Sevgili Hrant ahparig,
Pazartesi günü seni aramızdan alalı o karanlıktan yaratılan katil, tam iki yıl olmuş olacak. Sana iki yıldır ne oldu, sen gittiğinden beri senin istediğin neleri yapabildik, neleri yapamadık anlatayım istedim, Ermenistan’ı, Türkiye’yi…
İk kez Ermenistan’a gittiğimde, 2006 yazıydı. Sen henüz Agos’taki odanda oturuyor, gelen herkesi o müthiş gülümsemenle selamlıyor, iki yıldır seni tanıyan herkesin aklında olan o kucaklamanla da uğurluyordun.
2006 yazında, çok sıcak günlerde, ilk kez Yerevan’a gidecekken, sana uğradım, bir arkadaşımız seninle tanışmak istiyordu, onu getirdim. Giderayak da sordum “kimleri göreyim, neler yapayım” diye. Bir sürü şey saydın bana, bir sürü isim, yenilecek yemek, içilecek içki. Söylediğin isimlerden bazılarıyla tanışabildim, bazılarıyla tanıştığımda ise artık senin yokluğundan bahseder hale gelmiştik.
Sen gideli beri buralarda, İstanbul’da ve Yerevan’da hem çok şey değişti, hem de hiçbir şey değişmedi.
İki ülkede de hem iyi insanlar artıyor hem de düşmanlıktan beslenenler. İki ülkede de hem birbirini anlayan insanlar artıyor hem de birbirinden gittikçe uzaklaşanlar. Her şey bildiğin gibi aslında.
Senden sonra birkaç kez daha düştü yolum Yerevan’a. Bu yaz mesela, Altın Kayısı Film Festivali’ne gittik, bir sürü Türkiyeli, hep birlikte, bir sürü filmle. Sen de vardın festivalde. Nar tanesi gibi dağılmış Ermenilerin dünyanın çeşitli yerlerinden senin için, senden sonra yaptıkları filmler vardı. Her masada sesin, sözün vardı. Senden sonra konuşulanlar da, dil de sana doğru değişmiş, dönüşmüştü. Birbirimizi anlar, konuşur olmuştuk…
Tam o sıralarda, biz Yerevan’da hem film izleyip hem de durmaksızın senden ve dilinden söz ederken tanıdığın, tanımadığın onlarca dostunla, hem Ankara’da hem de Yerevan’da maç konuşulmaya başlandı. Bir tesadüf işte, Türkiye ve Ermenistan Dünya Kupası grup elemelerinde birbirlerine karşı oynayacaklardı. Acaba Cumhurbaşkanı Gül maçı izlemeye Yerevan’a gelir miydi? Birkaç ay konuştuk bunu her iki memlekette de. Herkesin bir tahmini vardı, neredeyse iş loto oynamaya kadar vardı. Ve beklenen açıklama geldi, tarihin insana hatırlatma cilvesiydi, 6 Eylül’de Yerevan’da Hrazdan Stadı’nda oynanan maçı Serj Sarkisyan ile Abdullah Gül yan yana seyrettiler. Yerevan sokaklarında Türkiyeliler maça gelmiş, tanışmaya gelmişlerdi. Maça gidemedim ama gidenleri çok dinledim. Bir sevdiğim insan mesela şöyle dedi: “Bilirsin ne kadar hoşlanmam bayraklardan, sembollerden. Ama Marriott Otelinin önünden geçerken Cumhurbaşkanı Gül’ün arabası, o arabadaki flama gözlerimi doldurdu, bugünleri de mi görecektik diye…”
Herkes cebinde çokça Ermenistan anısıyla döndü. Kızın Delal de oradaydı, maçın ardından senle birlikte maçı nasıl izlediğini anlattı, hepimizi coşkuya davet etti, paylaştık coşkusunu…
Maçın coşkusu hepimizi sardı, kimin kazandığının, kaybettiğinin bir önemi yoktu. Söylentiler başladı, Türk Hava Yolları charter seferlere başlayacak diye, bekliyoruz ama söylentisi bile güzel. Kars ve çevresi kıpırdandı Gül’ün ziyaretinden sonra, “acaba” dediler, bir ümit sınır açılır mı? Gümrü’den arkadaşlar da söyledi sonra, aynı kıpırdanma oralarda da olmuş aslında. Şimdilik bir şey olmadı, sınır hala kapalı, THY hala uçmuyor. Ama hem giden hem de dönen uçaklar o kadar dolu ki, aslında her şeyi geçtim, hani bırak jesti falan, düpedüz çok iyi bir kazançlı bir yatırım aslında Yerevan- İstanbul uçuşu, THY’nin bunu farkında olmaması da bir acayip.
