Bazı filmler vardır, ilk andan itibaren insanı içine alır ve kahramanlarıyla birlikte unutulmaz bir seyahate çıkarırlar. 1989 yılında Pyongyang’da tertiplenmiş olan, 177 ülkeden gençlik ve öğrenci temsilcilerinin katıldığı 13. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali hakkındaki Aydınlık İstikbal (Viitor Luminos/Bright Future) adlı belgesel o yılların düşük kaliteli görüntülerinin katmerlediği estetik sayesinde seyirciyi zaman tüneline başarıyla sokuyor.
Hadiselerin ben Boğaziçi üniversitesinde siyasetten epey uzak, süfli bir gençken vuku bulmuş olması filme duyduğum alakayı katbekat artırdığı gibi festivalde dile getirilen mesajların güncelliğini fazlasıyla koruması da beni derinden sarstı.
Daha iyi bir toplum, uluslararası dayanışma, adalet, çevre, silahsızlanma, barış arzusu ve artık çağdışı bir ifade sayılan emperyalizm karşıtlığı gibi meseleler, günümüzde baskın rejim olup dile bile getirilmeyen neo-liberalizm çağında yeterince manidar sayılmaz mı?
Yönetmen Andra MacMasters Romanya heyetinin görüntülerini kayda almakla görevlendirilmiş Emilian Urse imzalı arşiv malzemesini layıkıyla değerlendirip antropolojik bakış açısının gücünü bize tenimizde hissettiriyor.
Festivalden kısa bir süre önce Tiananmen hadisesini hunharca bastıran Çin devletine karşı birçok heyetin tavır aldığı sansasyonel etkinlikte Kuzey Kore’nin şaşaalı organizayonunun propaganda gücü de sorgulanıyor.
Tüm gezegenden gençlerin idealizmle harmanlanmış taşkın enerjisi perdeden taşıyor, ortalıkta hissedilen erotik yoğunluk daha önceki festival tecrübelerinden hatırlandığı şekilde, birçok melez çocuğun tohumlarının bu vesileyle atılmasına muhakkak ki yol açıyor.
Kadın ve LGBT hakları hususunda cılız adımlar atılsa da günümüzde birçok açıdan muhafazakâr ve pasif olmaya itilen gençlere göre çok daha samimi ve sıcak, siyasal açıdan coşkulu ve yetkin bir profil çiziliyor.
Çağımızda Olimpiyat gibi fazlasıyla ticari ve manipülatif organizasyonların yaydığı benzer enerjinin frekansı muhakkak ki çok daha düşük.
89 dakikalık belgesele dair künyelerin birinde, filmde kullanılan birçok dil arasında Türkçe’nin bahsi de geçiyor, ama kulak kesilmeme rağmen nedense ben duyamadım!
Festival sonrasında yalnız Romanya lideri Çavuşesku’nun değil, Berlin duvarı ve ardından Sovyetler Birliği’nin yıkılması CIA’nın daima hedefinde olmuş sosyalist ağırlıklı festivalin sönükleşmesine yol açacak ve acımasız kapitalizmin ekmeğine yağ sürülmüş olacaktı.
Düşmanlaştırma projesi
Bazı filmler ise seyrettikten sonra insanın içinde bir kirlenmişlik hissi bırakır, hatta “Ben bunu niye sonuna kadar izledim ki?” sualini sordurur.
IDFA’nın uluslararası yarışmasında en iyi yönetmen ödülüne layık görüldüğü için aslında kendimi seyretmeye zorladığım belgesel Bir Amerikan Pastorali (Une Pastorale Américaine/An American Pastoral) ithal edilmiş toplumsal mühendislik projesi olarak Türkiye’de de deneyimlemekte olduğumuz ikiye bölünmüş toplum vaziyetini layıkıyla teşhir ediyor.
Muhafazakârlığıyla tanınan ve Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu renksiz ve ruhsuz kasabada lisenin yönetim kurulu seçimleri ülkenin genel manzarasının mikro yansıması halinde arzıendam ediyor ve filmin sonlarına doğru gerçekleşecek ABD genel seçimleriyle tehlike çanlarının kulaklarımızda fazlasıyla çınlamasına da sebebiyet veriyor.
