Afrika kıtasının kolonyalizme karşı mücadelesinde mühim rol üstlenmiş olan Amílcar Cabral hakkındaki belgesel IDFA’nın uluslararası yarışmasında yer aldı. Gine-Bissau ve Yeşil Burun Adaları (Cabo Verde) Portekiz sömügesi iken devrimci kimliğinin yanında şairliği ve tarım mühendisi vasfıyla da tanınan Cabral karizmatik bir lider olarak ortaya çıkmıştı. Ütopik bulunan fikirleri yalnız kültürel ve silahlı bir devrime yol açmamış, tüm kıtadaki bağımsızlık hareketlerine de ilham vermişti.
2025 yılı, İspanya, Portekiz, Fransa, İsveç, Cabo Verde ortak yapımı 87 dakikalık ibretlik belgesel adını taşıdığı kahramanın hatırasını layıkıyla onurlandırıyor. Filmin senaryo yazarlarından biri olarak da karşımıza çıkan yönetmen Miguel Eek arşiv malzemesini ustalıkla değerlendirip enerjisi bulaşıcı bir esere imza atıyor. Hususi hayatının birçok teferruatına da vâkıf olduğumuz Cabral’ın şiirleri ve iki eşine yazdığı mektuplar bize film boyunca ihtimamla tutulmuş bir günlük misali rehberlik ediyor.

Umutla dolu olduğu kadar gerginlikle de bezenmiş belgeselin atmosferi isabetli müzik eşliği sayesinde katmerleniyor, işgalci ve sömürgeci Portekiz’in istihbarat örgütünün dökümanları sinsiliğin soğukluğunu tenimizde hissettiriyor. Gayet tatmin edici karakter analizi sayesinde karşımızda net bir şekilde Cabral’ı görüyor; vizyonerliğini diplomatik olduğu kadar acımasız yanlarıyla da tanımayı başarıyoruz. Gine-Bissau’nun ve Cabo Verde adalarının bağımsızlığı yaklaşırken yalnız Portekiz ordusu tarafından değil, Cabral’ın ekibinden hainlerin de ilmeği nasıl daralttıklarına şahit oluyor; 1973 yılında hayatını özgürlük yolunda yitirmesinin ardındaki karanlık güçlerin ortaya çıkarılmasını öfkeyle talep eder hâle geliyoruz.
IDFA’da olağanüstü sanatsal katkı ödülüne layık görülen Amílcar belgeseli Gijón/Xixón Uluslararası Film Festivalinde de “AMAE” en iyi montaj ödülünü hakkıyla kazandı; muhakkak tavsiye ederim.
Hazinelerin iadesi ne zormuş öyle!
Geçen sene Dahomey adlı belgesel dünya çapında kendinden bahsettirmiş, yönetmen, senaryo yazarı ve prodüktör Mati Diop günümüzde Benin adını almış diyardan Fransa’ya kaçırılmış eserlerin iadesine bizi layıkıyla dahil etmişti. 38. IDFA’nın uluslararası yarışmasında yer alan Filler ve Sincaplar (Elephants and squirrels) adlı belgesel ise bizi İsviçre’ye Sri Lanka’dan götürülmüş eserlerin ve insan kalıntılarının akibetiyle tanıştırıyor. Sri Lanka’lı kadın sanatçı Denneth Piumakshi Veda Arachchige 2019 yılında İsviçre müzelerinde bir araştırma yaparken mevzubahis eser ve kalıntılara rastlıyor ve iadeleri için adeta seferber oluyor.
Adanın yerlilerinden Wanniyala-Aetto’lara ait kalıntıların iadesi aslında 1970’lerde İsviçre’den talep edilmiş, lakin reddedilmişti.

