"Ruhumda, solun tüm dünya çapında bozguna uğramış olmasının hüznü, kalbimde -bir kısmını şahsen tanıma mutluğuna eriştiğim- kaybettiklerimizin hatıraları, beynimde umudun sesi ile eşitlik ve özgürlük idealinin parıltısı, birlikte varlıklarını koruyorlar.
"Yaşadıklarım, yeni bir dünya isteyenlerin kaderi değilse bile karşılaşabilecekleri durumlar. Her şeye rağmen kapitalizme, onun kültürüne teslim olmamak için direnmeye, teorik-politik bakımlardan yenilenmek için didinmeye, toplumsal sorunlara duyarlılığı korumaya devam. Darbecilere ve onların ardındaki güçlere, 20 yıl sonra verilecek cevaplardan birisi de bu." [Ibrahim Sevimli]
Devrimci, öğretmen, yazar, gazeteci, bir mücadele insanı, yoldaş ve babaydı.
Sevgili İbrahim Sevimli’nin (Ali Dayı) aramızdan ayrılmasının üzerinden tam 20 yıl geçti. Hastalığının çok ileri bir aşamasında farkedilmesi, bir devrimci çınarı sosyalist hareketten ve bizlerden koparıp aldı.
Gittiğinde 52 yaşındaydı. Tevazuu ve samimi içtenliğiyle hiç bahsetmese de, gerek THKP-C süreci sonrası 1971’de girdiği cezaevi koşulları gerekse Devrimci Yol-Devrimci İşçi mücadele sürecinde hareketin ‘’düşünen sessiz neferlerinden’’ birisi olarak sürekli koşturmaktan kaynaklı elverişsiz hayatı, sürgün yaşamının yarattığı stres ve sıkıntının büyük payı vardır bu erken gidişte.
Ancak Dayı, devrimci mücadele sürecinde karşısına çıkan siyasal sorunlarla nasıl uğraştıysa, kendisini bizlerden uzaklaştıran hastalığı ile de öyle hesaplaştı.
Gazi'de
Engels, ‘’İnsan ile birlikte tarihe gireriz’’ der[1]. Kısaca, insanların kendi tarihlerini bizzat kendi bilinçli tercihleriyle yaptıklarından bahseder.
İbrahim Sevimli, 1968’de Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü, Edebiyat bölümüne girer. Öğretmen okulundayken hayatın bütün karmaşık sorunları karşısında sol fikirlerden yana seçimini yapar, Gazi’de de dönemin yükselen gençlik hareketine aktif olarak katılır.
Gazi'de Öğrenci Derneği başkanlığı yapar ve Dev-Genç’in militan mücadelesi içinde yer alır. O dönem ortaya çıkan farklı ideolojik-siyasal eğilimler karşısında, Mahir Çayan’ın önderliğindeki THKP-C [Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi] hareketi içinde kavgasını sürdürür ve sosyalist mücadelesini varolan düzene doğrudan kafa tutarak devrimci fırtınalar yaratanlarla birlikte devrim koşusuna katılır.
12 Mart 1971 Askeri darbesinden sonra bir çok sosyalist gibi İbrahim Sevimli de devrimci eylemleri sebebiyle 10 yıl cezaya mahkum edilir, bunun dört senesini mahpuslukta geçirir. Ahmed Arif’in şiirinde belirttiği gibi, “Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim ... Karanfil kokuyor cigaram"la tanışır.
TÖB-DER’de
Onun hayatı, düşünce koordinatları, siyasal ve pratik sorunlar karşısındaki duruşu, Ernst Bloch’un deyişiyle “ümit etmeyi” öğrenen ve çevresindekileri de etkileyen bir anlama sahipti.
Bundan dolayıdır ki, öğretmen hareketinin örgütsel ifadesi olan TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) platformunda eğitimcilerin örgütlenmesi amacıyla sorumluluklar aldı ve üstüne düşen zorlu görevleri kararlılıkla yerine getirdi.
Demokrat
Devrimci hareketin yükseliş dönemini yaşayan 12 Eylül öncesinde 1979-1980’de Demokrat gazetesinde örgütleyici, yönetici ve yazardı. Gazeteyi kuram birkaç kişiden biriydi.
