Sadece Anayasa hukukunun "aykırı" kahramanı değildi, hayatın su katılmamış kahramanlarından birisiydi.
Şimdilerde büyük bir istekle yapmaya uğraştıkları Anayasa uğruna, insan hakları savunucuları gibi davranan, temel haklar varmış gibi yapan yasa yapıcılarının toplayıp toplayıp "havuzlarında" biriktirdikleri "görüşlerden" ne çıkacak bilinmez ama klasik Anayasa hukukunun karşısına yeni Anayasa kuramlarını koyan ve üreten Anayasa biliminin "aykırı kahramanı" Prof. Dr. Bakır Çağlar'dı.
Prof. Dr. Bakır Çağlar'ı 25 Temmuz 2011'de kaybettik. Işıklar içinde yatsın.
Öğrencileri Hoca'larının ardından "O şimdi gökyüzünde münzevi bir yıldız" diye yazmışlar.
Bazı öğretim üyeleri, "hukuk" öğrettikleri tutuklanan öğrencilere sahip çıkmayı görevlerinin bir parçası saydılar ve bu ülkenin sorunu olarak gördüler, görüyorlar. Çok daha yüreklice işler yaptılar, yapıyorlar. Hukuk devletinde yaşanan aykırılıklar karşısında bilim insanı olmanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettikleri anlayışla tepkilerini, akıl, bilim ve eylem üreterek gösterdiler. Çok onurlu davranan tüm öğretim üyeleri arasında başı çekenlerin başında Galatasaray Üniversitesi'nin "bir kısım" öğretim üyeleri olduğuna tanığım.
Bu üniversitenin Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Sayın Dr. Burak Çelik, Anayasa biliminin aykırı "kahramanı" Prof. Dr. Bakır Çağlar'ı yazmış (Güncel Hukuk. Temmuz 2012.)
Neden yazıyorsunuz, neden binlerce makaleyi kâğıda döküyorsunuz?
Prof. Dr. Bakır Çağlar'ın "Bir Anayasacının Seyir Defteri" adlı kitabı, aslında hukukun neden "insanlık mesleği" olduğuna dair bir öğreti. "Fado, hüzünlü kaderin gitarla söylenişi. Bazı mekânlarda yaşanmayan insan hakları gibi..." cümlesinin sahibi Sayın Çağlar, bu kitabının önsözünde neden yazdığını sorguluyor...
Düşüncelerinizi gerçeklerle sınamak ister misiniz? Yüzleştiğiniz gerçekleri, gerçeklere olan tanıklığınızı yeniden düşünmek, yeniden "okumak" ve yeniden kendinizi sınamak, yeniden yazmak istemez misiniz?
Sayın Çağlar'ın eski bir hikâyeyi anlatışını anımsadım. Tam da bu günleri düşünmek ve günümüz gerçekleriyle yüzleşmek gibi...
Sayın Bakır Çağlar yıllar önce "Hukuk Devletinde Gündelik Hayatın Estetiği" başlıklı bir tebliğ sunmuş ve konuşmasında bazı problemler hakkında sorular sormuştu.
Hocanın sorduğu sorulardan birisi şöyleydi: Eğer hukuk devleti varsa ve bu hukuk devletinin gündeliğini yaşayanlar varsa, kimler hukuk devletine ulaşabilir? Bir ayırım yapmak gerektiğine inanıyordu. Hukuk devletini yaşayanlar var, bir de yaşamayanlar var...
1994 yılında Alman Kültür Merkezi ve HFSA tarafından gerçekleştirilen "Hukuksal Olgular Araştırması ve Hukuk Devleti" başlıklı sempozyumda Kafka'nın bir öyküsünü özetlemişti. Aynı başlıkla yayınlanan kitapta (Alkım. 1996) yer alan tebliğine aktardığı bu öykü şöyle:
" ...Çok kısa olarak önce ufak bir giriş yapacağım. Giriş şu: Kafka'nın kısa bir öyküsü bu. Bu kısa öykünün başlığı "Hukuk Önünde"...
Kafka 'Hukuk Önünde' başlıklı bu kısa öyküsünde şunu söylüyor: 'Hukuk Sarayı' olarak adlandırılan bir barınak var. Bir gün bir adam bu barınağın önüne gelir. Kapı açık... Ama girişi bir gardiyan tutmuş, içeri girilmesini engelliyor.
Şimdi bu "Hukuk Sarayı" önüne gelen kişiye gardiyan 'şimdilik içeri giremezsin"'der, 'bekle'. Adamın bütün yalvarma ve yakınmaları sonuçsuz kalır. Yıllar geçer adam orada, kapının önünde yaşlanır. Yalnız, umutsuzca yalnız yaşlanır. Artık ölmek üzeredir. Görme duyusunu da yitirmiştir. Günün birinde kapıda ölgün bir ışık görür ya da görür gibi olur ve gardiyana sorar. Soru şu: 'Eğer herkes hukuk peşinde ise, nasıl olur da bunca yıl benim dışımda hiç kimse içeri girmeyi talep etmez?'. Gardiyanın cevabı: 'Çünkü buraya senin dışında kimse giremezdi. Bu giriş, kapı senin için yapılmıştı. Şimdi sen öleceksin ben de kapıyı kapatıp gideceğim'. Hukuk devletinde gündelik hayatın estetiğinin kısa özeti bu."
Hukuk devletini kim üretir? Kimler hukuk devletinin gündeliğini yaşar?
Bu ülkede yaşayan insanlar olarak "günlüklerimize", hukuk devletini bizim yargıçların ürettiğini yazabilecek miyiz?
Günlüklerimize, üretilen hukuk devletinin yapıcılarının yazdığı "hukuk devletini", bizim de tıpkı onlar gibi yaşadığımızı yazabilecek miyiz?
Hukuk devletini "yeniden inşa" ettiğinizle övünüyor, adliye "sarayları" inşa edip duruyorsunuz, kapılarına "gardiyanlar" dikiyorsunuz. Hukuk devletine kimse ulaşmasın diye herhalde... Cezaevleri inşatlarını artırıyor, "saraylarınızı" cezaevleri içinde kuruyorsunuz. Kapısına jandarmaları dizip, "müstakil girişi bulunan" diye duruşma tutanaklarına yazdığınız "saraylarınızın mahkemelerine" kimseleri sokmuyorsunuz?
Saraylarınızı, yazdığınız yasaları, yasa uygulayıcılarınızı çok beğeniyor, övünüyorsunuz.
Hukuk devleti diye övdüğünüz devletinizde, payımıza düşen "saraylarınız" önünde beklemek ve beklerken ölmekse eğer; bizler bu mekânlarda hukuk devletinin gündeliğini yüzyıllardır yaşamayan insanlarız.
Sizin "hukuk" devletinizde uyguladığınız hukuk; farklı mekânlarda, insanlara farklı uygulanan hukuksa eğer; bizlerin günlük yaşamında "hukuk" yoktur ve bizler "hukuk devletini" yaşamıyoruz demektir.
Böyle bir "hukuk" devletinde utanç içindeyim. Utanıyorum! (Fİ/HK)
* Fikret İlkiz, 16 Temmuz 2012