Bilindiği gibi Huysuz Virjin karakteri açık sözlü, sözünü esirgemeyen, hazır cevap ve bolca bel altı imalı espri yapan ve izleyiciyle birebir diyaloga giren bir kadın tiplemesi.
Huysuz Virjin: Travesti yönelimli kadın karakteri
Bu kadın karakteri ise çoğu zaman mesleğinin seks işçiliği olduğunu espri yollu vurguluyor. Ancak izleyiciler açısından bu kadının gerçek yaşamında bir erkek olduğu biliniyor. Bu anlamıyla, kadın gibi giyinen ve davranan biri olarak Huysuz Virjin karakteri "travesti" yönelimi olan ve izleyicide "travestilik" imgesini uyandıran bir karakter.
Seyfi Dursunoğlu'nun sadece bu yönü bile Türkiye'deki şov ve eğlence yaşamının değişmesine getirdiği katkılara dikkat çekmemiz açısından önemlidir. Ancak burada tartışmaya açmak istediğimiz konu Huysuz Virjin'in gösteri yaşamında üstünde durduğu seksist (cinsiyetçi) sistemin yeniden üretiminin işleyişi.
Önce bir soruyla başlayalım; Genel olarak Türkiyeli izleyici tarafından bu kadar sevilen travesti yönelimli bir karakter nasıl olur da aynı izleyici tabakadan oluşan toplumun transfobik ve homofobik yapısında bir değişim yaratmaz? Keza listeye Zeki Müren ve Bülent Ersoy gibi daha niceleri eklenebilir.
Özel ve politik alan
Nitekim bu kişiler, farklı cinsel kimlikleriyle toplumun ortalama izleyicileri ve dinleyicileri tarafından oldukça sevilmiştir. Ortada çelişik gibi görünen bir toplumsal durum olduğu açıktır. Ancak bu toplumsal durumun anlaşılması seksist sistemle ilişkili olarak kapitalizmin kendi tarihsel dinamiklerinin anlaşılmasını gerektirir.
Bilindiği gibi, toplumsal yaşam ilk kez modern kapitalist sistem ile birlikte devrimsel bir dönüşüm geçirmiştir.
Toplumsal yaşam ilk kez kapitalizm ile beraber özel ve politik (kamusal) olarak iki keskin temel kategoriye ayrılmış ve tüm toplumsal kurumlar bu iki alan dahilinde kapitalizm tarafından yeniden yapılandırılmışlardır.
'Din'in özel alanla ilişkilendirilmesi
Kapitalizm öncesinde politik yaşamın temel örgütleyicisi ve dinamiği olan din, kapitalizm ile birlikte özel alan ile ilişkilendirilerek inançsallaştırılmıştır.
Kapitalist sistem, yüzyılların kamusal örgütlenişinin temeli olan dini böylece kişinin kendi tercihine ilişkin olan bir inanç kategorisine indirgemiştir. Tabi kapitalizmin bu karakteri yine kendi içsel dinamiklerinin bir sonucudur.
Çünkü uygarlık sürecinde sadece kapitalizm ile birlikte artı değer üretimi devlete gereksinim duymamış ve kendisini salt üretim sürecinin kendisinde konumlandırmıştır. Bu nedenle de daha önceki sistemlerdeki gibi kapitalizmin artı değer üretimini sağlaması için devlet gücüne, politik güce iktisadi anlamda ihtiyacı yoktur.
Kapitalizmde özel alan/kamusal alan ayrımı
Özel alan mantığı kapitalist toplumun tüm ilkelerine nüfus eder. Toplumsal yaşamın özel alan ile ayrılmasının mantığı kapitalist üretim tarzının kendisine içkindir. Bu bağlamda kapitalizm, politik anlamda özel alan-politik alan ayrımının keskinleşmesinin bizatihi kendisidir ve bu ayrım 17. yüzyıldan bu yana merkezidir.
Bu ayrım ile liberal siyasal düşüncede devlet kamusal ya da politik alan ile ilintilendirilirken, aile, ev-içi ve mahrem hayat da özel alan ile ilintilendirilmiştir ve yine liberal siyasal düşünceye göre her iki alanın da kendine özgü içsel dinamikleri ve işleyiş ilkeleri vardır.
Örneğin akıl ve kültürle özdeşleştirilen kamusal alan, hukuk yasalarının, eşitliğin, formel ilişkilerin ve rasyonalitenin yoğun olarak var olduğu devletin iktidar odağında bulunduğu bir alan iken özel alan da 'doğal' yasaların, kabullenilmiş eşitsizlik ve adaletsizliklerin, enformel ilişkilerin ve duyguların yoğun olarak bulunduğu bir alandır.
