Bugün 15 Eylül. O "bebeklerden katil yaratan karanlık" aramızdan almasaydı Hrant Dink'i, muhtemelen bugün adadaki evinde, kayığıyla çıkıp eylül balığı yakalayıp, mangalda derdest edecekti onları, sonra da afiyetle maaile yiyeceklerdi; 55. yaşını kutlayacaklardı. Olmadı. İzin vermediler.
Ardından, ideallerini yaşatmak için kurulan Uluslararası Hrant Dink Vakfı, Dink'in doğumgününü bu yıldan başlayarak verilecek Uluslararası Hrant Dink Ödülü ile kutluyor. Ödül töreni bu akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapılacak. Hrant gibi cesaretle doğruları söyleyenlere verilecek ödül. Ödül komitesi, son ana kadar ödül alanları açıklamadığı için, kim olduklarını bilmiyoruz ama bu ödülle kendilerini şu dünyada daha az yalnız hissedeceklerine adım gibi eminim...
Hrant'ı bugün İstanbul'da bir kez daha kalabalıklarla anarken, ona bir doğumgünü hediyesi de, aslında çok da hesaplanmadan Ermenistan'dan geldi.
Ermeni meselesini bugün bu kadar çok konuşuyorsak, payı yadsınamayacak olanlardan birinin, Osman Köker'in yıllarca süren inadı ve araştırmasıyla ve Orlando Carlo Calumeno'nun müthiş koleksiyonuyla hepimize soru sorduran 100 Yıl Önce Türkiye'de Ermeniler Sergisi, Civilitas Vakfı'nın organizasyonu ve Anadolu Kültür ile Haypost'un destekleriyle ile Hrant'ın doğumgününde açıldı. Aslında özellikle bugün olsun diye planlanmamıştı ama her tesadüfün bir manası var bence.
Erivan'ın göbeğindeki Sovyet Ermenistan'ından kalma, müthiş sinema salonu Moskova'nın fuayesinde açıldı sergi. Orada olmayı ne çok isterdim ama olamadım. Ama haberler şahane. Hem kalabalık, hem de sıcak bir açılış olmuş. 1915'te canlarını zor kurtararak kendilerini başka ülkelere nar tanesi gibi atılmış bulan Ermenileri, sergiyi gezerken gözümde canlandırabiliyorum şu anda.
Onlarca kadın ve erkeğin Anadolu'nun o günlerini anlatan yüzlerce kartpostalın önünde dakikalarca durup, Muş'a, Sason'a, Malatya'ya, Van'a, Diyarbekir'e ve diğer kadim kentlere nasıl baktıklarını hayal edebiliyorum. Kentler kendi büyüklerinden dinlediklerine benziyor mu diye birbirleriyle fısıl fısıl konuştuklarını tahmin edebiliyorum.
Anadolu'nun sadece bizim bildiğimiz tarafında değil, sadece doğusunda ve güneydoğusunda değil, ama her yerinde Ermeniler olduğunu gösteren sergiye bakıp, kendi evlerini, kiliselerini, çeşmelerini bulmaya çalıştıklarını hayal etmek çok zor değil.
Bir de şunu tahmin ediyorum. Sergiyi gezen Ermenilerin, salonda sergi düzgün mü değil mi, her şey düzgün asılmış mı diye bıyıklarını burarak dolaşan adamın, Osman Köker'in Türk olduğunu öğrendiklerinde yüzlerinde oluşacak önce şaşkınlık, sonra memnuniyet ifadesini... İşte o ifade bile, 31 Ağustos günü iki ülke dışişleri bakanlıklarınca paraflanan, sayfalarca zor anlaşılan metinden daha kıymetli bence. Çünkü o görmediğim ama varlığından emin olduğum ifade, tam da doğumgününde andığımız Hrant Dink'in istediği ifade. Bir Ermenistanlı ile bir Türkiyelinin, bir Türk ile bir Ermeninin birbirlerine dokunmasının, değmesinin ifadesi.
Birbirimize değip, birbirimizi tanıdıkça, o sınırlar mecbur açılacak çünkü. Osman Köker 100 yıl önce Anadolu Ermenilerini Erivan'a taşıyacak, belki yakında bir gün Hayk Demoyan Osmanlı'daki Ermeni sporcuları Türkiye'ye, birbirimize gidip, geleceğiz, tanışacağız, atışacağız, sevişeceğiz, eğleneceğiz, gülüp ağlayacağız ve sonuçta uzun zamandır görüşmeyi beceremeyen kuzenler olarak yeniden bir ilişki inşa edeceğiz. O kartpostalları ve 100 yıl öncesine dair dinlediğimiz hiç bir şeyi unutmadan ve Hrant'ı anarak her seferinde, yeniden başlayacağız, hatta başladığımıza devam edeceğiz.
Sevgili Hrant, hem Erivan'da hem de İstanbul'da bugün çok insan andı seni, çok insan kutladı doğumgününü! İyi ki doğdun Hrant, iyi ki doğdun!