İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü(HIV) bağışıklık sistemini hedef alarak etki eden ve bir süre sonra ‘Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromuna(AIDS)’ yol açabilen bir etken.
1 Aralık; 1988 yılında itibaren HIV/AIDS’e dair farkındalığı arttırmak ve kaybettiklerimizi hatırlamak adına ‘Uluslararası AIDS Günü’ olarak anılıyor. Bu kapsamda kaleme alınacak ‘1 Aralık Yazıları’ serisinde tarihçeden, temel bilgilerden, son gelişmelerden ve en önemlisi kilit gruplar ve savunuculuktan bahsedeceğim.
HIV Öldürmez, Önyargı Öldürür
İlk tanımlandığı 1981’den 1990’ların sonuna kadar ölümle eş anlamlı tutulan ve bu temelde büyük bir korku kaynağı HIV gerçekten de öldürmüyor. "HIV Öldürmez, Önyargı Öldürür" sloganını incelemek gerekirse ilk vurguyu HIV ve AIDS terimlerinin farklı olduğuna yapmak gerekiyor.
Kişi bir virüs olan HIV ile enfekte olduktan sonra durumun ne kadar erken saptandığı, tedavinin ne zaman başladığı başladığı ve kişinin bağışıklık sistemine dair birçok farklı değişkenin etkisiyle 10 yılı aşkın bir süre sonra AIDS tanısı alıyor. Yani AIDS bulaştırılan bir şey değil, HIV ile yaşayan bireylerde bağışıklık sistemi elemanlarından birisi olan CD4 sayısına ve fırsatçı enfeksiyon varlığına bakılarak hekimlerin karar verdiği bir aşama.
Beklenen Yaşam Ömrü 70 Yaşın Üzerinde
Kısacası HIV öldürmüyor, zaman içerisinde AIDS tablosuna yol açtıktan sonra fırsatçı enfeksiyonların varlığı öldürebiliyor. Ayrıca belki de daha da önemlisi 20 yaşında tanı alıp antiretroviral* tedaviye başlamış bir bireyin beklenen yaşam süresi tam olarak 67 yıl!(1) 2017 yılında yayınlanan bu araştırma 1996-2013 yıllarını kapsadığı için şu anki tahminler 70 yaşın da üstüne çıkmış durumda.
Sloganın (HIV Öldürmez Önyargı Öldürür) ikinci vurgusu ise HIV ile yaşayan bireylerin virüsten çok önyargı ile mücadele etmek zorunda olmalarına yönelik. Önyargı ve bu temelde gelişen sistematik ayrımcılık tamamıyla HIV/AIDS’e dair yanlış bilgi yahut bilgisizlikten kaynaklanıyor. Bu sebeple doğru bilginin yayılması belki de aşı ve şifa çalışmaları kadar büyük önem arz ediyor.
Primatlardan Geçiş
AIDS ve HIV’in tanımlanması 1980’lere dayansa da virüsün kökenine dair temel görüş 1920 başında Kongo’da şempanze avcılarının bulaşın kaynağı olduğu yönündedir. Primatlara enfekte eden Simian Immunodeficiency Virus(SIV) ile HIV virüsünün genetik benzerliği ve yayılım alanının incelemesi de yine primatlardan insanlara türler arası bir geçiş olduğu kanısını güçlendiriyor.(2)
Tabi ilk temaslar geliştikten sonra, ölüm sebebinin belirsizliği ve virüsün bilinmemesinden ötürü tanımlamak için uzun bir zaman geçiyor. 1920’den 1980’e kadar geçen sürede virüsün 5 kıtaya yayıldığı ve yaklaşık 100 ile 300 bin arası insanı çoktan enfekte etmiş olduğu tahmin ediliyor. 1981’de ABD’de bir hekimin daha öncesinde sağlıklı olup sonradan çok nadir bir akciğer enfeksiyonu nedeniyle ölen 5 homoseksüel erkeği rapor etmesiyle başlayan süreç 1982’de AIDS tanımının yapılması, 1983’de virüsün izole edilmesiyle hızlı bir şekilde ilerliyor.