Haliyle din odaklı bir yönetim isteyen gericiler okul müfredatına radikal müdahaleler peşine düşüyor ve müstehcen buldukları kitapları okul kütüphanesinde kilit altına almaya niyetlendikleri gibi LGBT eğilimli çocukları yaftalayıp kronikleşmiş ikili cinsiyet şablonuna geri dönmeye çabalıyorlar.
Demokratları komünistlikle itham edip hayali düşmanlara karşı silahlanma hususunda daha geniş kapsamlı salahiyetlerin tanınmasına yönelik adımların atılmasını istiyorlar.
Damardan verilmişçesine güvensizlik, öfke ve korku Pennsylvania Elizabethtown’un ezik sakinlerini adeta rehin alıyor. Gülünç hallerine bakmadan meseleleri kaba kuvvetle çözmeye girişiyorlar.
Tartışma kültüründen âciz, ipe sapa gelmez argümanlarla herhangi bir temeli olmayan pozisyonlarını sağlamlaştırmaya çalışırken resmen “arıza” bazı tiplerin ön plana çıkmasına imkân tanıyorlar. Zaten özgüvenlerine diyecek bir şey yok!
Yönetmen Auberi Edler Fransa’dan attığı bakışla meseleyi 118 dakikalık belgeselde gayet objektif şekilde belgeliyor, herhangi bir yorumda bulunmadan paranoyak film kahramanlarının kendilerini fazlasıyla rezil etmesine vesile oluyor.
Darısı başımıza!
Zoraki evlilik
ABD’nin başındaki yönetimin etiketinden bağımsız olarak, demokrasi götürme şiarıyla işgal ettiği Afganistan’dan çekilmesiyle bilhassa kadınların başına gelenler Yazan Hawa (Writing Hawa) adlı filmin odağındaydı. IDFA’nın FIPRESCI jürisi ödülüne layık görülen 84 dakikalık Fransa, Hollanda, Katar, Afganistan ortak yapımı belgeselin yönetmenleri aynı zamanda filmin kahramanlarından olan Najba Noori ve Rasul Noori.
Belgeselin başından itibaren Taliban’ın geri gelişinin stresini tenimizde hissediyor, filmin başkahramanı Hawa’nın 40 sene önce çocuk gelin olarak o zamanlar “amca” diye seslendiği, kendinden çok yaşlı bir adamla evlendirilmiş olmasının neticelerine teferruatıyla şahit oluyoruz.
Okuma yazmayı öğrenme ihtiyacını ancak kocası bunamaya başlayınca, kızı Najba’nın desteğiyle karşılamaya girişmiş Hawa kendi ayakları üzerinde durabilme hayalini de işlenmiş kumaş ticareti yaparak somutlaştırıyor. Zoraki ve mutsuz evliliği sırasında âşık olduğu başka bir adamla beraber olamamanın üzüntüsünü halen gözyaşı dökerek bize ispatlarken inatçı kocasına hürmette kusur etmemeyi de her şeye rağmen başarıyor.
Aile içinde gerçekleşen çekimler belgeselin inandırıcılığını artırırken artık yüzü gülmeye başlamış Hawa’nın kronik örselenmişliğini geride bırakabileceği hususunda biz de ümitleniyoruz.
Yalnız kız evlatları değil, erkek çocuklarının da tam desteğini alan kahramanımızın topluma aydınlık fertler kazandırmış olması gerici Afganistan imajıyla tam bir tezat oluştursa da Taliban’ın adeta lanetlenmiş diyara hâkim olmasıyla işler fazlasıyla sarpa sarıyor.
Hemen karar alması gereken Najba gazeteci kimliğiyle ülkeyi aniden terk etme fırsatını değerlendirince Hawa en yakın dostundan da oluyor. Kısa bir süre önce Hawa’nın büyük kızının ilk evliliğinden olma ergen Zahra da Taliban’ın Orta Çağ zihniyeti yüzünden babası tarafından apar topar evlendiriliyor.
İçerik ve anlatım dili olarak mevzuyla alakalı başka belgeselleri hatırlatsa da gezegenin kanayan yaralarından birine parmak bastığı için Hawa ve ailesinin hikâyesi izlenmeye değer.
Din odaklı çarpık zihniyetlerin hedefindeki kadınların kurtuluşu için direniş ve dayanışma sürüyor…
(MT/EMK)