Ancak özel /kamusal olarak keskinleştirilmiş bu ayrım bizatihi kapitalizmin kendi ideolojik formasyonudur ve bu ideolojik formasyon kapitalist sistemin tüm politik varoluşunu anlamamıza yardımcıdır. Örneğin kapitalizmin dilinden düşürmediği 'demokrasi' mefhumuna bu eksende baktığımızda; liberal siyaset anlayışında kamusal alanın toplumdan bağımsız olarak devletin alanı olduğu şeklindeki ideolojik kabulün olduğunu görürüz.
Dolayısıyla kapitalizm için toplumsallık ekonomiyle ilişkili olandan son derece bağımsızmış gibi kurgulanıp ayrıştırıldığından politika da bu ayrıştırmanın bir ürünü olarak şekillendirilir.
Aile: Mikro devletçik
Kadını ev-içiyle sınırlandırıp kendi iktidarının sınırlarını çizen kapitalist siyaset, kendi imgesinden kurduğu ailenin başına da "baba" iktidar odağını dikmeyi unutmaz.
Böylece özel olan aile dediğimiz mikro devletçik ile kamusal olan politik devlet dediğimiz makro devletçik kendi çizilmiş sınırlarında yaşayıp giderler. Ancak bu ayrım ideolojik bir illüzyondur.
Bu ideolojik illüzyonu sosyolojik bir gerçeklik olarak saymanın kendisi ideolojik olduğundan sakattır ve eşyanın tabiatıyla sakat bir ön kabulün üstüne inşa edilenler de o sakatlıktan nasibini alır.
Şiddete maruz kalan ezilen bir kadın karşısında liberal devlet, ev içine karışamayacağını ilan eder. Çünkü "orası mahremdir; özel alandır" der.
Kapitalizm, kadına yönelik şiddeti meşru ve görünmez kılar!
Bu yüzden de kadının ev içindeki yeniden üretim emeği olsun, kadının uğradığı cinsel şiddet olsun; aile kurumunda kadının işlevi olsun; hepsi, şu kamusal devletin sınırlarının ve iktidar alanının dışındadır.
Yoksa kapitalist sistem bu ayrım üzerinden mi kadın öznelliğini ve kadına yönelik şiddeti meşru ve görünmez kılmaktadır? Çünkü kapitalist devlet aygıtının sınırları özel olmayan alanla çizilmiştir. Özel alan dediği ev içinde olanlara ne karışabilir ki?
Tıpkı kapitalist devlet gibi kapitalizmin inşa ettiği toplumsal zihniyet de aynı mantıktan geçer. Politika, devletin tekelinde olarak algılatıldığından, kişiler de yaşamlarını politikadan ayrıştırarak sürdürürler. Kişilerin uğraş alanı değildir politika kapitalist toplumsallıkta.
Apolitik birey tipolojisi, özel /kamusal alan ayrımının yani kapitalizmin toplumsal anlamdaki en temel dinamiklerinden biridir. Yine keza kapitalizmin toplumsallığında birey, başka bireylerin yaşamlarından kendisini yalıtır.
Birey olmadan bireyci olma
Yaşanan bir tecavüz olayında kendisinin de payı olduğunu göremez kapitalist toplumun bireyi. Karşı komşusunun evine hırsız girdiğinde en fazla yapacağı kendi evinin kapısını demirletmek olur. Yakın ilişkilerinde yaşanan haksızlıklara müdahalede bulunmaz; dahası kendi yaşamına müdahil olabilecek gücü bulamaz kendisinde.
Herkesin hayatı kendine anlayışının tüm uzama nüfusunun örnekleridir bunlar. Açıkça ifade edelim; kapitalizmin toplumsallığında birey, terminolojik olarak birey değildir. Birey, birey olmadan bireyci olmaktır; yani süper ego sahibi değilken, süper egoist olabilmektir.
Böyle bir toplumun üyeleri de tıpkı kapitalist devlet aygıtı gibi kendi yaşam alanlarını çalışma hayatı /özel hayat olarak iki kategoriye bölüp her hayat alanını birbirinden bağımsızmış gibi biçimlendirirler.
Kapitalizmin kamusal alanı!
Ve yine tıpkı kapitalist devlet aygıtı gibi kapitalist toplumun bireyi de eyleminin açığa çıkarılması işine gelmediğinde, 'özel hayat' mefhumuyla kendini koruyup eyleminin bozukluğunu görünmez ve meşru kılar. Öğrencisiyle not tehdidiyle birliktelik yaşayan evli bir öğretim görevlisinin 'özel hayatına' karışılmamalıdır.
