ben: Meraktayım.
pın: evde oturuyoruz. meraklanma. burda ruzgar ve yagmur var sadece. her yer kapalı. denize yakin degiliz :-) millet hazir burda merak etme biz de alisverisimizi yaptik, kum torbalari koyduk. elektrik su internet hepsi var. Anons yapılıyor sürekli. buraya vurmuyo, sadece ruzgar ve yagmur var. anonslar bura icin degil. new jersey icin evleri zorunlu bosalttilar falan ama burasi icin bisi yok. rüzgar esiyo baya. sabah gittik sahile. foto cektik. merak etcek bisi yok yani. yiyecek, mum fener pil var. evde hapis filan degiliz. abur cubur, icecek bisiler, su, ekmek falan aldik. merak etme. olasi evden acil cikmamiz gerekir diye cantalar, evraklar da hazir.
ben: Obama çok net konuşuyo televizyonda. etki büyük olabilir diyor.
pın: korkulan bolge burasi degil.
ben: metro su almış bile.
pın: gecen sene de almisti, cok yagmur var, yagmur sularidir. zaten kapattilar coktan tum metro, otobus falan.
ben: sizin ev giriş katı su alır mı?
pın: bizim bolgede korkulacak bisi yok, sadece gerekmedikce evden cikmayin diyolar hakli olarak. uzagiz biz okyanusa. cevremiz bahceyle cevrili, cok yagmur yagsa bile toprak tutar. oturmus ders calisiyoruz.. tv simdi kapali ama arada haber acip bakiyoruz ya da netten
ben: korkuyor musunuz?
pın: korkmuyoriz :-)
Gün 29 Ekim. Saat 21.48. New York(NY)-Long Beach'de yaşayan Pınar'la Gmail aracılığıyla konuşuyoruz. Orada saat 14.48.
Aralıklarla yazışırken bir yandan sanal alemde -özellikle twitter'da 'sandy' ve 'sandy kasırgası" başlıklarında- geziniyorum. Saat 22.17'de 'youtube'dan Pınar'ın eski yaşadığı yer Long İsland-Lindenhurst'a ilişkin izlediğim video ürkütüyor beni. Bildiğim, burası Long Beach'e 1-2 saat uzaklıkta. Sakin olmam gerek.
ben: bilgisayar telefon sarjınız ne durumda? eşya topladınız mı? şimdi tv Long İsland'a ulaşacak diyor. çok mu sakinsiniz
pın: burda bisi yok, daha demin sahile gidip geldik. ev sahibi belediyenin dagittiği kum torbalarini verdi. kapiya koyduk. her seyimiz var. burda sadece ruzgar ve yagmur var. Sizin saat 11'i geciyor. hadi sen yat. rahatca uyu. merak etme.
* * *
Televizyon açık. Bilgisayar kucağımda. Elimde örgüm. Dolan kül tablası, boşalan sigara paketleri. Yürek Selanik.
* * *
Hızı saatte 143 km'ye ulaşan fırtına. Devrilen ağaçlar. Kabaran deniz. Su taşkınları. Patlayan trafolar. Maviye dönüşen gökyüzü. Sahile dizili kum torbalarını yutan dalgalar. Suyla kaybolan evler, sokaklar.
Elektrikler kesik. Tehlike giderek artacak açıklamaları. Havada uçuşan panolar. 3-4 insan boyu yüksekliğine ulaşan dalgalar. Kırılan kapılar. Havada uçuşan pencereler. Kesilen telefon hatları. Boşaltılan hastaneler. Panik yok anonsları. Direklerin üstüne ya da başka bir arabanın üstüne çıkan arabalar.
Devriyeler devrede. Yangınlardan gökyüzüne uçuşan kocaman korlar. Su yanardı, evet. Meğer okyanus da yanarmış.
Sahilde viraneye dönüşen evler. 'Ev yanarken yerinizden kıpırdamayın' uyarıları.
