, yarısından fazlası sadece karşı değil, nefret ediyorlar. Ama yapabileceğimiz hiçbir şey yok, para ve silah onlarda.”
İki yıl önce Şam’da duymuştum benzer sözleri, o zaman Esat için söyleniyordu. Esat ve İslamcılar arasında kalan ise Suriye halkı, gerçek sahipleri ülkenin. (MUT/APA)
Yarın: Yeni Model Askeri Güçlerin Denetiminde Bir Suriye mi?
Kaynaklar
- Francesca Borri, Syrian Dust/ Suriye'nin Tozu/ Reporting from the heart of the battle for Aleppo, Seven Stories Press, New York, 2016.
- Harun al-Aswad, Desperate Syrians flee Lebanon to Turkey, via Syria, in Syria-Turkey border, Middle East Eye, 13 Eylül, 2019
SURİYE'NİN TOZU'NDAN/ MELEK ULAGAY TAYLAN
3/ Abdullah'ı Vurdular, Cenazesine Gidemedik, 7 Kırmızı Gül Bıraktım