Uluslarararası belgesel film festivalinin dikkat çeken bölümlerinden Luminous ve Frontlight her zamanki gibi etkinliğin geniş programını layıkıyla zenginleştiriyor. Türkiye mevzulu iki belgesel dahil olmak üzere bu bölümde yer alan bazı filmlerin içeriği festival kataloğuna şöyle yansımış:
Yönetmenliğini Burcu Melekoğlu ile Vuslat Karan’ın üstlendiği Mavi Kimlik (Blue ID) dünya prömiyerini Amsterdam’da gerçekleştiriyor. IDFA’nın Luminous adlı bölümünde yer alan Türkiye 2022 yapımı 85 dakikalık film memleketteki tutuculuğu bir kez daha yüzümüze vuruyor.
4 Ekim 2012’de gözleri sevinçle parlayan Rüzgar Erkoçlar cinsiyetine kavuşma yolunda mühim bir adım sayılan ilk testosteron iğnesini olmuştu.
Bu yolculuğun ne kadar zorlu ve dolambaçlı olabileceğini tahmin edebilmiş miydi? Geleneksel değerlerin ön planda olduğu Türkiye’de daha önce ünlü bir aktris olduğu için gazetelerin manşetlerine çıkabileceğini tahmin ediyor muydu? Sosyal medyada abuk subuk olduğu kadar saldırgan yorumlarla ailesi baş etmek zorunda mı kalacaktı? Ta başından beri ait hissettiği erkekliğe kavuşma yolunda acımasızca lanetleneceğini tahayyül etmiş miydi?
Belki de hepsi önceden tahmin edilir sonuçlardı bunlar, homofobi ve transfobinin gayet yaygın olduğu Türkiye toplumunda.
Rüzgar için cinsiyet yolculuğunda en şanlı an kimlik kartının pembeden maviye dönüşmesi olmuş. Örselenme, aşağılanma ve sonsuz bekleyişlerden müteşekkil tüm süreç, aile içinde ve şahsen çekilmiş amatör filmleri andıran bir tavırla belgesele yansıtılmış.
Mutlu Kaya vakası
IDFA’nın Frontlight bölümünde yer alan My Name is Happy’nin yönetmenleri Nick Read ile Ayşe Toprak. 2022 Birleşik Krallık yapımı 82 dakikalık bu filmin dünya prömiyeri de Amsterdam’da gerçekleşiyor.
Mutlu Kaya onlu yaşlarındayken Türkiye’nin ümit veren Kürt kadın şarkıcılarındandı. 2015 yılında Yetenek Sizsiniz Türkiye! programında tam başarıya ulaşacakken evlenme teklifini reddetmiş olduğu bir erkek tarafından vuruldu ve hayati tehlike atlattı.
Rehabilitasyon yılları sırasında şarkıcılık kariyerini tekrar canlandırmaya çalışırken ailesi yeni bir şiddet vakasıyla altüst oldu. Mutlu’nun ablası Dilek nişanlısı tarafından öldürülmüştü.
Her zamankinden daha kararlı Mutlu artık bir TikTok yıldızı ve protest bir şarkıyla kadın cinayetleri mevzusunu irdeliyor.
Mutlu Kaya’yı ve beraber müzik yaptığı yakın çevresini gayet çileli mücadelelerinde, iyileşme sürecinde, adalet arayışında, Türkiye ve tüm dünyada kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesine karşı direnişlerinde izliyoruz. Kaya ailesine ait çok özel görüntüler Mutlu’nun katıldığı yetenek yarışmasından arşiv görüntüleriyle harmanlanıyor ve medyanın bu aciliyet barındıran meselesine bakış açısı muhtelif misallerle teşhir ediliyor.
Şarkı deyip geçme
IDFA’da uluslararası prömiyerini yapacak olan Bella Ciao adlı belgesel hürriyet adına en çok söylenen şarkıyı masaya yatırıyor. Giulia Giapponesi’ninyönettiği 2022 İtalya yapımı 92 dakikalık film festivalin Frontlight bölümünde yer alıyor.
On yıllarca boyunca haksızlığa karşı nerede mücadele verildiyse Bella ciao şarkısı mutlaka söylenmiştir. İkinci Cihan Harbi sırasında faşistlere karşı direnen İtalya’daki partizanların marşı olduğu genel kanısı dünyaya hakim olsa da bunun gerçek olup olmadığını tartışanlar da var. Ne de olsa şarkının kökenleri meçhul.
Yoksa Bella ciao İtalya’daki çeltik tarlarında sömürülen işçilerin söylediği bir halk şarkısı mıydı?
Röportaj yapılan muhtelif kişiler mevzu hakkındaki görüşlerini ifade ederken film arşiv görüntüleriyle zenginleştiriliyor.
Sonuçta şarkının kökenleri, Bella ciao şarkısını söyleyenler için manasından çok daha önemsiz. Kürt bir kadın çocukken şarkıyı ilk defa dinlediği sihirli anı hatırlıyor: Bir protesto yürüyüşü sırasında yasaklı olan Kürtçe dilinde!
Filmde mevzubahis şarkının özgürlük mücadeleleri verilirken farklı coğrafyalarda farklı nesilleri birbirine nasıl bağladığına şahit oluyoruz. Belgeselin odağında demokrasinin çeşitli seviyelerde saldırı altında olduğu İtalya, Türkiye ve Irak var.
İşkence raporu
İspanya’nın Bask bölgesindeki karanlık mazi Karpeta Udinak (Blue Files) adlı belgeselde irdeleniyor. IDFA’nın Frontlight bölümünde uluslararası prömiyerini gerçekleştirecek 113 dakikalık 2022 İspanya-Fransa ortak yapımı filmin yönetmeni Ander Iriarte.