Deniz suyuna elektrik karışırsa? Önlem: elektriklerin kesilmesi.
"Dışarısı kötü evinizde kalın. Evin dışında olmak daha kötü" uyarıları. Yüzen arabalar.
Su kendine göre şekil veriyor şehre sanki. Dolunay etkisiymiş; med. Denizde dört metrelik fırtına dalgaları. Ertesi gün; cezir.
"Yarım ay zamanı olsa gel-git seviyesi bu kadar yükselmezdi" yorumları. Yangınla yok olan yerleşim yerleri. Şekli değişen sahiller. Bodrumları yok olan evler. Ve ve ve...
* * *
İnternet super bişi ya... Twitter o gün bölgedeki pek çok insanın kurtarıcısı oldu. Benim de tek haber kaynağım. T
witter'ın açtığı İngilizce "Sandy" ve Türkçe "Sandy Kasırgası" başlıklarını takip ettim sadece. Yetersiz İngilizceme Google çeviri destek verdi. Fotoğraflar, videolar daha da ürkütücüydü, yazılanlardan.
Kıyamet mi? Acil durum hizmetleri sınırlandı bir ara. Yapılan meteorolojik yorumların teknik bölümünü anlayamasam da, kulvar değiştiren kasırganın beklenmeyen bölgelere vurduğunu anlıyorum. Uzay haritalarına ilişkin yorumları da pek anlamıyorum.
"İnsanla doğa ihtilafa düştü" diyor biri. "Sandy; doğayla uğraşmanın sonucu" diyor başka biri. "Doğa, kendinden alınanı bir şekilde geri alır" diyenler var. "Doğa affetmez" diyen de var. "Anılar, nesneler, her şey yok olup gitti" diyenler var.
Kaç saat geçti bilmiyorum böyle. Bir haber kanalında, evinin enkazı altında bir yıl önce kaybettiği torununun fotoğrafını bulan büyükannenin hüzün-sevinç karışık görüntüsünü izleyince, yüreğimdeki fırtınayı artık durduramıyorum.
* * *
Pınar'dan habersiz geçen 28 koskoca saat kabus gibi.
Koltukta otururken içim geçmiş. Denizde lastik bir botun içinde bağırarak yardım istiyorum ama kimse duymuyor beni. Ter içinde uyanıyorum. Kahve yapıyorum kendime.
Derken ev telefonu çalıyor. Telaşını bastırmaya çalışan sakin bir ses var karşımda: "İyiyiz. Merak etme. Üniversitenin spor salonundaki, barınaktayız. Gerçekten iyiyiz. Kapatıyorum telefonu. Sakın merak etme."
Sesini duydum ya... Yaşıyor ya... Güvenilir bir yerde ya... Sıcak çorba içer, hiç değilse. Ohhhh be. Şükür; sağ ya... 48 saat sonra yaptığımız görüntülü görüşme içimi daha bir serinletiyor.
* * *
Aradan 30 gün geçti. Hala sığınakta yaşam sürdürüyor. Bir sürü şeyin olması gerektiğinden geç olmasına üzüldük, bazı şeylerin kolayca gerçekleşmesine sevindik; karşılıklı. Hayat devam ediyor bir şekilde.
Dünyada olan bitene duyarlı olmak başka bir şey. 'Canan'ının başına gelenlere, 'can' olarak bir şey yapamamak başka bir şey.
Binlerce kilometre uzakta sosyal hizmet danışmanı olan Pınar'ı düşündükçe Marmara depremi sonrası tanıdığım yaşlı kadın geliyor usuma: "Evladım ben bu hale düşecek insan mıydım" diyen.
Ona verdiğim yanıt "Bir gün herkes sosyal hizmetlere gereksinim duyabilir. Önemli olan bu konumdan güçlenerek çıkmak" minvalindeydi. Alametler öyle gösteriyor; Pınar da güçlenerek çıkacak, bu süreçten. (ŞD/YY)