"Siz tahliye oluyorsunuz. Ya biz?" sözünü ne zaman duyacağınızı tahmin edersiniz? Cezaevindeki tutsakların arkadaşları tahliye olacağı zaman mı? En sık olarak bu durumda söylenebilir evet. Ancak biz çok daha farklı bir zamanda duyduk:Cezaevinde tutuklu olan gençlerle yaptığımız çalışmaların son haftasında, grup çalışmalarının yürütücüleri son çalışmanın da bittiğini ve artık gitmek gerektiğini söylediği zaman, bağırmak geldi içimizden. "Kim suçlu?", "Kim sizlerin özgürlüğünü kısıtlıyor?", "Bu kadar hayat dolu, üretken, çalışkan, başarılı iken siz, kim sizleri suça sürükledi?", "Neden biz tahliye oluyoruz da siz içeride kalıyorsunuz?" "Biz tahliye mi oluyoruz yoksa bu "adalet" düzeni bizi de sizinle tutsak mı alıyor?"
Oysa hep birlikte çalışıyorduk. Bizler sizlerde "Ayrımcılık, toplumsal cinsiyet, vs vs" gibi kallavi konularda dönüşüm yaratmayı hedeflerken, bizleri ne kadar dönüştürdünüz farkında mısınız? Neden her hafta toplanıp 2 saat tüm üretkenliğiyle, enerjisiyle, eğlencesiyle, yemesi içmesiyle çalıştıktan sonra, biz "tahliye olabiliyoruz da" siz tutsak yaşamaya devam ediyorsunuz?
"On hafta boyunca sizlerle çalıştık, neler kazandınız?" diyoruz. "Bunu anlatmaya kelimeler yetmez diyorsunuz." Böyle dediğinizde bizim de kelimeler tıkanıyor boğazımıza. Yaptığımız çalışma "bilimsel" olmaktan, "insani" olmaya kayıyor birden. Anlıyoruz ki hepimizin derdiymiş özgürlük. Anlıyoruz ki, dışarıdakilerin içeridekilerle birlikte olması gerekiyormuş. Özgürlük buymuş. Hepimiz özgür olamadıkça, hiç birimiz özgür olamıyormuşuz. Tutsak gençleri ciddiye almak, onları dinlemek, sözlerine ve düşüncelerine değer vermek, onlara temas etmek, onlardan öğrenmeye açık olmak gerekiyormuş. "Fırtına öncesi sessizliği yaşıyoruz"diyorsunuz son çalışmada. Oysa siz hiçbir çalışmada sessiz kalmamıştınız. Birbirinize ve bize öğrettikleriniz, bizim sizlerde yaratmaya çalıştığımız değişimin en temel göstergesi oluyordu her hafta. Değişim kocaman bir okyanusta küçücük bir rüzgarla hepimizi sarmalamışken, rüzgarın fırtınaya dönüşmesi, çalışmaların bitmesinden mi, gitmemizden mi?
Ama hal böyleyse, şunu bilin bedenleri tutsak alınmış özgür gençler; sizlerle birlikte, hep birlikte özgürleşemedikçe, bizim aklımız cezaevinde, sizin koğuşunuzda kalıyor. Biz de hapsoluyoruz sizinle birlikte, tutsak alıyor bizleri de aynı düzen; koğuşunuzda, birlikte çayımızı yudumladığımız aynı masanın etrafında.
Bizler "bilim insanlarıyız". Çalışmalarımızın dayandığı kuramlar, çalışmada temel aldığımız müdahale planları, teknikler, ölçekler, oyunlar, vs vs var. Haftalarca bu yolu izlediğimizde hep birlikte çok şey öğreniyor, düşünüyor, sorguluyor ve değişmeye başlıyoruz. "Bilim"; siz tutsakken, biz özgürlüğe tahliye olurken bir işe yaramıyor ama. "Ne kazandınız bütün çalışmalar boyunca?" diyerek sorumuzu yineliyoruz, anlatıyorsunuz: "İlk hafta çalışmanın 10 hafta süreceğini öğrendiğimde, nasıl olsa 10 haftaya kadar ben çıkarım demiştim. İyi ki çıkmamışım. İyi ki hala mahkumum... Cezaevinden çıkınca ilk siz aklıma geleceksiniz. Dışarı çıktığımda aileme hiçbir şeyi değil sizi anlatacağım. En iyi anım sizsiniz. Duygulanırım, ağlarım belki" diyorsunuz. Özgür insanlarla temas kurabilmek için tutsak kalmayı seçtiğinizde anlıyoruz ki; "saf bilim" diye bir şey yok. Duygulardan arınmış, vicdandan arınmış, özgürlükten arınmış bir bilim yok.
Bir bilim insanı ne zaman ağlar diye sorsalar; "özgürlüğe mahkum olduğumuzu" bir kez anladığında diye cevap veriyoruz. Biz; hep birlikte özgür olmak zorunda olduğumuzu yüreğimizde hissettiğimizde, ağlıyoruz... (SY/TK)
* Ar. Gör. Sedat Yağcıoğlu, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü.
** Önemli not: Cezaevi çalışmalarını birlikte yürüttüğümüz Deniz Zeytinoğlu, Ayşe Özada ve çalışmalarımızın yönlendirilmesinde bizlere çok değerli desteklerini sunan Doç. Dr. Özlem Cankurtaran Öntaş'a sonsuz teşekkürlerimle... Onlarsız bu duygular yakalanamazdı...