Yanlış Bilinenler
İlk raporlamalar homoseksüel erkeklerde olduğu için hala da kısmen devam eden ‘’AIDS bir gay hastalığıdır’’ kanısına yol açıyor. Şimdiye kıyasla homofobinin çok daha yaygın olduğu o zamanlarda bunun ‘Tanrının Gazabı’ olduğunu düşünenler ve heteroseksüellere bir şey olmayacağı kanısına kapılanlar da oldukça fazla. Zaman ilerledikçe virüsün heteroseksüel ilişkiyle, anneden çocuğa ve kan yoluyla (ortak şırınga kullanımı ya da kan transferi sırasında) da bulaştığı saptandıkça bu algı kırılmaya başlıyor. Evet, tedavi altında olmayan HIV pozitif bir bireyle gerçekleştirilen korunmasız anal cinsel ilişki sırasında bulaş riski vajinal ilişkiye kıyasla daha fazladır lakin HIV/AIDS’in eşcinsellerin ya da ‘şüpheli cinsel ilişki’ içerisindeki doyumsuz, çok eşli, kendine hâkim olamayan insanların sorunu olduğu anlayışı oldukça yanlış ve karşısında şiddetle durulması gereken bir algıdır.
2018 itibariyle Dünya genelinde HIV ile yaşayan birey sayısının 36,9 [31.1–43.9 milyon], antiretroviral tedaviye ulaşabilenlerin ise 21.7 milyon [19.1 -22.6 milyon] olduğu tahmin ediliyor. Bunun yanında 2030 yılında epidemiyi bitirmeye yönelik hedefler doğrultusunda ‘Gidilecek Çok Yol Var’. (3)
HIV/AIDS Alanında Hak Mücadelesi
Bu yolda sadece bir enfeksiyon eradikasyonu değil büyük bir hak mücadelesi de yürütülüyor. Toplumda ayrımcılığa maruz kalan homoseksüel erkekler, trans bireyler, seks işçileri, damar içi madde kullanıcıları gibi ‘kilit topluluklara’ ulaşmak virüsün yayılımını engellemede önemli bir yer tuttuğu için bu kişilerin hak mücadelesine önemli bir görünürlük kazandırıyor.
HIV ile yaşayan bireylerin büyük çoğunluğunun Afrika kıtasında olması da oradaki sağlık hizmetlerinin ve insani koşulların geliştirilmesine yönelik sürdürülen çalışmalara büyük bir katkı sunuyor. Ayrıca ilaç firmalarının hırsızlığı, sahtekarlığı ve sağlığa nasıl bir tehdit oluşturdukları da aynı şekilde HIV/AIDS mücadelesi ile daha fazla öne çıktı. Tüm bu sebeplerle bu konu çok yönlü ve derinlikli bir aktivizm alanı barındırıyor. Etkili bir aktivizmin yollarından bir tanesi de bilgiyi edinmek, yaymak ve üretmekten geçiyor.
Bir miktar da olsa bunu yapmayı hedeflediğim bu yazıda HIV/AIDS alanındaki klinik ve temel bilimlerdeki son gelişmeler, önleme çalışmaları, insan hakları, hukuk, sosyal ve politik araştırmalar hakkında yazdım. Faydalı olması dileğiyle. (AİN/TP)
Yarın: Öpmekle HIV Değil Sevgi Bulaşır
* antiretroviral tedavi: HIV bir retrovirüs olduğu için tedavisinde antiretroviral adı verilen ve retroviral yaşam döngüsünü farklı şekillerde engelleyen ilaçlar kullanılıyor.
** UNAIDS 2018 Küresel Raporunun ‘Miles to go’ başlığına ithafen kullanılmıştır.
1: Trickey, Adam, et al. "Survival of HIV-positive patients starting antiretroviral therapy between 1996 and 2013: a collaborative analysis of cohort studies." The Lancet HIV 4.8 (2017): e349-e356.
2: Bailes, E. et al (2003) 'Hybrid Origin of SIV in Chimpanzees' Science 300(5626):1713
3: UNAIDS, ‘2018 Global AIDS Update: Miles to go’, 2018, Geneva