Bugünkü öykümüz kedilerle ilgili. Yaşamımızın her köşesinde yer etmiş, dilimize/sözcüklerimize yerleşmiş; bazen can’ımıza yoldaş, bazen ev’imize arkadaş, bazen de terk etmediğimiz/edemediğimiz yalnızlığımızı paylaşan kedilerle.
Bir öyküyü okumaya başlayınca insan, kendi öykülerine gidiyor aklı. Yaşadıklarını çıkarıp zamanın tozlu raflarından, koyuveriyor önüne. Şöyle bir üfleyip tozuna anıların/yaşantıların, hatıralar canlanıveriyor gözlerinde/zihninde. Kedi merdivenine tırmandığı gibi kedilerin, koşar adım çıkıveriyor basamakları, zamana inat, kendisine inat.
Kedilerle ilk tanışmam teyzemin Ayvalık’taki ahşap, iki katlı evinin üst katında gerçekleşmişti. Simsiyah sokak kedilerinden biri, yağmurlu bir bahar sabahı yavrularıyla teşrif etmişti teyzemin evine. Yavruları orada mı dünyaya getirdi yoksa sonrasında mı taşıdı bilinmez, sabah uyandığımızda seslerini duymuştuk, usulca. Karnı acıkmıştı anne kedinin besbelli, dilinden pek anlamazdık ama karnının aç olduğunu anlamak için de dillerini bilmek gerekmezdi kedilerin. Sonra biz –teyzemin çocuklarıyla birlikte- çocuk aklımızla buzdolabından süt, peynir aşırıp kedileri beslemiştik birkaç gün. Tabii teyzem kısa bir süre sonra durumu anlamış ve pek hoşlanmamıştı kedileri evde büyütme fikrinden.
Merdiven sihirli –pek çok anlamı içinde barındıran- bir nesne. Merdiven varsa eğer yakınlarınızda, kendinizi daha güvende hissedersiniz.
Bilirsiniz, merdiven kurtarır/kollar sizi, çekip alıverir kötülüklerin elinden.
Merdiven saklanılan yerdir bazen; yağmurda ıslanmaktan, soğukta üşümekten merdiven kurtarır sizi.
Bugünkü konuğumuz kedilerin, çocukların, koca koca apartmanların, balkonlardaki çiçeklerin olduğu bir öykü: Kedi Merdiveni.
Annesiyle ve babasıyla arası pek iyi olmayan, hiç hak etmediği halde azarlanan ve mutsuz bir çocuk olan Umay karşılıyor bizi öykünün girişinde.
Sonra bizleri alıp, bir insanla bir kedinin eşit olabildiği bir yaşama davet ediyor.
Miya, Umay’a dost olmakla kalmıyor, Umay’ın derslerinin daha iyi olmasını, kitaplar okumasını –annesini ve babasını çok şaşırtıyor bu durum- ve çevreyle, hayvanlarla, insanlarla ilgili duyarlık kazanmasını da sağlıyor.
Pek çok şeyi Miya sayesinde duyumsuyor Umay.
Miya ve Umay öykü boyunca konuşuyorlar, dertleşiyorlar. Bir insan gibi iletişim kurabiliyor Miya.
Hiç kediler konuşur mu demeyin; konuşuyor işte. “Hadi canım sen de!” dediğinizi duyar gibiyim. Ama durun size daha ilginç bir şey söyleyeyim, Miya konuşmakla kalmıyor, okuyor ve az da olsa yazıyor aklına her geleni büyük bir kedi bilgiçliğiyle.
Bu yaşamda –sürekli ötelediğimiz/düşünmek istemediğimiz- durumların altını çiziyor Umay ve Miya.
Miya, Umay’ın en iyi dostu. Bir kedi ve yedi yaşında bir çocuk dost olabilir mi; pek tabii olur. Bu dostluğun sokaklarında dolaşıyoruz öyküyü okurken.
Kendimizi bazen kentsel dönüşüme uğrayan yüksek binaların arasında buluyoruz, bazen de beton bloklarla etrafı sarılmış kentlerde. Sokaktaki hayvanlara yardımcı olan teyzelere tanıklık ederken, o kadar da kötü olmadığını görüyoruz insanların.
Günümüzdeki insan ilişkilerinin sıkıntıları da var bu sokaklarda: Bir kedinin ve yedi yaşında bir çocuğun bu sıkıntıların üstesinden nasıl da geldiğini görmek sol yanınızı daha iyi hissettiriyor. Kitabımızın yazarı Zeynep Uzunbay, Miya ve Gölge’nin maceralarından örüyor kedi merdiveninin basamaklarını.
Öykünün sonu daha bir duygu yüklü. Tıpkı alevlerden kurtardığı gibi bir yangın merdiveninin insan yaşamını, kedi merdiveni de çekip alıveriyor Gölge’nin karnındaki minik yavruları.
Bu kısacık serüvende Miya, Gölge ve Umay hayvanlara da insan gibi davranmamız gerektiğini etkileyici bir biçimde anlatıyorlar bizlere. Doğanın, insanın ve hayvanın yaşaması/yaşayabilmesi için ne kadar önemli olduğunu, bazen bir ağacın bile aldığımız nefesi daha yaşanır kıldığını gösteriyorlar, farkında olmadan.
Gökten düşen üç elmanın birini Miya’ya verelim; güzel yüreği, Umay ve kardeşi Gölge için yaptıklarından dolayı. Diğer elma Umay’a gelsin, hayvan sevgisi, hayvanları insanlara eşit tuttuğu için. Üçüncü elmayı yaşadığımız şehirlerde hiç yeşil alan bırakmayan, ağaçları bir bir kesen, kentsel dönüşüm yaparken bizleri taş binalara/modern hapishanelere mahkûm eden büyüklere gelsin. Çevreye, hayvanlara, insanlara, doğaya, dünyaya duyarlığı olmayan insanlara. Merak etmeyin, zehir yok üçüncü elmanın içinde. Aksine, elmayı yediklerinde tüm bu söylediklerimizi duyumsayıp, bir an durup düşünürler belki de. Daha güzel, daha yeşil, daha yaşanır bir dünyada nefes alırız belki böylece.
Belki de… (GK/AS)
* Zeynep Uzunbay, Kedi Merdiveni, Resimleyen: Burcu Yılmaz, Nesin Yayıncılık, İstanbul, 2015 (2.Basım), 56 sayfa.