Hrant'ın, hayatına kastedilmekte olduğunu hepimizden önce ve ürpertici bir gerçeklik algısıyla birlikte sezmiş olduğunu artık biliyoruz… Bizleri uyarmış, yaklaşmakta olan cinayeti haber de vermişti aslında, "Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği"ni yayınladığında…
Hrant'ın bu son yazısını dikkatle okuyan herkes onun son yıl derin bir varoluş muhasebesi yaptığını, Türkiye'de, doğduğu yerde yaşamını sürdürmenin çoklu anlamları, riskleri ve olasılıkları üzerine uzun boylu düşündüğünü kolayca görür.
Yargıtay'ın TCK'nın 301. Maddesi'ni ihlalden, yani "Türklüğü aşağılama"dan ötürü mahkûmiyet kararını kesinleştirirken, yaşamını ağır bir tehdit altına soktuğunu bile bile, doğduğu yeri terk etmektense Türkler'in "insanlığı"na sığınmayı seçmişti Hrant: "Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz," demişti. "Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce"...
Onu kaybettiğimiz günden beri, bu seçimi karşımıza bir paradoks olarak dikiliyor: Bu seçim bir yandan Hrant'ın hayatıyla ödediği ağır bir yanılgıyı öbür yandan bu topluma dair çok isabetli bir yargıyı yansıtıyor. Hrant gibi dava sahibi bir insan bu toplumun karmaşık ve çelişik tabiatının kendisi ve davası için hala bir var oluş imkânı sunduğunu sezerse bunun gereğini yapmazlık edemezdi.
Gerçi, "güvercin-insan" mecazı Hrant'ın bu imkanın zayıflığı ve kırılganlığının bütünüyle farkında olduğunu da dışa vuruyor, ama imkan imkandır…
Oysa bu çelişik toplumsal varoluş, bu kırılgan imkânın karşısına somut, yalın, kıyıcı, hatta uluorta bir tehdidi de dikmişmiş meğer. Bu tehdit, o günlerde sanıldığı ve biz öyle sanalım diye göz yumulduğu gibi, bütün o mahkeme kapılarındaki vodvil milliyetçilerinin sakil meydan okuyuşları değilmiş… Meğer bütün bir kasaba ahalisi Hrant'ın yaşamı üzerine bahse girişmiş, "insanlar" katilinin kim olacağına dair kahvehane köşelerinde iddiaya tutuşmuş…
Hrant tehdidi sezmişti belki ama böylesini de hayal edebilir miydi? Ne o edebilirdi, ne bir başkası…
Şiddetin "güvercinler"e dokunur hale geldiğini anlamalıydık
Oysa etmeliydik, son 25 yıldır bu ülkeyi kasıp kavuran kan ve şiddet deryasının içinden geçen milyonlarca genç erkeğin bu kıyıcı deneyimin üzerlerinde bıraktığı izleri kendileriyle birlikte evlerine, mahallelerine, iş yerlerine, göçtükleri yerlere taşımaksızın edemeyeceklerini, bunun bulaşıcı bir toplumsal hastalık gibi durmaksızın yayılmakta olduğunu bilmeliydik. Bu "insanlar", Hrant'ın "güvercinlere dokunmaz" diye bildiklerinden başka insanlar; az değil çoklar. Çoğunluk değilseler bile, arkalarına aldıkları güçle, Hrant'ın tanıyıp bildiği, hafızasına yerleştirmiş olduğu türden "güvercinlere dokunmayan insanlar"dan oluşan eski toplumsal dokuyu delik deşik ettiklerini, o dokuyla hemhal olmuş değerleri de çoktan çöpe atmış olduklarını görmüş olmalıydık.
Trabzon'daki rahibi, Ankara'daki yargıçları kurşunlayanların yakınlarının yalnızca "evlatları"nı değil onların üzerlerine atılı "suçları" da kucaklayan, kurbanlara nefret kusan dili, tekil şiddet eylemlerinden çok, yaygın bir ırkçı nefret dalgasının üstümüze gelmekte olduğu konusunda bizi uyarmış olmalıydı… Heyhat!
Acaba o büyük muhasebe günlerinde Hrant "başına bir şey gelirse" toplumun buna nasıl bir tepki göstereceğini düşünmüş müdür? Bunu bilmiyoruz, eğer "güvercin-insan" mecazına dönecek olursak, en iyi olasılıkla başına bir şey gelmemesini umduğunu düşünebiliriz … "Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların 'A bak, bu o Ermeni değil mi?' diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum." diyor, "Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği" nde.
Cansız bedeninin arkasından yüz binlerce insanın yollara düşebileceğini, Türkiye'nin onu bağrına basabileceğini, yaşarken dışa vurmadığı sevgiyi, ölümünden sonra artık ondan esirgemeye devam etmeyeceğini düşünememiş olmalıydı o günlerde. Nasıl düşünebilir ki insan kendi cenazesini?
Ezilenlerin gönlündeki Hrant
Ama geriye dönüp bakınca, Hrant'ın, arkasından bir çığa dönüşen toplumsal sevgi ve saygı dalgasını hayattayken adım adım kendi başına oluşturduğunu; "tanınması"na neden olan bütün fırsatlarda takındığı tavırla, tutturduğu diskurla ve tarzla ırkçıların, ultra milliyetçilerin, inkârcı ve statükocuların bile karşı çıkmakta güçlük çektikleri bir haklılık zeminini örerken, ezilenlerin gönlündeki yerini de durmaksızın genişletmiş olduğunu görebiliriz.
