"Devlet dersinde öldürülmüştür" (Ece Ayhan)
"bizim tasalarımızın eskidir tarihçesi/ sonunda umutlanmak, başında gül bahçesi"
(Turgut Uyar)
Sen devlet dersinde öldürüleli kaç güvercin, kaç şiir yılı, kaç devrim yılı oldu bilemiyorum? Nereden başlasam bilmem ki? En iyisi, sayıların hayatlarımızdaki iyiliklerinden ve kötülüklerinden başlamak. Öyle ya, tarih boyunca devletin yüzüne karşı söyleyenler ve eyleyenler, neden birbirlerinin yüzüne karşı da konuşmasınlar ki? Şu anda aklıma, Turgut Uyar'ın "Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde/ Ölüm nasıl söylenirse öyle/ İspanyol dilinde/ ve her dilde..." dizeleri gelse de, devlet dersinde öldürülmelerden söz etmeyeceğim.
Öldürülme yıldönümünde ve mahkeme günlerinde yaptığımız buluşmalar bana Cumartesi Anneleri'nin oturmalarını anımsatıyor. Onlar geldiğinde, Galatasaray Meydanı'nın kuşlarının yerlerini onlara verip telgrafın tellerine kondukları, "Eylem bitti, bize yakışan bir biçimde slogan atmadan dağılabiliriz" cümlesinden sonra tekrar yerlerine oturdukları günleri anımsıyorum. Bir türlü kuşlardan bir fazla olamadığımız günler.
"Hrant'ın Arkadaşları" tarihen-siyaseten anlamlı bir inatla çabalasalar da, Agos'un önünde ve Beşiktaş İskelesi'ndeki eylemlerde de durum aynı. Giderek daha azalmak, kuşlardan bir fazla olamamak kader/keder gibi. Bir avuç arkadaşın örgütlediği buluşmalarda, yazarlar, şairler, sanatçılar adalet sayımında genel "yok" yazılıyor. (...)
Sevgili Fırat...
Geçmişte ayrı siyasetlerde olsak da, sen de bilirsin ki bizler sosyalizmi, teorimiz yettiği kadar milliyetçiliğin reddi üzerine kurulu enternasyonalizm olarak öğrendik, öğrettik. "Ergenekon" süreci resmi tarihin, milliyetçiliğin, sosyalist geleneklerdeki ağırlığını da suçüstü yaptı. Teorisyenlerin bilinçaltlarında ne kadar çok devlet, ne kadar çok ordu, ne kadar çok ulus sevgisi varmış da haberimiz yokmuş! (...) Demem o ki senden sonra kişi başına düşen milliyetçilik-ırkçılık miktarı topluma paralel bizim mahallenin çocuklarında da çoğaldı. Bu gidişle başımıza devrim düşeceğine, devlet, ordu ve Tanrı düşeceği kesin... Olup bitenlerin nedenleri çok derinde... Sana hep, "Senin çevren geniştir, devrimden ne haber", derdim ya... Olup bitenler, Ece Ayhan'ın, "Esas duruş mülkün temelidir" cümlesindeki derin anlamla ilgili olmasın? Dedim ya, senin çevren geniştir... Şimdi sözün burasında ben; "Hızla gelişecek kalbimiz./ Kalbimiz/ Yenileyecek sonsuzluğunu/ Ve hızla gelişecek" (Turgut Uyar) diyeyim, sen oradan bu dizelere yeni manalar yükle...
Yoldaş...
'Bizim Mahalle'yi soracak olursan; "Bir vur bin dert işit kase-i Fağfurdan" cümlesi her şeyi özetliyor. Dert çok, derman ufukta yok ve birbirimizden eksilmeye, zarara devam... 12 Eylül 1980'den sonra, ömürilik'ten darbe yiyeli beri, teoriyi ve pratiği doğrultamadığımızı sana, 12 Eylül'ün zulmünden geçmiş bir siyasiye anlatmak gereksiz. Daha 12 Eylül sabahında kitlelerden ve birbirimizden "zarar!" ettiğimizi, biliyorsun. Birbirimize devlet olmayı bırakıp, yeniden birbirimizden ve hayattan çoğalma projelerinin ne hale getirildiğinin tanığısın. Kemani Sarkis Efendi ünlü nihavend bestesini sanki bizim mahallenin çocukları için yapmış: "Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime/ Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime/ Perde-i zulmet (karanlık) çekilmiş korkarım ikbalime/ Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime..." Kim düzenliyor bunca aymazlığı, bölmeyi, bölünmeyi, sevgisizliği kim örgütlüyor diyecek olursan; yanlış yaşamaya ve yanlış yaşlanmaya devam eden rüçhan hakkı sahipleri, diyebilirim... Orada Marks Abi'ye rastladığında, bizim mahallenin çocuklarının neden teoride "doğru" söyleyip sürekli pratikte şaştıklarının nedenlerini bi zahmet sorsan. Ünlü düşünür Adorno'nun, "Yanlış hayat doğru yaşanmaz" cümlesinden el alarak, devrimci olmayan hayatlardan devrimci pratikler çıkmaz, diyorum, ama, sakalım olmadığı için kimse inanmıyor. Yine de ben, "Kalbimiz/ Hızla gelişecek/ Çağımıza pek uygun bir hızla/ Gelişecek kalbimiz" (T. Uyar) diyeyim, sen bunu somut şartların somut tahliline uyarla...
