Yaşına rağmen tılsımını yitirmemiş adam genç kadınla eczanede tatlı tatlı sohbet etmektedir.
Pek az insanın kaldığı köyde hayatın akışı epey yavaş olduğundan mı ne, neredeyse torunu yaşındaki eczacı kadın muhabbeti uzatmakta bir beis görmez:
- “Günün birinde Budapeşte’ye gitmek ister misin?”
- “Tabii ki!” der şuurunu hiç yitirmemişe benzeyen ihtiyar adam.
- “Peki ya Belgrad’a?”
- “Neden olmasın?” diye cevap verir, ufkunu genişletmek için hâlâ yeni tecrübelere açık olduğunu hissettiren tonton yaşlı.
- “Peki Viyana’ya ne dersin?” diye ekler, tezgâhın arkasında gevşemiş bir pozisyonda sohbete şefkatle devam eden genç kadın.
- “Seninle olduktan sonra her yere giderim!”
Hayatı boyunca zarifçe flört ettiği belli olan 90 yaşlarındaki adam, can çıkar huy çıkmaz deyiminin cisimlenmiş haliyle seyirciyi adeta avucunun içine almıştır çoktan.
Oysa yaşadığı coğrafya sanki lanetlenmiştir, kendi de bunun fazlasıyla farkındadır; bir yerlere seyahat etme ihtimali çok düşüktür aslında.
Bir zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun ortasında refah içinde yaşayanların diyarı üç devletin hudutlarıyla bölünmüş, sessiz, terk edilmiş, hüzünlü bir memlekete dönüşmüştür. Buna rağmen hayat enerjisini korumuş ihtiyar adam yalnız hayallerini değil, siyasal gözlemlerini de yüksek bir farkındalıkla ifade etmektedir.
Hudutlar engeldir, izolasyondur, hayatlarını insanca idame ettirmelerine mani olmaktadır; sınırlar insanları korumaktan uzaktır, bölgede yaşayanların hayatlarını kısıtlamaktan ve zorlaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Fakat insanın kendini her şeyin merkezine koyması ve kendini ebedi sanması beyhudedir. İnsana dair hiçbir şey ilelebet sürmeyecektir; hudutlar da yaratıldıkları gibi yok olacaktır.
İnsanlık daha bilge hale gelecek, eski sınırlar ortadan kalkacak, yenileri çizilmeyecektir…
Törenler sıkıcıdır
Romanya-Sırbistan-Macaristan hudutlarının buluştuğu noktanın absürtlüğü mütevazı bir abidede vücut buluyor; üç devletin yarattığı gerginlik senede bir kere düzenlenen törende, bürokratların itici varlığında adeta tavan yapıyor. Mayıs ayının sonunda, çoraklaşmış ovanın ortasında adeta bir tiyatro sahnesindeymiş gibi canlandırılan podyumlu mizansen, birkaç sıra dizilmiş beyaz plastik sandalyeler, portatif bayrak direkleri ve mikrofonlar, akrabalarını yılda bir kez serbestçe görme şansı tanınmışları ikna etme kapasitesine pek sahipmiş gibi görünmüyor.
Güvenlik kuvvetlerinin küstah tavırları ve bandonun bildik fanfarı da cabası!
Kadın yönetmen Maria Bălănean imzasını taşıyan Triplex Confinium (Üçlü Hudut) adlı Romanya yapımı belgesel, coğrafyada “boğulduğunu” ifade eden yerel ahalinin hislerine zarafetle tercüman oluyor; 2022 Transilvanya Uluslararası Film Festivaline katılmış 23 dakikalık filmin esas kahramanı ihtiyar Gheorghe Togi de gönüllerimizde taht kuruyor.
Seyirci olsak da, uzun sekanslarla bölgedeki unutulmuşluğu, hüznü, ümitsizliği derinden duyumsuyoruz.
Anons furyası!
Filmin başında ve sonunda, artık tüm gezegeni kasıp kavurmakta olan, Avrupa Birliği’nin de sergilemekten geri durmadığı faşizan tavır seyirciyi sarsıyor. Macaristan devletinin bilhassa mültecilere karşı hazırladığı, sesle empoze edilmiş şiddetinin cisimleştiği soğuk anonsu megafondan duyarız:
“DİKKAT DİKKAT, Macaristan sınırında, Macaristan Hükümetinin mülkiyetindeki hudut geçişinde olduğunuz hususunda sizi uyarıyorum.
Çite zarar vermek, hududu yasadışı şekilde geçmek veya geçme teşebbüsünde bulunmak Macaristan’da suç olarak kabul edilmektedir.
Sizi bu suçu işlemekten geri durmanız hususunda uyarıyorum. Sığınma talebinizi transit bölgesinde sunabilirsiniz”.
İstanbul’daki gündelik hayatımızda dinlemek zorunda kaldığımız abuk subuk birçok agresif anonsa göre, akla zarar dünya liderlerinden Orban’ın memleketinde yapılmasına rağmen bu anons çok daha mantıklı ve yumuşak. Ciddiyet, soğukkanlılık ve dipten hissedilen tehdit nüansıyla kaydedilmiş mesaj, banttan Macarca, Arapça, Farsça ve İngilizce okunarak hudut bölgesinin garip atmosferine damgasını vuruyor.
Hudutsuzluk özlemiyle yanıp tutuşan kahramanımızın dediği gibi bölgeyi bloke etmiş sınırlar geri kafalılığın ta kendisidir, bölge insanını zehirlemiştir, ruhunu daraltmıştır.
Sempatik Georghe’nin giderayak Cicero’yu “O tempora, o mores” ile anması boşuna değil.
Biz de kendi coğrafyamızdan ona koro halinde katılmadan edemiyoruz:
“Ne günlere kaldık!” (RL/AS)