Mezopotamya Dans, “HÊK” adlı son projesinde hem kişinin fiziksel ve düşünsel mücadelesini hem de savundukları fikrin ayakta kalmasına dair “yolculuklarını” anlatıyor.
2005 yılında bir grup dansçının bir araya gelerek kurduğu Mezopotamya Dans, 7 Haziran Çarşamba akşamı yeni projeleri “HÊK”in prömiyerini Kadıköy Moda Sahnesi’nde seyirci ile buluşturdu. Koreografisi İsmet Köroğlu’na ait olan projede, Dilan Yoğun, İsmet Köroğlu, Serhat Kural, Umut Sevgül ve Yeşim Coşkun dansçı olarak yer alıyor. Projenin müzikleri ise Merih Aşkın’a ait.
Mezopotamya Dans, Mezotopamya Kültür Merkezi bünyesinde çalışmalarını yürüten dansçıların oluşturduğu bir grup. Şimdiye kadar ünlü Kürt düşünürü ve şairi Ehmedê Xanî’nin “Mem û Zîn” adlı eserini, “Navber”, “Bê Zeman û Bê Ziman”, “Sînor”, “Yasaq”, “Destana Kawa”, “4 Kapı 40 Makam” ve “Jenosîd”, “Destana Kawayê Hesinkar” ve Kürt dansçısı Leyla Bedirxanê anlatan “Leyla” adlı projelerini bazen çağdaş dans koreografileri ile çağdaş ve Kürt geleneksel dans motiflerini sentezleyerek sahnelediler.
“HÊK” ekibin son özgün çalışması. Koreografileri hazırlayan İsmet Köroğlu gösterinin fikir sahibi. Ekip projeyi şöyle anlatıyor:
“Kürtçede yumurta demektir HÊK. İçerde yaşama başlayabilecek yaşamsal bir potansiyelin olduğunu biliriz. İçerdeki yaşam tohumunun vereceği mücadele sonucu, kabuğunu kırıp kıramayacağı ile ilgilidir. Ya kabuğu kırıp özgürleşirsin ya da...
“Bedensel ve fikirsel olarak çizilen ama görünmeyen sınırlara hapsedilmiş beş kişinin fiziksel ve düşünsel mücadelesinin bir kısmına şahit olduğumuz bir süreci ele alır. İçerdeki psikolojik- bedensel işkencenin ne zaman başladığı ve nasıl devam edeceğini seyirci kadar içerdeki kişi de bilmemektedir.”
Gösteri boyunca bu ana fikri sürekli yaşıyorsunuz. Sürekli bir mücadele, sürekli yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip gelmeyi seyirciye sunuyor dansçılar. İnce bir kabuk altında doğum ile ölümün mücadelesidir aslında HÊK’te karşımıza çıkan.
Sanatın yumurtayı yaşam kaynağı, doğurganlık, evrenin şekli olarak simgelemesine başka örneklerde de karşılaşıyoruz. Elbette mitolojilerin buna kaynaklık teşkil ettiğini görüyoruz.
Mitolojilerde yumurta imgesi
Eski Mısır Yaratılış efsanesine göre; “İlk önce bir ruh şeklinde olan Ra geniş bir boşluğa yayılmış. Bir zaman sonra Ra kendisinin benzerini görüyor ve ona 'Amon' diyor. Bu evrenin ışığı ve bilinci oluyor. Onun yaratma gücü ile Shu Hava Tanrısı Tafnat da Ateş Tanrıçası oluyor. Shu, yani Hava Tanrısı, uçsuz bucaksız su olan Nunu'dan yumurta şeklinde çıkan tepeyi ikiye bölüyor”.
Fenike Yaratılış Destanı’nda da yumurta çıkıyor karşımıza: “Başlangıçta çetin bir rüzgarla kaos vardı. Uzun süre sonra bu ikisi birbirine karıştı ve yumurta biçiminde bir kitle meydana geldi. Bu da ortadan ayrıldı. Gök, yer, yıldızlar ve hayvanlar böylece yaratılmış oldu.” Çin mitolojisine göre başlangıçta evren bir yumurtanın içindeydi. Slav mitolojisi yaşamın başlangıcını yumurta ile anlatır. Buna göre, altın yumurta içerisinde bulunan Rod isimli tanrı, yumurtayı çatlatır ve ardından görünen dünya ile eşi olacak olan (Anne) Loda’yı yaratır.
Yunan, İran ve diğer birçok mitolojik destanda yumurtanın bu özelliği ile karşımıza çıktığını görürüz.
Bundandır ki İspanya’da, Dali müzesinin çatısında koca bir yumurta durur. Dali, hayatın sembolü olarak yumurtayı kullanmıştır. Yine bahar bayramlarında yumurta kutlamaların en önemli sembolik nesnesi olarak baş köşede yer alır.
Diyarbakır 5 Nolu ve Yumurta
Elbette bir de işin toplumsal boyutu var. Köroğlu (ve projede yer alan diğer dansçılar) 1990’lı yılların Türkiye’sinde doğup büyümüş ve bu topraklarda yaşananlara şahit olmuş binlerce gençten bir kaçı. Böyle olunca yaptığı “iş”te de yaşananların etkisi hissediliyor.
İsmet Köroğlu, 12 Eylül 1980’de Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevinde yaşananları görmemiştir ama birçok insan gibi o günleri yaşayanların anlattıklarını dinlemiş ve duymuştur. Çayan Demirel’in yönetmenliğini yaptığı ve 12 Eylül 1980 darbesi döneminde Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi’nde yaşananları anlatan “5 Nolu” adlı belgeseli izlerken konu ile ilgili bir şeyler yapmayı düşünür. Ve çağdaş dansın geniş perspektifinden yararlanmayı seçer. Ondandır ki HÊK’te yaşam ve ölüm arasındaki mücadelenin yanı sıra, o dönem 5 Nolu’da yaşayanların “direnci”, “ölüm” ile “yaşam” arasında gidip gelmeleri de anlatılıyor.
Bitirirken, bir kez daha İsmet Köroğlu’nun HÊK’e dair cümlelerine kulak verelim:
“Kapalı bir mekanda beş kişinin fiziksel ve psikolojik durumlarıyla dışardan bir müdahale(ler) ile gelişen olaylar ve kişilerin direnişlerinden çıkan eylem-durumları izlediğimiz bir süreçtir HÊK. Mekandaki bedenler psikolojik, fiziksel olanın dışında aynı mekanı ve şartları paylaştıkları arkadaşlarının gördüğü muameleye de seyirci bırakılıp süresiz bir korku, endişe içinde izlemeye maruz bırakılmalarını; seyircinin de buna ikinci bir katmanda dahil olduğunu görürüz. Mekandaki kişiler yer yer oyun oynayarak, yer yer şarkılar, ağıtlar söyleyerek toparlanmaya çalışıp direnç gösterirler. Fiziksel bir direnişin yanında psikolojik bir direnç görürüz ki bu mental olarak bedenin ve savundukları fikrin ayakta kalmasına ve yolculuklarına devam etmesine neden olan en büyük sebeplerden biridir. Bu yol ince ve zorluklarla, dikenlerle, yolu kapatmaya çalışanlarla doludur. HÊK'teki karakterler yollarına birer yumurta (hêk) koymuşlardır ve içindeki potansiyeli, can'lı olanı kaybetmeden, kırmadan yollarına fikirlerini özgürce ifade etmek isteyen kişilerdir.” (FD/HK)