Türkiye sol tarihine ve basın tarihine önemli bir “muhalif gazete” örneği olarak kayıt düşen Demokrat gazetesi bütün sol ve demokrat kesime hitap eden bir projeydi.
İbrahim Sevimli sosyalist hareketin önemli tarihsel adımları ve atılımlarına tanıklık eden Demokrat'ın hem ‘’makinistlerinden’’ hem de ‘’mürekkebini’’ oluşturanlardandı.
Böyle bir tarihsel sorumluluğu üstlenmekten onur duydu. Ne yazık ki 12 Eylül cuntası işe gazetelerle başladığı içindir ki 12 Eylül 1980’de Demokrat’ı da kapattı.
Devrimci İşçi
Toplumun özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesini bir faşist darbe ile kesintiye uğratan 12 Eylül Cuntasından sonra hareketin önerisiyle yurtdışına gitmek zorunda kaldı.
Çünkü hem içinde yer aldığı Devrimci Yol hareketi hem de genelde bütün Türkiye Solu ağır darbeler almıştı. Sürgünde Devrimci İşçi yönetimine katıldı, Devrimci İşçi ve Demokrat Türkiye gazeteleri ekiplerinde yer aldı.
Herakleitos’un, ‘’güneş her gün yenidir’’ sözünü doğrularcasına, mücadelenin değişen koşullarında farklı mücadele tarzlarına hemen ayak uydurdu.
Kendisi bir filozof olmasa da, Sokrates’in hem öğrenen hem sorgulayan hem de öğreten pazar meydanının düşünürü gibiydi. Bu süreçte, bir yandan ülkede öte yandan yurtdışında yaşananlar arasında bağlar kurmaya ve bunları canlı tutmaya özen gösterdi.
Tribünal
10-11 Aralık 1988’de Köln’de kurulan 12 Eylül Rejimine Karşı Uluslararası Mahkeme’nin (Tribünal) gerçekleşmesinde başı çekenlerdendi.
12 Eylül 1980 askeri rejimi birbirini tamamlayan tanıkları jüri ve katılımcılara çok önemli ve anlaşılır bir “Türkiye tablosu” çizdi. Uluslararası camiada adı bilinen hukukçu, hak savunucusu, siyasetçi ve sendikacılardan oluşan Mahkeme Jürisi 12 Eylül rejimini mahkum etti.
Cunta lideri Kenan Evren bu kararla ilgili ‘’beni Avrupa’da bir mahkemede yargılayıp mahkum etmişler’’ demek zorunda kaldı.
Enternasyonalist
Ülkede zamanla cezaevinden çıkan arkadaşların oluşturduğu İşçilerin Sesi gazetesi ve Demokrat dergisi için atılan adımlara, yurtdışından devrimci dayanışmanın bütün boyutlarıyla seferber edilmesinde yine büyük rol oynadı.
Öte yandan, Avrupa’yı Türkiye’nin bir vilayeti olarak görmeyen, daha kapsamlı ve enternasyonalist bir bakış açısı ve tarzını geliştirilmesine öncülük etti.
Yarının Vicdanı
Marksistler kişileri, toplumsal ilişkiler içindeki konumlanışlarıyla ve hayat içindeki dokunuşları ve ürettikleriyle, kısacası eylemleriyle değerlendirirler.
Ali Dayı umutsuzluğun, kararsızlığın, yılgınlığın, karanlık bulutların göklerde uçuştuğu zamanlarda dahi zamana ve gidişata kafa tutan bir tarafta yer aldı; hem kalemini bırakmadı hem de sokağı terketmedi.
Kolektif hafıza kaybının ve entelektüel sefaletin en belirgin olduğu koşullar Dayı için her zaman bir ‘’ideolojik yenilenme’’, büyük heyecanların ve devrimci başkaldırının nasıl gerçekleşmesi konusunu anlamlı kılacak çabaların hazırlık süreciydi.
Kolektif hafızaya seslenerek her bir Marksist’in aykırı hayat tarzını tarif ederken Dayı, ‘’bu dönemde ayakta kalma, fikri yenilenme, bilinci canlı tutma, sosyalist olmaya ait değerleri koruma..’’ gibi geleceği bugünden yakalamaya dair devrimci tasavvur gücünü ortaya koyardı.