Sevgili Ahparik...
Bir şikayetimi sana arz etmeden geçemeyeceğim... Seninle ilgili anma gecelerine, toplantılara, panellere ve özellikle bazı ödüllere esastan ve usulden şerhim ve itirazım var. Niyetlerden hem bağımlı hem de bağımsız söylersem; korkum, "iyi kalpli kötülüklere" rağmen bu çabaların giderek "ritüel etkisi" kazanacağı, (kazandığı) cenazede senin için toplanan on binleri sana ve birbirimize yabancılaştıracağı (yabancılaştırdığı)... Bu duruma nasıl, hangi akıl ve araçlarla ve hangi dille müdahale edileceğini, seni geri istemek için kimin kapısının tıklanacağını doğrusu bilemiyorum. Anladığım bir şey varsa, bazı şeylerin bürokratik, hiyerarşik düzenlendiği. Sen, "Su çatlağını bulur" demiştin haklı olarak ama bazen suyu yanlış çatlak da bulabiliyor... Sen, tüm farklılıklarınla ne kadar yakındın, hayata, bizim mahalleye... Bazen, sana yüklenen yeni anlamı, hatta imajı anlamakta zorlanıyorum. Mecazi olarak söylersem, sanki seni başka mahalleye taşımışlar da bizim oralara ulaşmamız giderek daha güçleşmiş gibi... Özetle, bizleri daha bir kuşatan, seninle aramıza sokulan bir "yabancılaşmadan" söz ediyorum. Belki de bunu sezdiğimden beri, yıldönümü, duruşmalar dışındaki etkinliklere, hatta seni sık olmasa da ziyaret ettiğim Agos'a bile gitmiyorum. Elbette, "adalet kampanyasıyla" ilgiliyim, "Hrant'ın Arkadaşları"ndan sayılırım ve elbette senden sonra kapısından girmediğim Agos'la da dayanışıyorum. Burada o ünlü "ama" sözcüğü devreye giriyor... Sen gökçekimine tabi oldun ya, kendi deneyimine yukarıdan daha iyi bakacağını bildiğim için, oradan yerdeki işaretlerin, delillerin nasıl göründüğünü doğrusu merak ediyorum. Böylece içime attığım şerhlerini sana iletmiş oldum. "Hrant'ı, arkadaşımı geri istiyorum" diye derdimi herkese ilan ettiğimi bilesin. Şimdi ben, tarihin bir aşamasında, "Hrant'ı, arkadaşımı geri istiyorum" diyorsam da, bundan ne kıssa ne de hisse çıkarmayanlar çoğunlukta... Yani, "Yine azınlığa düştü yüreğim..." (Senin, "Şairim! Duygusallık yapma, abartma... Boş ver ödülü kim almış filan, şiirler oku da iklimi değiştirelim!" dediğini duyar gibiyim...)
Elbette, seni geri çağırmakla kalmıyorum... Cenazende toplanan Kavimler Kapısı insanlarına, "Neredesiniz ey insanlar, hangi iyiliklerin peşindesiniz?" diyerek onları da geriye, o büyük meydanda toplanmaya çağırıyorum. Senin bıraktığın mirastan zarar etmemek, senin üzerinden kötülük toplumuna yenilmemek için, birbirimize ve düşlerimize yeniden başlamak dışında çaremiz yok... Yine de; "Bütün çalar saatlerin/ Derin ve güzel bir su'yu vurduğu zamanda/ Hızla gelişecek kalbimiz" diyorum ki, belki bir duyan olur...
Sevgili Kardeş...
"Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı/ Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk/ Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza" (Turgut Uyar)
Hülasa edecek olursam; buralarda devrimci bir durum yok... Giderek daha az yer kaplıyoruz yeryüzünde... Kapital'e el basarım ki cümle hal böyledir... Yine de senin çevren geniştir... Oralarda, devrime, adalete, demokratikleşmeye dair bir duyum alırsan, acele ilet... Güvercinleri soracak olursan... Tedirginliğe devam... Yine de senin güvercin hatırın için ilk fırsatta onlara da hallerini sorup sana iletirim... Bütün halkların, bütün dillerin sana mahsus selamları var...(SS/YY)