Troçki, 1918 yılının 1 Mayıs günü, işçi bayramının mana ve ehemmiyeti hususunda şu kritik hatırlatmada bulunuyordu: "1 Mayıs bayramına atfedilen esas görev, ekonomik bir kategori olarak işçi sınıfını kelimenin sosyolojik anlamında işçi sınıfına dönüştürme, yani tüm çıkarlarının bilincinde olan ve proletarya diktatörlüğü ve sosyalist devrim için çabalayan bir sınıf yaratma sürecini kolaylaştırmaktı."
Sadeleştirmek gerekirse: 1 Mayıs basit bir "bayram" günü değil; belli bir sosyal kesimin bütün topluma katkılarının ihtiramla hatırlandığı bir "korporatif" anma etkinliği de değil. 1 Mayıs öğretmenler günü, eczacılar günü ya da şoförler günü ayarında bir kutlama etkinliği hiç değil.
1 Mayıs başından itibaren esas itibariyle politik bir etkinlik oldu. Ta 1889 yılında, Sosyalist Enternasyonal Kongresi tarafından işçi sınıfının bir "uluslararası eylem günü" olarak belirlenmişti. Sekiz saatlik iş günü talebi bu eylem gününün merkezi teması olacaktı. Üstelik aynı gün tüm ülkelerde işçilerin aynı anda yaptıkları gösterilerle proletaryanın "evrensel" bir sınıf olduğu iddiası da somut bir görünüm kazanmış olacaktı.
Rosa Luxemburg'un ifade ettiği gibi bu "proleter kutlama" sırasında gerçekleştirilecek grev ve gösteriler, işçi sınıfının kendi gücünü fark etmesinin ve pekiştirmesinin bir vesilesi olacaktı. "Gerçekten" diye yazıyordu Rosa, "işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi?"
İşçi sınıfını, Troçki'nin deyimiyle, "salt bir ekonomik kategori" olmaktan çıkartacak şey, işte 1 Mayıs'ın vesilesi olduğu bu "cesaret", bu özgüvenden başka bir şey değildi.
Ancak zamanla 1 Mayıs, dünya proletaryasının mücadele aracı olmaktan çıkıp tek tek her ülkenin işçilerinin kendi yerel çıkarları için verdikleri mücadelenin bir aracına dönüştü, yani tabir caizse "ulusallaştı". Dahası zamanla 1 Mayıs kelimenin apolitik anlamında bir "bayram" olarak kutlanmaya başlandı.
Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde sosyal demokrat partiler işçi bayramını 1 Mayıs haftasına denk düşen pazar günlerinde gerçekleştirilecek bir kutlamaya indirgediler. 1 Mayıs bir dizi ülkede tedricen "devletlû" bir nitelik de kazanmaya başladı. Resmi bir tatil günü haline gelen 1 Mayıs, gösteri ve grevlerin damgasını vurduğu bir gün olmaktan çıktı; politik muhteviyatını önemli ölçüde kaybetti.
Türkiye'de de 1 Mayıs'ın "Emek ve Dayanışma Günü" adıyla resmi bayramlar arasına katılması, devletçe kabul edilen bir gün haline gelmesi, elbette başta işçi hareketi olmak üzere toplumsal muhalefetin bir kazanımıdır. Ancak bu yeni durum 1 Mayıs'ın siyasal içeriğine dair bir kafa karışıklığını da gündeme getiriyor. 1 Mayıs "ideolojik" olmayan bir güne, sade suya tirit bir işçi bayramına, siyasi içeriği bulunmayan bir güne çevrilmek isteniyor.
Bu anlamda 1 Mayıs'a "marjinal" sol-sosyalist grupların damga vurması rahatsızlık yaratıyor, "1 Mayıs ideolojik grupların hegemonyasından kurtarılmalı" deniyor. Tam olarak itiraf edilmese de, resmi "Nevruz" misali devlet ricali öncülüğünde kutlanacak, ana teması "sosyal barış ve diyalog" olacak milli bir 1 Mayıs isteniyor.
1 Mayıs'ın "resmi bayram" olması hiçbirimizi yanıltmasın. "Düzen partisi" 1 Mayıs gününü ilk fırsatta yeniden kriminalize etmek, gayrimeşrulaştırmak için hazırda bekliyor. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun "1 Mayıs'ta olay çıkarsa bir daha Taksim'e izin vermem" şeklindeki beyanatı, daha doğrusu tehdidi daha taptaze. (Vali Mutlu ve şürekâsını mutlu edecek herhangi bir "vesile" sağlamama hususunda sosyalistlerin bilhassa dikkatli olması, sorumlu davranması gerekiyor.)
Bu olmazsa, yani işçi bayramını yeniden "polisiye" bir vaka haline getiremezlerse 1 Mayıs'ı, kendi deyimleriyle, "marjinal kesimlerin gövde gösterisi" olmaktan çıkartmaya, işçi bayramını "devletin milletle bütünleşmesinin" bir yeni vesilesi olacak şekilde siyaseten içeriksizleştirmeye çalışacaklar, çalışıyorlar zaten.
İlk tehlike kadar ikincisine karşı da uyanık olmamız gerek. 1 Mayıs'ın bütün dünyayı alt üst etmeye talip bir sınıfın mücadele günü olduğunu ısrarla hatırlatmak gerek. 1 Mayıs'ın politik içeriğini, yani kızılını (ama elbette karasını, morunu ve yeşilini de) kararlılıkla savunmak gerek.
Lenin'in yüz küsur yıl önce 1 Mayıs vesilesiyle işçilere yaptığı çağrı bugün de güncelliğini koruyor çünkü: "Yoldaş işçiler! Öyleyse vakti gelen son kavga için iki kat enerjiyle hazırlanalım! Sosyal Demokrat proletaryanın saflarını daha da sıklaştıralım! Proletaryanın sözü daha uzak meydanlarda yankılansın! İşçilerin talepleri için mücadele her zamankinden daha büyük bir cesaretle sürdürülsün. 1 Mayıs kutlaması davamıza binlerce yeni savaşçı kazansın ve bütün insanların kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün herkesin özgürlüğü için yürütülen büyük mücadeledeki güçlerimizi daha da büyütsün!" (FB/HK)