Korkunçluğundan azade az rastlayacağınız türden dürüstlükte bir anons: “Gördüğümüz yerde sizi imha edeceğiz.” Kazaydı, fıtrattı, zayiattı denmesinden daha iyi gibi sanki. Kulağa çok kötü gelmesi olacağa çare değil. İki gün geçmedi Lice’de dediklerini yapıp, toz oldular çünkü.
Aynı şekilde SÜTAŞ işçilerinin eylem alanlarına döktürülen hayvan dışkıları da çok sahici hareketti. Hayatımızda bir karşılığı var çünkü. Kaç yüz insan daha yeni ölmüşken sonrasında işin fıtratında var lafları dönmüşken, başka ne bu kadar gerçeği anlatabilirdi ki. Haliyle Şırnak’ta maden ocağında çalışan İbrahim Sağnak’ın cesedinin bidon içerisinde çıkarılmasındaki özensizliğe de takılmıyor insan. O görüntü de çok bizlik çünkü. Kusursuz değil ki hiçbir şey birkaç kusura takılalım.
Tarlabaşı’nda doğranarak öldürülen kadının Suriyeli oluşunu duyuşla daha çok anlayacağımız bir boşluğa bakma hissiyatı diyeyim. Olay olmuş da sanki hiç olmamış gibi. Bir insan düz duvara, havaya, sabit bir noktaya ne kadar bakabilir ki? Haliyle daha bir sorunsuz, kusursuz eğlenceli gerçekler çekiyor bizi. Dibinizde olmadığı sürece çok acı bir şey gerçek gibi de durmuyor. Böyle film gibi, artistik fotoğraf gibi, dokunaklı şiir gibi. Hayalle gerçek arası. Kestiremiyor insan, uzun süre odaklanamıyor. Kızmak, söylenmek de yersiz yani. Bir de söylenmeye vakit buluyorsan orda da bir problem var demek ki. Söylenmeye devam etmek için bu yazıyı yazmaya vakit ayırmamda da bir problem olduğu gibi.
Kürtler nerede, o niye gündem olmadı, bu niye gündem olmadı soruları patır patır etrafa saçılırken artık bu soruların da pek bir numarası kalmadı sanki. Hangi olay gündemde kalmayı başarabildi ki, başarabiliyor ki? Bir yarışın daha sonuna geldik böylece. Diyarbakır’dan İstanbul’a hiçbir ölüm haberi 24 saatten fazla konuşulmuyor. En fazla olası deprem senaryolarında, uzman diyelim Van’dan bahsediyorken, sunucu araya girip İstanbul’u soruyor yani esas meseleyi. Onun haricinde sabah kuşağı tadında her bir şey. Soma faciası nedeniyle Terimlerin kızı düğünlerini ertelemişti misal. Geçen yapıldı. Niye yasa boğulsunlar bir de? İşlemeyen hukukun doğal bir sonucu olarak, alakalı alakasız gözümüze batıyor TV’dekiler, renkli hayatlar. Öfkesinin hedefine varmaya gücü yetmeyeceği için bile isteye hedef şaşıran eleştirilerimizi her gün aksatmadan yapıyoruz.
Suç kokan bir şey olsaydı nasıl olurdu dünya diye merak ediyor insan. Bir süre sonra kokuyu duymazdık en çok. Fark eden bir şey olmazdı demek. Bir de yetişemiyor insan. Cinsel suçlar yasa tasarısında geçen “ani hareket” ne demek? Tam tecavüz olmalı diyecek yasa. Eften püften şeylerle vaktimizi almayın. Ya da katilin “trans indiriminden” faydalanması hangi kafaların hukukudur? Yangında ölen işçiler nasıl olur da kusurlu bulunmuştur? Yetiş yetişebilirsen.
Devletin bizzat katil oluşları nedeniyle maaş alan insanlarla kurduğu profesyonel bağdan haberdardık nice yıllardır. Anladığımız, o bildiğimiz öldürme mesleği yaygınlaştırılmak isteniyor erkekler, şirketler, mezhepler arasında. Bu sefer katillere verilecek belirli bir ücret yok ama arkandayız diyorlar. Bu da önemli.
Duyduk ki, her ikisi de karakol-kalekol eylemlerinde öldürüldüğü için Ramazan Baran, Medeni Yıldırım’ın yanına defnedilmiş. İçeriği aynı olan mezarlıklar, aynı habis hastalığa yakalanıp ölmüşler gibi. Değişmiyor adı ne olursa olsun. Devlet ölümcül bir hastalık gibi. (FG/HK)
* Fotoğraf: Hüseyin Bağış / AA-Lice