Hadi konuşalım. Uzun süredir yapmadığımız bir şeyi yapalım toplum olarak ama halının altındakileri çıkaralım. Belki işe yarayan bir şeyler olur.
Zira biz işimize gelmeyeni halının altına süpürmeyi severiz. Hadi konuşalım dünden ve bugünden. Yarına daha sağlam adımlar atmış oluruz böylece.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nü geride bıraktık. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapımızda. Çocuk haklarına dair ne söylenebilir diye düşündüğümde çocukluğu çalınan çocuklar adına hiçbir şey yapamamanın utancından başka bir şey hissetmediğimi söyleyebilirim.
Erkek egemenliği
Bir okulda merdivenden itilen otistik çocuk, çocuk yaşta çalışmak zorunda bırakılıp burada anlatamayacağım bir vahşet içinde hep çocuk kalanlar, yeti çeşitlilikleri gözetilmediği için akranlarıyla eşit koşullarda olamayan engelli çocuklar.. 25 Kasım’a dair söz kurma hakkını kendimde görmüyorum.
Çünkü konunun özneleri var ve bizim de payımız olan eşitsizliğe karşı her gün onurlu mücadele örnekleri yaratıyorlar. Kadın cinayetlerinin vahşet biçiminde sürdüğü, erkek egemenliğinin her alanda kendini gösterdiği koşullarda tüm yaratıcılıklarıyla. Kendi adlarına söz kurup sorunlarını tartıştırma gücüne sahipler.
Ya hiç konuşulmayan ya da talepleri her zaman ikincil planda olan kesimler? Mesela geçtiğimiz hafta kanser hastası bir baba engelli kızını öldürdü.
Hani ateş biraz da düştüğü yeri yakar ya en çok engelli çocuğu olan ve kendisi yaşamadığında çocuğunun tek başına yaşamını sürdüremeyeceğine inanan aileler yorum yaptı üzerine.
Hiç kelimelerin ardına sığınmayacağım. Çünkü biliyorum ki kurduğum cümleler havada dönüp kaybolacak. İtiraf edeyim ne diyeceğimi de bilmiyorum.
Tek bildiğim bu konunun sürekli kanayan bir yara olduğu ve hamasi sözlerin bir işe yaramadığı. Kimsenin bu şekilde bir başkasının yaşamını sonlandırması kabul edilemez. Faile sövüp saymak da toplum “vicdanını” rahatlatmaktan başka bir işe yaramaz. Ortada bir gerçeklik var ve tek bildiğim yok saymakla bu gerçekliğin yok olmadığı.
Hadi herkes şapkasını önüne koysun ve düşünsün. Bu durumun cinnet noktasına varmasında herkesin ne kadar payı var.
Sistem engellilerin eşit, erişilebilir ve onurlu bir hayat sürmesi için ne yapıyor? Okullardan çevrilen çocuklar, yetenekleri gözetilmeyen çocuklar, sürekli “kusurlu ve eksik” muamelesi gören çocuklar…
Yani en baştan yok sayılan çocuklar. Gerekli koşullar sağlanabildiğinde herkes bir alanda yetkinleşebilecekken yetkinleşme koşullarının oluşturulmaması. Ailelerin yalnız bırakılması, “tedavi” ve klişelerden başka çözüm sunulmaması onlara. Ya toplum?
Onun biran önce sağlamcılığın yarattığı sırça köşkünden inip engellilerle eşit ilişkilenmeyi öğrenmesi gerekiyor. “Ben her şeyi kendime göre dizayn edeyim, dayanışma değil yardım üzerinden ilişkileneyim, nefretle merhamet arasında bir yerde konumlandırayım” gibi bir dünya yok.
Mesela son bir haftada dikkatimi çeken iki olay toplumun bizimle ilişkilenmesi açısından ibret vericiydi. İlk örneği ben yaşadım.
Sürekli söz ettiğim kaldırımda yürürken yine park etmiş bir arabayla karşılaştım. Yoldan hızla arabalar geçiyordu ama başka bir yol olmadığı için kenardan yola indim park eden arabanın yanından geçip tekrar kaldırıma yöneldim.