Onun ardından yüz binlerce insan İstanbul sokaklarına dökülürken yalnızca bir cinayete tepkilerini dile getirmekle kalmıyordu; tanıdıkları, bildikleri, kendilerinden saydıkları ve korumayı başaramadıkları için içlerinin yandığı bir dostlarına hakkı olan sevgi ve saygıyı sunuyorlardı.
Hrant'tan önce, Hrant'tan sonra Ermenilik...
Hrant'ın varlığı ve çabaları Türkiye Ermenileri'nin yakın tarihini "Hrant'tan önce" ve "Hrant'tan sonra" diye ayırmamıza olanak veriyordu. Hrant'tan önce Türkiye Ermenileri daha çok Patrikhane çevresinde dönen, kendi içine kapanık bir cemaat yaşamının dışa ne kadar yansıyorsa o kadar bilinen üyeleriyken Hrant' la birlikte Türkiye politik ve toplumsal gündeminin özgül bir unsuru olarak yeniden öne çıktılar. Hrant ve Agos'la birlikte Ermenilik dinsel bir atıfla, "gayrimüslim" olarak anılmaktan çok etnik-kültürel bir bağlamda anılır, bütünüyle seküler anlamda bir Ermeni kimliğinden daha çok söz edilir oldu.
Son beş yılda sayıları giderek artan ve sıklaşan televizyon ve radyo konuşmaları, gazete yazıları ve röportajlarında, "bizim gibi giyinen", "bizim gibi konuşan", çok güzel, düzgün ve zengin bir Türkçeyle, heyecan ve samimiyetle kendisini ve toplumunu anlatan, onların imgesi olan bu yeni lider, sadece Ermeni cemaatinin göğsünü kabartmakla kalmadı, düşünen, tartışan, geçmişinin gerçek öyküsünü öğrenmek isteyen Türkler, Kürtler, Aleviler, Çerkesler, Araplar arasında da geniş bir hayran kitlesi yarattı.
Hrant'ın sosyalist geleneği...
Hrant'ın öncülüğü Ermeni gençliğini toplumsal meselelerde söz sahibi olmaya teşvik etti, onlara kendine güven, cesaret ve kararlılık yanında, ölçülülük ve alçakgönüllülük aşıladı. Toplumsal tartışma ve yaratı alanlarında Ermeni gençler daha çok öne çıkmaya, yazmaya, konuşmaya, müzik yapmaya başladı…
Kürt mücadelesi, Kürtlerin özgül taleplerinin gerçekleşmesinin "devrim sonrası"na ertelenemeyeceğini "sol"a eninde sonunda nasıl kabul ettirdiyse, Türkiye Ermenilerinin Hrant'ın açtığı yeni yoldan ilerleyen kimlik ve haklarını kazanma mücadelesi de onların ve onların yanı sıra bütün öteki dinsel ve etnik azınlıkların hak ve kimliklerinin politik-toplumsal mücadelenin özgül bir gündem maddesi olduğunu "sol"a benimsetmede çok esaslı bir etkide bulundu.
Hrant bütün bu nedenlerle sadece Ermenilerin değil bütün ezilenlerin, dışlananların, ihmal edilenlerin ve sömürülenlerin mücadelesinin ileri taşınmasında pay sahibiydi.
Hrant'ın aslında pek az imkânla bu karmaşık görevlerin altından kalkabilmesinde, toplum önderi rolünü üstlenirken geleneksel cemaat kalıplarıyla her boy ölçüşmeden başarıyla çıkmasında, milliyetçiliğin sirenlerine kulaklarını tıkayarak halkının taleplerini öteki halkların da kurtuluşuyla ilişkilendiren bir tarzı geliştirebilmesinde onun bir sosyalist, 1968'in devrimci dalgası içinden yetişmiş bir sosyalist olmasının payı hiç azımsanamaz. Hatta bu istisnai rolü başarıyla oynayabilmesi, politik geçmişi ve geleneğiyle doğrudan ilişkiliydi de denebilir.
Hrant'ın yokluğunda Türkiye'de yaşamanın hepimiz için, sadece Ermeniler için değil Türkler ve Kürtler ve diğerleri için daha da zorlaşması bundan: Türkiye Ermenileri'nin hayatı ve mücadelesini toplumun öteki ezilenlerinin hayat ve mücadelesine bağlayacak halka Hrant'la birlikte koptu.
Henüz yerine konabilmiş değil. Konabilir mi? Aynı rolü, aynı arka plana yaslanarak ve aynı beceriyle oynamayı üstlenecek bir ikinci kişi çıkarsa evet! Herhalde böyle bir ikinci kişi olmayacak, Ermeni cemaati, Ermeni gençliği ve aydınları onun yerini daha çok parçalı ve kolektif bir yapıyla doldurmak için çaba gösterecek besbelli; ama bunu bir çırpıda gerçekleştirmek de o kadar kolay olmayacak.
Hrantsız bir hayatın tam olarak ne anlama gelmiş olacağını ancak onu kaybedince anlayabilmiş olmamız ne acı! (EK/NZ)
___________________________
(*) Ertuğrul Kürkçü'nün Eylül 2007'de Uluslararası Hrant Dink Vakfı ile Kırmızı Yayınları'ndan çıkan "Hrant'a..." başlığıyla derlenen yazılardan oluşan kitapta yer alan makalesi