20.yüzyılın başlarında, kuzen olup eşcinsel münasebet halinde oldukları için İsviçre’de aşağılanan, dışlanan, hatta lanetlenen Paul ve Franz Sarasin kendilerini antropolojik araştırmalara adamışlar ve “günahlarını” adeta “affettirmek” için memleketlerine sözkonusu eserler ve kalıntılarla dönmüşlerdi.
2025 senesi, İsviçre yapımı 115 dakikalık belgesel, uzunluğuna rağmen kendini zevkle seyrettiriyor. Yönetmen, senaryo yazarı ve montaj hanelerinde adını gördüğümüz Gregor Brändli bize yaşlı kıtanın üstünlük komplekslerini bir kez daha hatırlatıyor.
Kendinde her şeyi hak görmek, izin almadan başkasının malına el koymak, üstünlük hisleriyle dolup taşmak, sömürgeciliğe maruz kalmış coğrafyalardaki kadim halkları aşağılamak ve daha birçok hastalıklı bakış açısı zarif bir dille belgeselde irdeleniyor.
Basel’deki bazı müze yetkililerinin düştüğü gülünç hal, ırkçı bakış açıları ve pozisyonlarında sabit kalma inadı görülmeye değer. Film boyunca en çok duyduğumuz deyim “dekolonizasyon”, lakin müze depolarına ganimet şeklinde kaldırılmış eserlerin ve kalıntıların sayısı bile bilinmezken sözkonusu dekolonizayonun gerçekleşmesi ne kadar mümkün?
Müze yöneticileri, küratörler, araştırmacılar mevzuyu layıkıyla tartışıyor; bürokrasi dağları aşılıp bir zamanlar cennetvari özellikleriyle tanınan Sri Lanka’ya bazı eser ve kalıntıların iadesi sonunda mümkün oluyor.
O ne isyan öyle!

ABD halkı iktisadi bir krizle boğuşurken Trump geçenlerde “dostu” Arjantin Devlet Başkanı Javier Gerardo Milei’ye yüklü bir para yardımında bulunmuştu. Aralarındaki derin sempatinin birbirlerine benzemelerinden mi kaynaklanıyor bilinmez lakin ABD’nin Güney Amerika kıtasıyla alakalı hep karanlık planları olduğu, bağımsızlıklarından hoşlanmadığı diyarları her zaman potansiyel bir sömürge olarak gördüğü ve icraatlarıyla bunu ispat ettiği malum. Bu yazı yazılırken sicili gayet kirli ABD ordusunun petrol zengini Venezuela’ya uluslararası hukuku yok saymak suretiyle her an saldırma ihtimali yüksekti.
Devlet kontrolünün bir an elden kaçar gibi olduğu Arjantin’de 2001 yılını hatırlayanlar mutlaka vardır. Ekonomik krizin katlanılmaz hâle gelmesiyle halk yavaş yavaş isyan etmeye başlamış, kemer sıkma politikası sonucunda bankadan haftada 250 pesodan fazla para çekilememesi bardağı taşıran damla olmuştu. Ne de olsa maaşlar artık ödenemediği gibi, emekliler aylarca parasızlığa talim eder hâle gelmişti. Millet sokaklara dökülmüş, siyasetçiler ve bankacılara veryansın edilirken iş çığırından çıkmaya başlamıştı. Dükkan vitrinleri vandalların saldırısına maruz kalmış, bilhassa aç kalmış insanlar yağmacılığa başlamıştı; yoksa öylesine güçlü bir halk hareketine karşı devlet, zamanında müdahalede aciz mi kalmıştı?
Yönetmen ve senaryo yazarı hanesinde adını gördüğümüz Lucas Gallo bizi o günlere, isyanı tenimizde hissedecek yoğunlukta taşımayı başarıyor.
Protestoların yoğunlaştığı Aralık (Diciembre/December) ayından adını alan 2025 Arjantin, Uruguay ortak yapımı 105 dakikalık belgesel bilhassa kıvrak montajıyla dikkat çekiyor. Halkın zincirlerinden boşanmış hâlleriyle net kontrast oluşturan siyasetçilerin gamsız ve küstah tavırları, adeta bir kara mizah şahikasıyla karşı karşıya olduğumuzu hissettiriyor. Zaten montajda imzası olan Fernando Epstein (ABD’li müteveffa pedofil Jeffrey Epstein’le alakası yoktur!) IDFA’da filme en iyi montaj ödülünü layıkıyla kazandırdı. Devletin paçaları tutuştuğunda isyanın sürdüğü beş hafta boyunca peş peşe beş ayrı Devlet Başkanı seçerek vaziyeti kurtarmaya girişmesini, medayayı kontrol altında tutup direnişi yok saymaya çalışmasını, siyasetçilerin riyakârlıklarını suratlarında eksik olmayan tebessümle kamufle edişlerini mazoşizmle bezenmiş bir hedonizmle seyrediyoruz.
Bu belgesel bence siyaset ile iktisat bilimlerinin, ayrıca sosyolojinin okutulduğu eğitim kurumlarında mutlaka değerlendirilmeli!
(MT/HA)