Tıpkı psikolojik /askeri savaşlar yürüten; gelir adaletsizliğinin önüne geçmeyen; yasal formasyonuyla güçlünün iktidarını tescillendiren; yoksulluklar üreten; emeğin hakkını vermeyen kapitalist devlet aygıtının 'kamusal alanına karışılmaması gerektiği gibi.
Kamusal alan, kırmızı sınırlardır. Karıştığınız takdirde devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne; devletin manevi şahsiyetine; rejime ve daha nice şeye karşı çıkmış olduğunuz için tehlikelisinizdir.
Yani özel alan/kamusal alan ikiliği, kapitalizmin devleti için de bireyciği için de özelçıkarları gizlemenin bir aracıdır. Meşruiyet de tam da bu gizlemenin üzerinden kurulur. Örneğin kapitalizmin ataerkillikten gizli çıkarı vardır.
Meşruluk ve keyfilik
Bu çerçevede liberal devletler kamusal alan /özel alan ikiliği ile ataerkilliği görünmez kılabildikleri için ataerkillik meşrudur ve toplumsala içkin gözükür. (Pierre Bourdieu'nun 'meşruluk, keyfiliğin yanlış yorumlanmasıdır' sözünü hatırlamanın tam da yeri.)
Hal böyle olunca da sorarız; kamusal denilen alan ne kadar kamusal, özel denilen alan ne kadar özel? Ya da Bourdieu'nun ifadesiyle kamuoyu kimin oyu-nu?
Buraya kadar kapitalizmin özünde özel /kamusal ayrımını keskinleştirip bu ayrımı tüm toplumsal uzama nüfus ettirdiğini ifade ettik. Bu, insanın toplumsal zihniyetini de içine dahil eden bir toplumsal süreç olmasından ötürü sosyolojik bir boyut taşımaktadır ve tüm toplumsal kurumlar bu ayrım üzerinden inşa edilmekte ve bu ayrımı sürekli yeniden üretmektedir.
Elbette ki konumuz dahilinde ele alacağımız seksizm de kapitalizmin bu düalist kategorisinin içerisine dahil olarak kendisine varlık alanı kazandırır.
Ataerkillik ve kapitalizm
Dolayısıyla liberal feministlerin yaptığı gibi ataerkilliği ya da onun bir alt kategorisi olarak seksizmi, kapitalizmin işleyişinden bağımsız olarak algılamak yetersiz ve problemli bir bakış açısı olacaktır.
Kendi inşasını tamamlayabilmek için, birey, ulus, özel alan gibi sürekli ideolojik kurgular üreten kapitalizm, toplumsal zihniyeti de bu açıdan biçimlendirir.
Örneğin travesti yönelimli bir karakter olarak Huysuz Virjin toplumun ortalama izleyicisi tarafından şov ve eğlence dünyası için mümkün ve meşru bir karakter olarak kabul görürken, aynı toplumun ortalama 'izleyicisi' şov ve eğlence dünyasında yer almayan; travesti yönelimlileri kabul etmek bir tarafa; bu 'ötekileri' baskıya ve şiddete maruz bırakır.
Buradaki ayrım-cılığı, kapitalist toplumun toplumsal zihniyetine içkin olan özel alan ile özel olmayan alanın keskinliğinin bir yansıması olarak düşünebiliriz.
Hetero olmayan cinsellik
Nitekim özel ya da kamusal alanının ayrıcalıklı bölümünde yer alan Huysuz Virjin'in vasıflarına sahip değildir sokaktaki eşcinsel, travesti ya da bir başka 'öteki' kapitalist toplumun bireyine göre; hele bir de hetero olmayan cinselliğini(!) yatak odasından çıkarabilmişse; doğal olarak birey, heteroseksüel toplumunun koşullarında tehlike sınırlarının da kapısındadır.
Barında, televizyonunun karşısında rahatlıkla farklı cinsel görünüme sahip şarkıcısını, eğlendiricisini izleyebilen birey, çocuğunun o farklı cinselliklerden geçmesini sakıncalı ve hastalıklı bulur ki; "Huysuz Virjin yapar, orası eğlence dünyasıdır; olur"dur; ama çocuğunun dünyası farklıdır; çünkü sokak /dışarısı farklıdır bu toplumda.
Kapitalizmin ürettiği ikiyüzlülük
Çelişik gibi görünen yalnızca kapitalizmin ürettiği ikiyüzlülüktür ve bu ikiyüzlülük burjuva toplumunun bu ayrımı deşifre edilmediği sürece görünmezleşecektir.