O arada arabadan bir kadın indi. Bastonu tutan elimi tutarak zaten bildiğim ve ilerlediğim yolu bana tarif etti. Aracın kendisine mi ait olduğunu sorduğumda “evet” dedi. “Niye buraya çekiyorsunuz engel oluyorsunuz” dedim. “Size yardım ettim ama” dedi.
Elime bavul kulpu bana da dolayısıyla bavul muamelesi yaparak “yardımcı olan” arkadaşın idrak etmeyeceğini bile bile “siz kaldırımı işgal etmeseydiniz yardım etmenize gerek kalmazdı” dedim. Yanıt olarak “karşı kaldırımdan yürüyebilirdiniz” dedi. Bende “insan bunu söylemeye utanır” dedim ve birbirimize ağzımıza geleni sayarak ayrıldık oradan.
Düşünün ”çok duyarlı bir insan.” Toplumun çoğu kesimi gibi. O kadar duyarlı ki önce benim önüme engel koyacak, sonra bana yardım edip egosunu rahatlatacak. Bu olay tekil bir olay değil. Toplumun büyük bir kısmı böyle.
“Çok duyarlı” ama çocuğunun sınıfında engelli istemez. Evini bir engelliye kiraya vermez. Yani “gönlünden ne koparsa” onu verir engellilerle ilişkilenirken. Sorun tam da burada. Kimse kimsenin gönlünden kopana muhtaç değil. Toplumsal ilişkilerde herkes eşit olmak zorunda. Bunun başka bir yolu yok.
Diğer örnekse sorunlarımızın nasıl tali göründüğünün ve taleplerimizin nasıl dikkate alınmadığının tuhaf bir göstergesidir. M9 Metro Hattı’nda çalışmayan sesli anonslar ile ilgili bazı körler TİHEK’e başvuru yapıyorlar. TİHEK başvuruyu haklı buluyor ve belediyeye ceza kesiyor.
Bazı yayın organları meslek etiğini de çiğneyerek konunun odağını kaydırıp muhalif belediyeye ceza kesildiğine dair bir anlatımla veriyorlar.
Oysa haber değeri o anonsların çalışmaması gerçekte. Bizim erişilebilirlik talebimiz hiç gündeme getirilmezken olayın farklı yönleri gündeme getiriliyor.
Oysa gazetecilik etiği bu haberde iktidar belediyelerinde de muhalif belediyelerde de erişilebilirlik üzerine neden çözüm üretilmediğini tartıştırmalıydı.
Onların öne çıkardığı haber içeriğine dair zaten tonlarca haber üretiliyor her gün. Bir kere de milyonlarca insanın mağdur olduğu bir sorun gündeme getirilsin ve tüm belediyelerin ve kamu kuruluşlarının erişilebilirlik koşullarını yerine getirmesi konusunda gündem oluşturulsun.
Olur mu ama konu nasıl odağından uzaklaştırılırın güzide örnekleri verilmek zorunda mutlaka. Yaşananlar, Ardahan belediye Başkanının kabaca ifade ettiği gibi “Her şey bitti de engelli mi kaldı” mantığının toplumun büyük bir kesiminde olduğunu gösteriyor.
Özetle ortada bir sağlamcılık sorunu var. “Engelli sorunu” değil sağlamcılık sorunu. Bu sorun her şeyi kökünden etkileyen bir sorun. Önce eşitleneceğiz. Eşitleneceğiz ki sorunlarımıza makul çözümler üreteceğiz.
Önce şu bize atanan “engelli kardeş” rolünden çıkacağız ki kendi sorunlarımızın çözümünde söz sahibi olalım. Önce güçlü ve bilinçli bir engelli hareketi oluşmalı ki ciddiye alınalım.
Yoksa sayfalara sığmayacak sorunlar birbirini tekrarlamaya devam eder. Bu bir iç döküş olarak değerlendirilebilir ama iç dökmenin de ötesinde. Bu bir silkinme çağrısı.
(BS/EMK)