Bu amaçla araştırmalarını yoğunlaştırdı, müşterek tartışmaların ve üretimin olduğu iki derginin yayınlanmasına öncülük etti.[2] Eşitlikçi ve özgür bir dünya için iğne ile kuyu kazar gibi el yordamıyla gerçekleri tek tek yakalamaya çalıştı. Kolektif çaba ve üretimi, mücadele tarzının vazgeçilmez bir değeri olarak varetti.
İki kitap
Uzun Bir Göç Öyküsü/ Halk, Göçmen, Azınlık ya da Ulus Olmak (1993) ve Kimliksiz Cemaatler/ Konumları, Sorunları ve Gelecekleriyle Avrupa'daki Anadolu Kökenliler (2002) kitapları bugünün dünyasından bakınca hayli “erken” kitaplardır.
Burada, kitapları da anlatması açısından sözü Ali Dayıya bırakalım:
“Azınlıklar ve göçmenler sorunlarının çözümü için gerçekleşebilir bir seçenek, uygulanabilir politikalar oluşturmak gerekiyor. Onların, yabancı, göçmen, işçi, alt-tabaka mensubu, kadın olmalarını ve bu oluşlara ait sorunları kapsayan bir seçenek olmalıdır bu.
“Azınlıklar sorununun çözümünün hem devletlerle, hem de toplumla ilgili boyutları var. Sadece devletleri, özgürlükleri tanıyıp yasallaştırmaya zorlayan değil, yanısıra çoğunluk toplumunu ikna etmeyi, kazanmayı, mevcut sorunları onların da sorunu haline getirmeyi hedefleyen çok yönlü bir mücadele sürdürülmeli. Sözkonusu seçenek, asimilasyona, getto yaşamına karşı kaynaşmayı, ulus-devlet toplumuna karşı, farklı tarihsel-kültürel kökenlerden emekçilerin ve toplulukların birlikte yaşadığı, birlikte karar aldığı bir toplumsal kuruluşu gerçekleştirmeyi hedeflemeli...”
Kahkahalarla
Hayata bağlılığı, yüzünden eksilmeyen sevinci, gülümseyişindeki sıcaklığı ve samimiyeti, fıkra anlatırken attığı gevrek kahkahaların vücut bulduğu gerçek bir yoldaştı. Ve şairin dediği gibi, ‘’hep yürürken görürüm seni/ Yüzün şiir, gülüşün şiir / Bir türlü anlatamam..’’[3]
Her devrimci gibi uzun yaşam hesapları yapmamıştı elbette. Zorlu bir koşu da olsa, her zaman ki nüktedanlığı ve insanı ısıtan enerjisiyle sırtını karanlığa, yüzünü güneşe dönmesini bilmişti. Kendi dehlizlerinden fışkıran hayata dair tutkuyu, kahkahayı ve hareketli dansları özgürleştirip büyük bir coşkuyla bizlerle paylaşırdı.
Bir kıtada duyduğu fıkrayı, binlerce kilometre ötedeki farklı kültürel renklerle donanmış bir başka kıtaya okyanusları aşarak götüren bir sandal gibi hem dans etmeyi hem de dost sohbetlerini bu öykülerle bir kamyon dolusu güldürmeyi, eğlendirmeyi ve herkesle birlikte kahkaha atmayı çok severdi.
“Bütün dünya bir sahnedir” diyen Shakespeare gibi, yaptığı esprilerin konuları ve kahramanları, hayatın zikzakları içinde ayakta kalmaya çalışan sıradan insanları arasından rastgele seçilmişti.
Neşeyi ve doyasıya gülmeyi, adeta tiyatronun karanlık sahnelerinden oturduğunuz mahallenin dar sokaklarına götürür ve sizi anın şeffaflığıyla buluşturarak sürükleyici bir duygu patlamasıyla karşı karşıya bırakırdı.
Bizlere elveda derken, onun sözleri, bakışı ve gülümsemesi, aramızda her zaman hayatımızın bir parçası olarak yaşamaya devam edecek.
İyi ki Ali Dayı ile yoldaş olduk! İyi ki, aynı kavgayı paylaştık.
Asla Unutmayız! Asla Unutturmayız! (FK/ APK/KU)