Fotoğraf: Agos Gazetesi
Mikrofon döndü dolaştı, elime düştü. O gün o salonda konuşulanların anlam ve önemini kavramamışım ki elime düşen mikrofona çok haklı olduğuma inanarak:
“Türkiye’de Ermenilerin varlığı büyük bir güçtür, neden ellerini masaya vurmazlar?” deyiverdim.
Ahhh, nasıl deyiverdim!
Salonda sessizlik… Niye alkışladığını bilmeyen bir grubun hırıltısı, büyük bir suskunluk…
Belli ki çok haklı olduğuma inanarak söylediğim bu cümle, içinde çokça soru işareti barındırıyordu. Salonda toplanma sebebimiz ise, öldürülen Hrant Dink’i anmaktı.
Ermeniler bu ülkede çok güçlüyse Hrant Dink neden öldürülmüştü? İşte bu sorunun cevabını daha sonradan verdim kendime. Aklımdaki soru işaretlerini eledikçe de söylediğim cümleden daha çok utandım. Hayatımda büyük bir utançtır, hatırladıkça istemsiz yüzümü kapatırım. O salonda bu sözüme şahit olan kulaklar için ve Hrant için bir özüre vesile olur belki bu yazı. Yazmama vesile olan şeyse gözlerimi açtığımda bana gülümseyen Hrant’ın resmi.
Yaşamın mucize olduğunu düşündüğümüz, onun deyimiyle güvercin tedirginliğiyle yaşadığımız bu ülkede hayata dair umudumuzu yitirmeye başlarken, küçük bir resimde yeşiller arasından gülümsüyor Hrant. Ali’nin Hagop’la el ele oynamasını hayal ettiği topraklardan, kendisinin de inatla o toprağa ait olduğunu hatırlatarak. Öyle mutlu, öyle çocuk…
Koca dünyayı kucaklayan gülüşler vardır ya, baktıkça bizi de aydınlatan, öyle işte.. Yitirdiğimiz umudu hatırlatıyor bize. Bu gülüş eksildi ömrümüzden, bir gülüş eksiltildi. Bu gülüşe düşman olanlar beraber gülebilmenin hayaline, hafızamıza, hatırladıklarımıza da düşmandı elbet. Sadece bir insanı yok etmek değil, onu var eden, hatırlatan tüm anıları da yok etmekti asıl niyet. Çünkü Hrant Dink’i hatırlamak, iktidarı sorgulamaktı, onu hatırlamak, yıllardır unuttuğumuz adaletin terazisine düşen maraza hayıflanmak, inadına insan kalabilmeye çabalamaktı. Bir “öteki” olarak bu ülkede nerede durduğuna bakmaktı.
Hepimiz Hrant’ın gülüşünde buluşan ötekileriz. Onun vicdanı, onun kalbiyle haykırıyoruz tüm ötekilerin birlikte yaşama umudunu. Hrant’ın kurmayı umut ettiği Renk Körlüğü Evrensel Birliği’nin gönüllü üyeleriyiz. Bir renge körü körüne bağlanıp ona kul köle olanların beyin körlüğüne karşı, renk körlüğünün balından kaymağından yemek isteyenleriz. Ama anladık ki bu kolay değil, hiç olmadı. Hrant’ın güvercinlere dokunulmayacağına inanmak istediği bu ülkede bizler, güvercinlere bile dokunulduğuna, dokunanların pis pis sırıttığına tanık olduk.
Özlüyoruz seni Hrant, aynı zamanda utanıyoruz. Utanmamıza sebep olan onca şey var ki, hangi birinden bahsedelim, neresinden tutalım, tutabileceğimiz bir şey kaldı mı? Hani sen söylemiştin zamanında:
“Kaybolmayın çocuklar
Kaybetmeyin analar
Bulun onları…”
Kayıplarla dolu insan hakları köşesinden umutlu bir haber yok. Anneler hala kayıplarını arıyor, çocuklar kaybettiriliyor. Arttıkça artıyor kayıplarımız. Bir tek vicdanımızı asmadık kayıp köşesine, hala kaybolmadığına dair inancımız var. “Hepimiz Ermeniyiz”, “Hepimiz Hrant’ız” diyen kalabalıklar arasında arıyoruz onu ve güvercinlerin ürkmeden yaşayabildiği bir ülke diliyoruz. Biliyoruz ki ancak o zaman “umut” olacak barışın adı, çocuklar öldürmek yerine yaşatmanın ne kıymetli şey olduğuna inanarak büyüyecekler. Güvercinleri değil, güvercinleri ürkütenleri kovacaklar hayatlarımızdan. Ve sen öyle yeşil gülerken, biz de gülerek bakacağız gözlerine, bu kez utanmadan… (FE/HK)