Bunlarla birlikte yaşadığımız toplumun heteroseksist erkek egemen dinamikleri geleneksellikle birlikte cinselliği bir bütün olarak baskı altında tutmaktadır. Nitekim cinsellik, özel alanın, mahremiyet alanının içine o kadar hapsedilmiştir ki, kamusal alanda cinselliğe ilişkin konuşmalar, imgelemler ve pratikler örtbas edilir. Yani özel alan kapitalizminin ürettiği geleneksellik farklı cinsellikleri dışlamasının yanında cinselliğin kendisini tümüyle baskılar.
Huysuz Virjin karakterinin üzerinde durduğu espri dünyasının toplumsal ilgi görmesinin kökeninde kapitalist geleneksellikteki cinselliğin özel alana tıkılması sonucunda, cinselliğin bütününe yönelik gelişen baskı mekanizmaları yatar.
Seksist sistemi yeniden üreten izleyici
Nitekim Huysuz Virjin karakterinin pratiklerine ve söylemlerine bakıldığında cinselliğe ilişkin öğelerin belirleyiciliği görülür; kamusal alanda dillendirilmemesi gerekenleri açıklıkla dillendirir o ayrıcalıklı alanında, komikliği de buradan gelir.
İzleyici, Huysuz Virjin'e güler. Ancak gülerken mevcut seksist sistemi yeniden ürettiğinin farkında değildir, tıpkı Huysuz Virjin'in sahip olduğu ayrıcalıklı konumunda yapıp ettiklerinin seksist sistemi yeniden ürettiğinin farkında olmadığı gibi.
Cinselliğin baskı altında olmadığı özgür bir toplumun bireyleri aynı pratiklere ve söylem biçimine 'espri' payesi biçer miydi, tartışılmalıdır.
Ondan da önce şu, kapitalizmin özel/kamusal alan şeklindeki toplumsal kurgusu deşifre edilmeden cinselliğe yönelik görünmez baskı ortadan kaldırılabilir mi, bu da tartışılmalıdır.
Dayatılan erkeklik ve kadınlıklar
Tartışılmalıdır, çünkü bir toplumun zihniyetini biçimlendiren cinsiyet normları bu alanlar üzerinden nüfus ediyor hepimize. Ayrımcılığa maruz kalan yalnızca heteroseksist egemenlik altındaki geyler, lezbiyenler, biseksüeller, travestiler, transseksüeller değil.
Erkeklik'lerin dayatıldığı erkekler, kadınlık'ların dayatıldığı kadın'lar eşcinsel olsun, heteroseksüel olsun baskı altındalar; toplumsal zihniyetleri bu baskıyı görmüyor o ayrı. Ancak açık, en tehlikeli faşizm en görünmez olandır.
Bu yüzden tarihteki en görünmeyen ayrımcılık biçimleri olarak ataerkillik, yani erkek egemenlik, yani seksizm, yani Heteroseksizm, yani cinsel faşizm zihinlerimize nakış gibi işleniyor ve böyle oldukları oranda da birer gerçeklik olarak kalmaya devam edecekler; ayrımcılıkların her biri birbiriyle kol kola yürüyor, birbirinden besleniyor, birbirini büyütüyor; belki de bu nedenle gerçeklikleri ölçüsünde görünmezler.
Heteroseksizmin mağdurları
Evet, cinselliğin baskı altında olduğu heteroseksist bir toplumda Huysuz Virjin'e gülünebilir, doğaldır; gülen ile gülünen arasında sıkı bir ortaklık vardır nitekim: seksizm..
Ve bu ortaklık, öznelerince görünmediği sürece birçok erkek 'erkeklik'lerinin; birçok kadın 'kadınlık'larının; birçok gey, lezbiyen ve travesti heteroseksizmin mağdurları olmaya devam edecek; yani bir toplumun toplamının cinsiyet prangalarına zincirlenmişliğidir söz konusu olan ve zincirin her bir halkasının birbiriyle eklemlenmişliği görülmediği sürece de bütünlüklü bir toplumsal dönüşümden bahsetmek zor.
Milliyetçilik, ulusçuluk, militarizm, kapitalizm ve erkek egemenlik, cinsel faşizmi omurgası haline getirmiş bir toplumun dinamiklerine daha kolay nüfuz ediyor çünkü. Bu nedenle de kadınların özgürlüğünün erkeklerin özgürlüğünden bağımsız olmaması gibi eşcinsellerin de özgürlükleri heteroseksüellerin özgürlüklerinden bağımsız değildir.(BD/AD)