Herald Scotland’ın sanat muhabiri Phil Millier 20 Nisan tarihli haberinde Sony yöneticilerinin sızan e-mailleri arasında Outlander dizisi ve İskoçya bağımsızlık referandumu ile ilgili bir belgeye dikkat çekti.
Habere göre, dizinin yapımcılarından olan ve aynı zamanda Sony üst düzey yöneticilerinden Keith E. Weaver geçtiğimiz yıl Başbakan David Cameron ile görüşmesinin konularından biri “Outlander”dı.
Diana Gabaldon’ın kitaplarından uyarlanan, İskoçların işgalci İngilizlere karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi eşliğinde bir aşk hikayesini anlatan Outlander’ın referandum öncesi bu toplantıya konu olması çok ilginç bir nokta.
Keza Millier, “Galce konuşan ve kırmızı ceketlilere* karşı savaşan Highlanderların**” İskoç duygularını ayaklandırdığını, bu durumun “Outlander’ın yayını bu sebeple Referandum sonrasına bırakıldı” spekülasyonlarına yol açtığını yazıyor.
9 Ağustos başlangıçlı dizi her ne kadar 18 Eylül referandumundan önce yayınlanmaya başlansa da “cafcaflı” diyebileceğimiz, gönül teline dokunan bölümlerin referandum sonrasına bırakıldığını düşünebiliriz.
Ki dizinin başrol oyuncularından, Sam Heughan’ın da bağımsızlığa “evet” diyenlerden olduğunu düşünürsek, Cameron’un izleyici kitlesi gittikçe artan bu jönün etkisini referandum sonrasına bırakmak istemesi son derece olağan.
Tabii İngiltere başbakanlığı sızıntıyla ilgili her türlü yorumu reddettiği için bunlar sadece spekülasyonlardan ibaret.
Ama burada önemli bir nokta var.
Ağdalı bir aşk hikayesinin bir devletin politikalarına müdahale edebilme düşüncesi çok etkileyici.
Outlander, oldukça feminist ki o mesele bu makalenin konusu değil, ancak dizinin çoğu diyaloğunun Galce olması, meseleyi İskoç perspektifinden anlatması ama bir Mel Gibson banalliğine düşmemesi, diyalogları Londra aksanlı değil İskoç aksanıyla vermesi, Galce konuşmalara altyazı koymayarak İngilizce konuşan izleyiciyi tam da istenen yere bir “Outlander”a*** çevirmesi politik kararlar.
iMDB’de 8.7 puan alacak kadar kaliteli bulunan ve geniş bir izleyici kitlesine sahip olan dizinin asıl konusunun gelecekten gelen İngiliz kadının evine geri dönme çabası olmasıysa bu politik pozisyonu daha konuşulması gereken bir yere kuruyor.
Bunun bir benzeri Almanya’da geçtiğimiz yıl oldukça ses getiren bir mini dizi devlet kanalı ARD’de gösterildi. Yapımcı Nico Hoffman’ın “babamın hikayesi” diyerek prodüktörlüğünü yaptığı Unsere Mütter, unsere Väter**** üç kısa bölümde 3. Reich***** Berlin’in de beş arkadaşın savaşla başa çıkabilme hikayesini anlatıyor.
Dizi, soykırım sonrası çekilen yapımların “robotlaşan insanlar”, “canavar katiller”, “histeri sınırına ulaşan sıradan insanlar” tipolojisinin dışına çıkarak, Holokost’un faili Nazilerin neden Nazi olduklarına, sıradan insanların neden bu kötülüğe “evet” dediğine, bilhassa diğer örneklere kıyasla samimi cevaplar veriyor.
Peki tabii, bu samimi cevaplar ve Nazilerin bu beyaz ekran temsiliyeti Almanya ve bilhassa Polonya toplumunda ciddi tartışma yarattı. Bir diğer önemli nokta ise bu diziyi kamu yayıncılığı yapan ARD’nin yayınlamış olması.
Oysa dizi beş arkadaş hakkındaydı, bu kadar tartışılacak ne var ki (!)?
