Uluslararası Belgesel Festivali IDFA'nın geniş kapsamlı programından Latin Amerika'da insan hakları ihlallerine odaklanan üç filmlik bir seçki yaptım.
Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da 2016 yılının Kasım ayında gerçekleşen etkinlikte, Meksika'daki şiddet sarmalının iki mağduru hakkındaki Tempestad (Fırtına), El Salvador'da iç savaş sırasında işkenceye tabi tutulmuş insanlara eğilen The Offended (Muğberler) ve Şili'de diktatörlük sırasında işlenen siyasi cinayetlerin kurbanlarına dair El Patio (Avlu) etkilenerek seyrettiğim üç politik belgeseldi.
Meksika'nın karanlık yüzü
Berlin Film Festivali’nin Caligari jürisi tarafından "Karanlıklar diyarına seyahat ve aynı zamanda tutkulu bir özgürlük talebi" cümlesiyle övülen Tempestad, belgesel estetiğinin hakkını veriyor.
Yönetmen Tatiana Huezo 105 dakikalık eserinde Meksika'dan muhtelif görüntüleri, filmin ana konusunu oluşturan iki kişinin hikâyesine yedirirken hipnotik bir atmosfer yaratarak bizi hayat konusunda meditasyona sevkediyor.
Huezo, usta işi senaryosunun tıkır tıkır işlediğini o anda pek hissetmediğiniz temposu ve depresif renklerin hâkimiyetinde olsa da olağanüstü fotoğraf yönetimiyle seyirciyi şiddetten, korkudan, kayıplardan yorgun düşmüş toplumun karartılmış dünyasına dahil ediyor.
Filmin kahramanlarından Miriam insan kaçakçılığı ile itham edilip güvenlik kuvvetlerince yakalandıktan sonra uyuşturucu karteli tarafından işletilen hapishaneye düşüyor. Maruz kaldığı aşağılanma ve şiddet dışında, hayatta kalmaya devam edebilmesi için ailesinin haraca kesilmesi, çürümüş sistemin girift yüzünün kanıtı. Miriam hürriyetine kavuştuktan yıllar sonra bile maruz kaldığı insanlık dışı muamelenin tortularıyla başetmeye çalışıyor.
Sirk aktrisi Adela'nın kızı 10 sene önce, yine insan tacirleri tarafından kaçırılmış ve kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Devlet ile suç kartelleri arasındaki içsavaş sıradan insanların yaşamlarını altüst edip onulmaz yaralar bırakmıştır.
Adela, IDFA'da izlediğim belgesellerde beni en çok etkileyen karakterlerden biri oldu.
Yıllarca inkâr edilen işkence
Yönetmen Marcela Zamora Chamorro'nun babası, El Salvador'da 80'li yıllardaki içsavaş sırasında hapsedilmişti. Baskıcı rejim tarafından 33 gün boyunca işkenceye tabi tutulan eski siyasetçi ve diplomatla bu konuyu konuşmak, seneler sonra olsa bile, kızı ve kendisi için gayet zordur. Fakat kapanmamış yaraların deşilmesi günümüzde ülkenin mazisinden bihaber olan yeni nesillerin bilgilendirilmesi için şarttır.
Gayet kanlı dönemde on binlerce kişi karanlık cinayete kurban gitmiş, insanlar siyasi düşünceleri ve faaliyetleri yüzünden cezalandırılmıştı. Filmi izlerken Türkiye gibi ülkelerde benzer pratiklerin uygulandığı ve devletin kendisini hesap vermekten muaf hissettiği durumlar insanın aklına geliyor. Yıllar boyunca gezegenin muhtelif köşelerinde tekrar tekrar uygulanmaya konmuş pratiklerin değişmediği de bir kez daha teyit ediliyor.
The Offended adlı belgeselde, o zamanlar işkenceye maruz kalmış insanlar tarafından dillendirilen karanlık anıların yanında işkenceyi uygulayanların itiraflarına da tanık oluyoruz. Filmdeki gayet etkileyici arşiv görüntüleri seyirciyi maziye taşırken, dayağa maruz kalma, çırılçıplak soyulma ve çeşitli metotlarla aşağılanma, mağdurların ifade etmekte zorlandığı hatıralar oluyor.
Şili'de kaybedilenlerin mezarlığı
Şili'nin başkenti Santiago'daki bir mezarlığın üç çalışanı ülkenin kasvetli mazisini kurcalamaktadır. Siyasi mücadele sırasında diktatör Pinochet önderliğindeki baskıcı rejim binlerce kurban almış, cesetler gizlice mevzubahis mezarlığa gömülmüştür. Lelo ve Perejil adeta günah çıkarmaktadırlar, zar zor itiraf ettikleri gerçekler yeni çalışan Sergio'nun irkilmesine, hatta öfkelenmesine yol açar.
Özellikle gece karanlığında mezarlığa getirilen cesetlerin tanınmaz halde olduğu hatırlanır. İnsanlık onuru ayaklar altına alınmıştır. Korkunç manzaraya şahit olan bazı çalışanlar gördüklerine dayanamayarak kendini içkiye vermiş, kimisi akıl sağlığını yitirmiştir. Mezarlık görevlilerinden filmin iki kahramanı, yakınlarını arayanlara bilgi vermeyip sustuklarını belirtirler. Rejimle işbirliği yapmak anlamındaki bu durumun suçluluğu ile kavrulmaktadırlar.
Askerî rejim sona erdikten sonra bile kaybedilenlerin hesabını sormaya yönelik girişimler güvenlik kuvvetleri tarafından hoş karşılanmaz. Arşiv filmlerinde seyrettiğimiz şekilde, sözkonusu mezarlığa yönelen barışçı kortej biber gazı ve tazyikli suyla dağıtılmaya çalışılır. Ölülere bile saygısı olmayan polisler zırhlı araçlarıyla mezarlığa girip şiddetli müdahalelerini sürdürürler.
Victor Jara'nın mezarı da çirkin saldırı sonrasında bir kez daha tahrip olanlar arasındadır.
Belgeselde, kaybedilen bir insanın seneler sonra teşhis edilen kemiklerinin ailesine teslim edildiği sahneler yüreklere bir nebze su serpiyor.
El Patio'nun yönetmeni Elvira Diaz'ın daha önce aktivist öğretmen, şair, tiyatro yönetmeni, besteci ve şarkıcı Jara hakkında bir belgesel çektiğini da hatırlatmakta fayda görüyorum. (MT/YY)