Ne sınır ötesi harekat, ne Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Anayasa Mahkemesi’ndeki davası, ne Barack Obama’nın Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) başına doğru önlenemeyen yürüyüşü, ne Tuncay Özkan'ın Kanaltürkünün elinden alınıp madara edilmesi, Mayıs’ta en yeni ve en önemli olan şey bunlardan hiçbiri değildi.
Mayıs rüzgarlarının işçi hareketinin ve devrimci hareketin önüne getirip koyduğu en çok anlaşılmaya ve çözümlenmeye muhtaç mesele, henüz ortaöğrenim çağındaki binlerce gencin büyük bir enerji ve içten, karşılıksız bir sevgiyle kendilerini devrimci hareketin kollarına atmış olmasıydı. Binlerceler, her yerdeler. Sadece 1 Mayıs’ta İstanbul’da, Taksim’de değil, bütün işçi/sanayi kentlerinde: Bursa'da, Mersin'de, İzmir'de, Gaziantep'te, Antakya'da, Adana'da...
Onlar, zihinlerini pop-starlardan da, resmiyet dünyasının ikonlarından da çoktan özgürleştirmiş gençler, 1968’in ve sonraki on yılların devrimcilerinin ayak izlerini sürmeyi önlerine doğal bir yaşam hedefi olarak koyuyorlar. Öylesine doğal ve masumlar: "Bir devrim yapmayı istemekten daha normal ne olabilir?"
78'lilerin çocukları
Bu yükselen dalgayı bir TV dizisinin etkisiyle açıklamaya kalkmak safdillik olur, bunun hiç etkisi olmadığını söylemenin de aynı derecede safdillik olacağı gibi. Doğada her zaman niteliksel bir sıçramaya yol açan bir "kritik kitle" etkisinden söz edebiliriz.
Bir çığ, bir tüfek atışından sonra kopabilir, ama bundan ötürü çığ kopmuş olduğuna ne alaylı dağcıları ne meslekten coğrafyacıları, meteorologları inandırabilirsiniz. Bu gençler, "Hatırla Sevgili" fan klübü üyesi olarak gelmediler alanlara. Zaten aileleri, arkadaşları, öğretmenleri ile süregitmekte olan diyalogları, dizinin de kolaylaştırcılığıyla bir toplu düşünme sürecine doğru evrildi.
Onlar genellikle bizim 78'liler dediklerimizin çocukları. 1978'de 20'lerinde olanların, hapisten, sürgünden kaç göçten kurtuldukları 80'ler sonunda yapmaya cesaret ettikleri çocukları şimdi 20'lerine yürüyor. Onların toplumsal hafızaları, her biri 1970'lerin ikinci yarısında Türkiye'nin en büyük politik hercümercini yaşamış annebabalarının sonraki kuşaklarına nakledebildikleri olgulardan ve anlatılardan da oluşuyor.
Duyarlıkları, anne babalarının belki de hiç kastetmeden, yaptıkları ettiklerini, kendi bagajlarında taşıdıkları kültürü sonraki kuşaklarına geçirmeleri ile de besleniyor. Nihayet, onlar "yasak bilgi"nin, "yasak düşünce"nin nispeten özgürce dolaştığı, hiç değilse bir yaptırımla karşılaşmadan edinilebildiği "İnternet" dünyasında gezme, oradan edindikleri bilgiyi başkalarıyla değiş tokuş etme kültürünün boy verdiği ortamlarda büyümüş gençler.
68'in 40. yılında ergenlik
Onlar 1990'larda sosyalizmin büyük bozgunu yaşandığında bunun hayal kırıklığı ve moral bozukluğuyla ruhları örselenmemiş, ama bir on yıl sonra küresel kapitalizme karşı isyanın mayalandığı yıllarda siyasete uyanmış, ifade özgürlüğü alanının nispeten genişlediği bir dönemde, enformasyonun bollaştığı bir iletişim evreninde şaşırmadan yollarını bulacak kadar çekirdekten yetişmiş insanlar.
Birer ergin insan olmaya başladıklarını hissettikleri yılın 1968’in 40. yılı olması da onların şansı. Bir şanslı kuşak daha geldi işte. Geleceğimizi inşa edecek olanlar onlar. Irkçılık pisliğine bulaşmamış, ayrımcılığın ayıplandığı bir yakın çevrede yetişmiş, inançlarından dönme utancıyla vicdanları kirlenmemiş, gözleri açık, zihinlerinin yelkenlerini merak rüzgarının doldurduğu binlerce genç insan, tam 20 yıldır kendilerine örnek diye diziler boyu sunulan katillere kalplerinde bir tek an bile yer vermediler. Ama yüreklerini katledilmiş devrimcilere açtılar, sempati ve hayranlıkla.
Boşuna değil, yaygın medyanın hep bir ağızdan, 1968'in devrimcilerini en olmadık "cuntacı faşizmi"nin koynunda göstermeleri. Şimdi bütün bu devrimcilere kıymet veren, kıymet ne kelime, hayatını adamaya karar vermek üzere olan binlerce genç insan var. Onları karşıya almadan önce, "modelleri" halletmek, hatta bir nevi "put kırıcısı" olarak bunu fiyakayla yapmak fena bir fikir olmamalı.
12 Eylül darbesi gerçekleştirildiğinde o zaman Tercüman’ın başyazarı olan zat şöyle buyurmuştu –mealen:
"Asker sopası altında yaşamak kolay olmayacak ama bir kuşağı kurtarsak yanımıza kar kalır."
Çok yönlü devrimciler olmaları için
Bir kuşağı canları istediği gibi eblehleştiremedilerse de, politika dışına çıkarmayı başardılar, doğrusu. Ama hayat devam ediyor. Halk varsa çocukları da olacak elbet; baba ve annelerinden ileride, onların yarım bırakmaya mecbur kaldıkları işleri tamamlamayı üstlerine vazife olarak gören...
Devrimciler -yani hala politik mücadelede yer alan eski devrimci kuşaklar- bu şimdi sokağa çıkmaya başlayan kuşağa gözleri gibi bakmayı bilmezlerse eğer, onların içlerindeki bütün potansiyelleri özgürce geliştirmeleri için fırsat yaratmaz da onlardan müritler devşirmeye kalkarlarsa, sadece Türkiye’nin, işçi sınıfının, halklarımızın geleceğine değil, kendilerine de en büyük kötülüğü etmiş olurlar.
Zaman eninde sonunda hükmünü yürütür, neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenmenin bir yolu bulunur, tıpkı bugünlerde olmakta olduğu gibi... Arkadan gelenler önden gidene sorarlar sonunda:
"Madem, bilmiyordun gideceğin yeri, neden düştün önümüze" diye.
Tarih bizi yeni kuşağımıza, hurafelerin, menkıbelerin, efsanelerin anlatıcısı olmaya değil, onları eleştirel aklın kaynaklarıyla tanıştırmaya, çok yönlü birer devrimci olabilmeleri için gereken manevi donanımı edinmelerine yardımcı olmaya çağırıyor. Bu görevden kaçılamaz, bu görev kötüye kullanılamayacağı gibi. (EK/GG)