Hüseyin Çakır’ı kaybettik. Daha 62’sindeydi. Bir erken vedaydı Hüseyin’in gidişi!
Her dostun ölümünde Cemal Süreya’nın “Her ölüm erken ölümdür” diyen o şairaneliğin zarafetindeki derinlikli dizesi düşer aklıma. Acaba Hüseyin “üstü kalsın” dedi mi, bilemem.
Küyerel Düşünce Enstitüsü’nün koordinatörlüğünü yapan Hüseyin, sol dünyanın içerisinden biri olarak anayasa, demokratikleşme, barış vb. konularda çeşitli konferanslar düzenlemekteydi. Hüseyin’in “Solda yenilenme deneyimi TİP-TKP Birliği ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)”, “Solda ‘Bir’lik Girişimleri” ve tarihi Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) son Genel Sekreteri Nabi Yağcı ile gerçekleştirdiği bir nehir söyleşi olan “Elele Özgürlüğe / Zarlar Atıldı Geri Dönüş Yok” adlı kitapları bulunuyor. Bu son kitap üzerine de konuşmuştuk.
Yazdığım bir kitap için Çakır’ın deneyimlerinden yararlanmak istedim. Bu yılın mayıs ayı sonlarında baş başa yediğimiz yemekte kitap üzerine konuştuk ve bana kitabın editörlüğünü yapabileceğini söyledi. Ben daha bunu talep etmeden ki, etmek niyetindeydim, kendisi bu işi üstlendi. Çok memnun oldum çünkü kitabın içeriği tam da Hüseyin’in ilgi duyduğu alanlardan oluşuyordu.
Sonra…
Bir iki hafta sonra Hüseyin Gökçeada’ya gitti. Kitap üzerine çalışmaya başladı. Bir iki kez mailleştik.
Sonra…
Hüseyin’in acil olarak Çanakkale Devlet Hastanesi’ne kaldırıldığını öğrendim. Kemoterapi gören Hüseyin, diş tedavisi sırasında enfeksiyon kapmış. Bağışıklık sistemi zayıfladığı için bu durumu atlamadı.
Şehir dışında olduğum için ne yazık ki, cenazesine katılamadım. Yoldaşları onu büyük bir vakarla toprağa verdiler ve birçok yoldaşı orada bulunmasa da yüreklerinde bu vedanın hüznünü duydular. Bu satırlar o hüznün bir parçasıdır.
Ölüm haberini duyduğumda nedense Hüseyin’in bir görüntüsü belleğimin derinliklerinden çıkarak gelip gözümün önüne oturdu.
2013 yılı. Kürt sorunun çözümü için dönemin AKP Hükümeti tarafından bazı adımlar atılıyor. Taraflar arasında farklı düzeylerde görüşmeler devam ediyor. Bir umut iklimi doğmak üzere. Bu arada AKP Hükümeti bölgeler bazında “Akil İnsanlar Heyeti” kurdu. Bu kişiler bölgelerinde toplantılar düzenleyecek, katılımcıların sorularına cevaplar verecek, konuya ilişkin olarak toplumun nabzını ölçecek ve raporlar düzenleyecekler.
Beylikdüzü’nde ben, İsmail Bala ve birkaç arkadaş ilgili yerlerle görüşerek Beylikdüzü Kültür Merkezi’nde böyle bir toplantının düzenlenmesini organize ettik. Toplantının moderatörü kim olsun diye düşünürken Hüseyin Çakır’ı önerdim. Çünkü konferans düzenleme tecrübesine sahipti. Hüseyin öneriyi kabul etti.
Marmara Bölgesi’nin Akil Heyeti’nden Prof. Dr. Yücel Sayman ve Doç. Levent Korkut (bir kişi mazeretini bildirerek katılamamıştı) toplantıya katıldılar.
Ben kısa bir açış konuşması yaptım. Hüseyin ile konuklar yerlerini aldılar. Daha 5 dakika geçmemişti ki, izleyiciler arasından 70-80 kişilik bir grup protestolara başladı. Yok efendim niye bayrak yokmuş, yok efendim niye İstiklal Marşı söylenmemiş vb. Bütün dertleri toplantıyı yaptırmamak.
Hüseyin sürekli “Bi dakika arkadaşlar, lütfen yerlerinize oturun ve tek tek konuşun.”, “Bi dakika arkadaşlar, ama bu böyle olmaz ki…”, “Ne diyorsun, bayrak mı yok, işte salonun köşesinde var ya. Ha bizim masamızda mı yok diyorsun, getir getir elindeki bayrağı as masaya, tamam mı?”, “Bi dakika arkadaşlar, bu böyle olmaz, lütfen toplantıya saygı gösterin, varsa sorularınızı alacağız, herkes soracak”, “Bi dakika arkadaşlar…”.
Hüseyin elinde mikrofon, toplantıyı sabote etmek isteyen grupla cebelleşiyor. Bu zor halini gördüğümde Hüseyin’e yazık mı ettik acaba diye düşündüm. Öyle ya, “Bi dakika arkadaşlar” diye diye nefes tüketiyor.
Hayır, yazık etmemiş ve Hüseyin’i seçmekle doğru yapmıştık. Çünkü Hüseyin, sabırlı ve bilinçli haliyle pes etmemiş, o saldırgan grubun toplantıyı sabote etmesini önlemişti. Elbette burada toplantının diğer katılımcılarının provokatör gruba karşı çıkmasının da büyük faydası oldu. O gruptan bir kısmı toplantıyı terk etti. Toplantı yapıldı ve ilginçtir o vatan, millet, devlet laflarını haykıranlardan doğru düzen soru soran bile olmadı!
Sonra…
Barış Masası devrildi!
Ne günler geçirdik!
Sonra…
Hüseyin öldü.
Ölüm kuşağımıza dayandı, kapımızı çalıyor.
Bizler (68’liler, 78’liler) bir tarihi dönemin son Mohikanlarıyız*. Bizler büyük anlatılar döneminin idealistleriyiz. Hedeflerimiz kadar büyük umutların ve cefakâr yüklerin taşıyıcılarıyız. Giyeceklerimiz yalnız terimize değil kanımıza da bulandı!
Sonra…
Postmodern döneme düştük, çırılçıplak. Alışamadık yeterince bu dünyaya! Alışamadık ve alışmayız da…
Neden mi?
Bunun cevabını en iyi Şükrü Erbaş “Aynalar Pazarı” şiirinde veriyor. Nesire yakın bu şiirin dört dizesini veriyorum:
“Cehalet bitti şükür! Bilgiyle bilgisizlik arasındaki o anlamsız ayrım kalktı!
Artık herkes her şeyi biliyor. Artık herkes kendini şehvetle seviyor.
Şükür cehalet bitti! Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor. Kimse susmuyor, herkes konuşuyor.”
Erbaş’ın bir hançer acısında belirttiği bu gerçekliğe rağmen yine de bu dönemlerin geçici olduğunu düşünüyor ve gelecek kuşakların bu dünyayı daha yaşanır kılacağını umut ediyorum.
Sonra…
Hüseyin de gitti işte! (HŞ/HK)
*Mohikanların Sonuncu ya da Son Mohikan (The Last of Mohicans), James Fenimore Cooper''ın "Beyaz Adam"ın Amerika Yerlilerine yönelik uyguladığı soykırımı anlatan romanına ithafen...