Başlıkta yer alan cümleler, askerliğini yapan her Türkiye vatandaşının biraz tebessüm ama çokça da ömrünün en güzel yıllarını harcamanın verdiği hüzünle hatırlayacağı bir komut dizisi.
Okuduğum bir haber, 28 yıl sonra bana bu komut dizisini tekrar hatırlattı.
Haberde, bir yönergeden bahsediliyor. Yönergenin bir bölümünü aşağıya alıntılıyorum:
"Geçit töreninde selamlama, protokol mensuplarının yer aldığı şeref tribünü önündeki yürüyüş güzergahının kırmızı işaret levhalarıyla başlangıç ve bitimi belirlenen şekilde gerçekleştirilecek. Yönergeyle, tören yöneticisinin, bayrak grubunun, flama grubunun, teknik komite üyeleri ve diğer görevli öğretmenlerin, grup sorumlusu izci liderinin, kız ve erkek öğrenci gruplarının selamlama şekilleri ayrı ayrı düzenlendi. Kız öğrenci grupları, kırmızı işaret levhaları arasındaki yürüyüş güzergahında ayak parmakları önce, taban sonra yere değecek şekilde kolları sallayarak, erkek öğrenci grupları ise aynı güzergahta diz çekip, kolları sallayarak uygun adımla yürürken sıraların sağ başındakiler ileri bakarak, diğerleri ise şeref tribününde geçit törenini ayakta kabul eden protokol mensuplarını başlarıyla ve bakışıyla takip ederek selamlayacak. Okul trampet takımlarının, garnizon komutanlığı veya belediye bandosu eşliğinde geçiş yapması durumunda davul çalınmadan geçilecek."
Evet, dediğim gibi, yukarıdaki paragraf, bir yönergeden alıntı.
Şimdi soru şu: Söz konusu yönerge, hangi devletin hangi dönemden kalma yönergesi olabilir?
Mesela, 1940lı yılların Mussolini İtalya'sından kalma bir yönerge olabilir mi! Ya da Hitler Almanya'sından?
Hayır, ikisi de değil.
Sıkı durun! Haberin devamını okuyalım:
"Millî Eğitim Bakanlığı, 1965 tarihli 'Okulların Merasim Geçişi Yönetmeliği'ni kaldırıp, yerine 'Mili Eğitim Bakanlığına Bağlı Okulların Geçit Töreni Yönergesi' ismiyle yeni bir yönerge hazırladı. Yapılan değişiklik, eski yönetmelikte yer alan manga, komutan gibi tabirlerin kaldırılmasıyla sınırlı tutulurken, geçit töreni yürüyüşlerinin kışla düzeninde yine askerî komutlarla yaptırılmasını öngören düzenlemeler büyük ölçüde aynen muhafaza edildi."
Gördüğünüz gibi, bu yönerge 2009 yılında TC Devletinin Milli Eğitim Bakanlığı'nın son yönergesi. Üstelik eski yönetmelikteki "manga", "komutan" gibi tabirler çıkartılarak sivilleştirilmeye çalışılmış hali. Yapabildikleri sivilleştirme ancak bu kadar. E tabii, "Her Türk asker doğar" anlayışının sahiplerinden de ancak bu kadarı beklenebilirdi.
Oysa değil hiçbir "Türk", hiçbir insan asker olarak doğmaz. Sadece insan olarak doğar. İnsan olmasının yanında illa bir sıfat daha gerekecekse, o da kuşkusuz "asker" değil "sivil" sıfatıdır. Ama hasbelkader bu topraklarda ve "Türk" olarak doğduysa, sonradan "asker doğduğuna da" inandırılır. Ve ileriki aşamalarında, yüzlerce Türkiyeli çocuğun kendi kanlarını kullanarak yaptıkları Türkiye Cumhuriyeti bayrağı, gururla haberlere konu olur.
Yazık, çok yazık...
Yıl 2009 ve Türkiye'nin 7-8 yaşlarındaki çocuklarına ilişkin reva gördüğü anlayış hâlâ bu!
Bu anlayışın en son örneğini Eskişehir'deki 23 Nisan kutlamalarında bir kez daha gördük. Yağmur ve soğuk havanın altında tir tir titreyen küçücük çocuklara ilişkin bir soruya, Eskişehir Valisi Mehmet Kılıçlar'ın verdiği cevap her şeyi özetliyor aslında: "...Biz öyle uygun gördük."
Nasıl ama! Vali Beyimiz öyle uygun görmüş, iyi mi?
Öyle uygun görmüş ve böylece bizim çocuklarımız militarist bir düzen içerisinde şeref protokolünün önünden geçit törenlerini yapmışlar. Bu arada çocuklar soğuktan donmuşlar, ne gam! "Devlet-i ali"mizin yarınları için elzem olan potansiyel askerler ancak böyle yetiştirilebilir çünkü!
"Söz konusu vatansa, gerisi (insan dahil) teferruat!" anlayışının gelebileceği nokta budur işte. Mili Eğitim Temel Kanunu'nun amacında öngörülen sadık ve itaatkar, tek tip insan yetiştirmek ancak böyle mümkün olabiliyor. (SÜ/TK)
_____________________________________
* Selahattin Üneş. İnsan hakları aktivisti, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) ve İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD) üyesi.