Bask kimliğini gururla taşıyan sinemacı Iriarte babasının İspanya polisi tarafından işkenceye maruz bırakıldığını daima düşünürmüş. Fakat bundan emin olamıyormuş çünkü babası maziden hiç bahsetmezmiş. Ne var ki Bask Hükümetinin Barış Planı çerçevesinde 1960 ile 2014 yılları arasında meydana gelmiş işkence vakaları hakkında geniş bir araştırma projesine katılınca vaziyet babası için değişmiş.
Birleşmiş Milletlerin desteğindeki nihai rapor 4 binden fazla işkenve vakasını kanıtlarıyla ortaya çıkarmıştı. Iriarte’nin babasının üç gün süren sorgulama ve işkenceden sonra çözülmüş olduğu anlaşılmıştı.
Filme çekilmiş şahitlikler inanılması güç gaddarlık pratiklerini ortaya çıkarıyor. İşkencenin ne olduğunu anlamak ve kurbanlarının maruz kaldığı kişilerde yarattığı etkileri kavrayabilmek için Iriarte psikiyatrlar, hukukçular ve araştırmayı yürütmüş olan diğer uzmanlarla görüşüyor. İstanbul Protokolünü de detaylarıyla tartışıyorlar; ne de olsa 1999 yılında Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği protokol işkence ve diğer insanlık dışı muamelenin nasıl soruşturulacağı ve belgeleneceği hakkında yol gösterici sayılıyor.
Raporun rahatsız edici sonucu, işkencenin arızalı sadistlerin işi olmaktan çok toplumlarda sistematik olarak yerleşmiş bir pratik olduğuna dair.
Kadın mücadelesi
Sudan’da baskı altında tutulmuş kadınların özgürlük mücadelesi Heroic Bodies adlı belgeselde karşımıza çıkıyor. Sara Suliman’ın yönettiği 2022 Sudan yapımı 95 dakikalık film IDFA’nın Frontlight bölümünde yer alıyor.
Sudan’da kadınların 16. yüzyıldan beri sistematik olarak boyunduruk altında tutulmuş olduğu biliniyor. Heroic Bodies filminde kadın bedeninin birileri için mülkiyet anlamına geldiğini ve ona göre davranıldığını görüyoruz. Cariye veya köle olarak yaşamaya mecbur edilmiş kadınlar, klitorisi çıkartılmış kadınlar veya çehresi mahvedilmiş kadınlar. Kadın hakları savunucuları – çoğu kadın ama aralarında bazı erkekler de yok değil – dehşet verici geleneklerden ve baskı biçimlerinden bahsederken cesur direnişlerden ve değişimden de dem vuruyorlar.
Röportajlarda şoke edici vakalar dışında, ender olarak görülmüş arşiv malzemelerinin desteğiyle Sudan’da büyük cesaret isteyen anekdot ve gösterilerden haberdar ediliyoruz.
Muhtelif fotoğraf ve video görüntüleri coğrafyanın pek bilinmeyen yanlarıyla da bizi tanıştırıyor. Mesela geleneklerin mutlaka empoze edildiği düğünlerde, gelinin günler boyunca kocası ve misafirleri için raks etmesi gerekiyor.
Belgesel, günümüz Sudan’ından olumlu gelişmeleri de ön plana çıkarıyor: Yalnız kadınlar için değil de toplumun tüm bileşenleri için daha fazla eşitlik ve özgürlük!
Dublör kadın olursa…
Dublör kadınların hikayesi Stuntwoman (Cascadeuses) adlı filmde, IDFA’nın Luminous bölümünde karşımıza çıkıyor. 2022 İsviçre – Fransa ortak yapımı 84 dakikalık filmin yönetmeni Elena Avdija.
Bir merdivenden aşağıya atılan, bir arabanın çarptığı veya birilerinden dayak yiyen kadın dublörler Virginie, Petra ve Estelle bunları neredeyse her gün yaşıyorlar. Olağanüstü mesleklerinden bahsederlerken onları antrenman yaptıkları salonlarda, Fransa veya ABD’deki film setlerinde izliyoruz. Aileleriyle birlikte oldukları daha özel anlar da var.
Yapmacık da olsa bu şiddet bedenlerine veya ruhlarına nasıl tesir ediyor?
Geniş bir spektrum çerçevesinde başarılı olmaları beklendiğinden dublör kadınları bir parkta yüksek topuklarıyla koşarken veya kavga ederken izliyor, yere düşerken asgari korumayla kendilerini aslında pek de sağlama almadıklarına şahit oluyoruz. Mümkün olduğunca gerçekçi bir performans sergilemek isterlerken şahsi sınırlarıyla da yüzleşmek durumundalar. Yanan otomobiller veya çarpışma anları çok gösterişli fakat seyirci dayak yedikleri sekansları izlemekte kesinlikle zorlanıyor.
Genelde kurban rolünü oynuyorlar çünkü aksiyon filmlerinin çoğunda esas kahramanın kadın olmadığı malum. Dolayısıyla dublör kadınların dünyasına nüfuz ederken hem şoke oluyoruz hem de aslında bildiğimiz bir dinamikle karşı karşıya kalıyoruz: onlar şiddete tahammül etmek üzere görevlendiriliyorlar, erkek meslektaşlarından beklenen ise şiddeti uygulamak. Gerçek hayatta bitmesini arzu ettiğimiz bu döngüden televizyon ve sinemanın da bir an önce vazgeçmesi dileğimiz.
(MT/EMK)