Böyle iyi şeyler olurken, kötülükler de devam etti elbette. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “fikri neyse zikri odur” şiarından doğru “Bugün eğer Ege'de Rumlar, Türkiye'nin pek çok yerinde de Ermeniler yaşamaya devam etseydi, acaba Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?" sorusuna imza attı. Gönül’ün buram buram ırkçılık kokan sorusuna en iyi yanıtı oğlun Ararat verdi. Çok da iyi yaptı.
Temmuz gidişim maç tartışmalarına denk gelmişti. Aralıkta bir daha düştü yolum Yerevan’a. İlk kez soğuk bir zamanda gittim, kentin soğuğu da soğukmuş hani. Bu kez bir sinema atölyesi yaptık, Türkiyeli ve Ermenistanlı genç sinemacılar buluştuk, konuştuk, anlamaya çalıştık. Başrolde yine sen vardın. her konuşmaya başlayan bir yerinde senden de iki kelam etti mutlaka, hem andık seni, hem de konuşmamızı, anlaşmamızı ne kadar kolaylaştırdığını düşünüp mutlu olduk. Bir hafta sonraysa tam senin istediğin oldu. Kardeş Türküler ve Sayad Nova Korosu, neredeyse bir uçak insan, atladılar, geldiler Yerevan’a. Önce Yerevan’da, sonra Vanadzor’da yüzlerce insanla tanıştık, birbirimizin türkülerini söyledik, Türkler, Kürtler, Ermeniler…
Aynı günlerde İstanbul’dan bir haber geldi. Türkiyeli bir grup insan 1915 Büyük Felaketten ötürü kişisel olarak özür dilediklerini açıkladılar. Liste gittikçe kalabalıklaştı, 25 bini aşkın insan özür dileyenlere kendi adını da ekledi. Ama anlayana… Anlamayanlar “demek ki kendileri bir şey yapmışlar ki özür diliyorlar”a kadar giden düz mantık ürünü cümleler kurdular. Özür dileyenler umursamadı elbette.
Ben sana bu mektubu yazarken Fransa’dan iyi bir haber geldi bu kez. Fransa'da yaşayan Ermeni asıllı sanatçı ve aydınlar, Özür kampanyasına bir teşekkür kampanyasıyla yanıt verdiler. "Teşekkürler" başlığı ile başlatılan imza kampanyasının metninde, "Bu girişimi kişisel olarak başlatan Türk vatandaşlarına teşekkür ediyoruz" dediler. Adları çok bilinen 21 Ermeni’nin başlattığı kampanyada “Özür dileme girişimini destekliyoruz. Gerçek bir umut işareti ve tarihi bir ilerleme olarak görüyoruz" dediler, çok da iyi ettiler.
Bunlar Ermenistan’la olanlar, diasporayla olanlar. Dünyada, memlekette bir sürü kötü şey daha oluyor elbet. Bizi 19 Ocak’a götüren sürecin mimarlarının bir kısmı bir süredir hapiste, Ergenekon terör örgütü üyeliğinden yargılanıyorlar. Diyarbakırda’da 100’e yakın çocuk, 12 yaşında, 11 yaşında çocuklar tutuklu, taş attıkları için. Gazze’de İsrail saldırıyor, Filistin direnmeye çalışıyor, Birleşmiş Milletler ses çıkartmıyor.
Yani demem o ki dünya sen gittiğinden beri iyiye gitmiyor. Arada birkaç iyi şeyle, ağzımıza bir parmak bal çalıyorlar ama dünya yine bildiğin dünya. Kendi kendimize iyilikler yaratıyoruz, kendi kendimize senin dilinden konuşmaya, anlaşmaya, buluşmaya çalışıyoruz. Fena da gitmiyor hani ama dünyaya baktığında eksik hala bir şeyler.
O yüzden biz pazartesi günü saat 14.30’da, senin gazetenin önünde buluşacağız. Kefiyelerimizle geleceğiz, bir saat seninle olacağız, sen olsaydın Filistinli olurdun şimdi, o yüzden biz hem Filistinli, hem de Ermeni olacağız Pazartesi günü, senin için, adalet için.
Gözlerinden öperim Hrant ahparig, kucaklarım…(ÇM/EÜ)