Türkiye’de yüzleşme filmi dediğimizde akla ilk gelen Güz Sancısı ve Hatırla Sevgili yapımlarını hatırlayalım. Güz Sancısı bir sinema filmi olduğu için, kategorik olarak onu şimdilik bir kenara bırakacağım.
Ancak, binlerce kişiye ulaşan, dört sezon boyunca her hafta 90 dakika izleyiciyi ekrana bağlayan Hatırla Sevgili çok defa gazete sayfalarında ve çay masalarında “Önemli meselelerin cıvık cıvık bir aşk hikayesine meze edilmesi” şeklinde eleştirildi.
Dizi yayını boyunca pek çok maddi hata yaptı. Ancak bunun yanı sıra 1961 darbesine, 1968 kuşağına, 1970’li yıllara dair (ne kadar bundan hoşlanmasak da) tarafların, askerlerin, Demokrat Partililerin, devrimcilerin, ülkücülerin, işçilerin, sendikacıların ve kadınların konuşabildiği bir hikaye anlattı. Bundan çok daha önemlisi ise insanları bu çerçevede konuşturabildi.
Hatırla Sevgili’den bahsedenler Yasemin ile Ahmet’in aşkından çok daha fazlasını konuştu. Ağır ağır yazılar yazan gazeteciler “Dizideki Yaşar benim” diye açıklama yaptı mesela. Bir aşk hikayesini anlatan, prime timeda anaakım medyada yayınlanan ve ortalama bir izleyici kitlesine ulaşan bir dizi ulaştıklarına politika da tartıştırdı.
Tomris Giritlioğlu’nun bir başarısıydı kuşkusuz, ki söylemeden etmeyelim 6-7 Eylül olaylarına dair, “komünist avına” dair hikayeyi anlatan Güz Sancısı da onun filmidir. Ve reytingleri tutmasa da “Berrak Tüzünataç’ın işkence sahneleri” başlığıyla 12 Eylül işkencehaneleri haber sitelerinin fotoğraf galerilerine taşıdığı Bu Kalp Seni Unutur mu? da Giritlioğlu’nun yapımcılığını yaptığı bir dizi.
Bunun başka bir örneğini olarak Öyle Bir Geçer Zaman ki ile Çemberimde Gül Oya sıralanabilir.
Belki bu noktada sözü şöyle kurmak gerekiyor:
Söz konusu geçmişin acılarıyla yüzleşmek olduğunda çok ciddiyiz. Bizim için son derece önemli olan bu meseleleri politik doğruculuk çerçevesinde ele almak, acıların ve zulümlerin altını kırmızı kalemle çizmek çok önemli.
Ne yazık ki bu önemi, toplumun genelinin ilgisini çekmiyor.
Akşam işten dönüp, yemek sonrası dizisini izleyen kişinin dertlerin derinliği, meselelerin çok taraflılığı ile çok ilgilendiği söylenemez. Aksi halde yarışma programları bu kadar çok izlenmezdi.
Ama bu örnekler bize çıkış yolu sunuyor. Bir aşk hikayesinin “hoppalığının” derin bir acının ehemmiyetini azaltacağını düşünmüyorum. Pablo Larraín’nin Pinochet rejimini sandıkta sona erdirmek için hazırlanan “Hayır” kampanyasına dair “No” filmindeki gibi, mesajı “verilebilir” kılmak “verilmesi gereken mesaj”dan daha etkili.
Yüzleşme biraz da toplumu tanıyarak gerçekleşebiliyor. (EA)
* Kırımız ceketliler: İngiliz askerleri için kullanılıyor.
* Highlander: İskoçlar için kullanılan tabir. "Dağlı" anlamına geliyor.
** Outlander: Sessenach'ın İngilizcesi. Saksonyalı anlamına gelen Sessenach aynı zamanda İngilizler için "outlander" (yabancı) anlamında kullanılıyor.
***Unsere Mütter, unsere Väter: Bizim Annelerimiz, Bizim Babalarımız. Dizi İngilizceye "Generation War" olarak çevrildi.
**** 3. Riech: Nazi Almanyası.