Pozitif Yaşam Derneği'nin gerçekleştirdiği etkinliklerin bu yıl ki temel sloganı "Pozitif Bak"tı. HIV'e pozitif bakılması gerektiğini söylemek istiyorlardı.
Derneğin başkanı Nejat Ünlü başta olmak üzere yeni göreve gelen yönetim kurulunun, özellikle de "iletişim ve medya sorumlusu" sevgili Çiğdem Şimşek tarafından koordine edilen etkinliklerin 55 farklı kurum ve yapılanmanın işbirliğiyle 30 ilde aynı anda gerçekleşmesi, İstanbul'daki etkinlikte her zaman olduğu gibi "coşku"nun egemen olması ve "ilginç" gösterilerle, etkinlik sırasında İstiklâl Caddesi'nde olanların dışardan da olsa katılımları, en azından "ne olup bittiğine" dair merakları, bu yılın da en azından yapılması gerekenlerin "sivil toplum cephesi" tarafından yapıldığına dair bir işaretti.
Sağlık otoritesi nerede?
Tüm dünyada eş zamanlı gerçekleştirilen bu "dikkât çekici" etkinliklerin, özellikle yetkili ve sorumlular yeterince dikkât çekici olduğunu söyleyemiyoruz ne yazık ki.
Ne kadar "pozitif bak"maya çalışsak da, yapılanlar kadar yapılmayanlardan ve "yapmadıklarından" da sorumlu olması gereken "sağlık otoritesi"nin BM UNAIDS'in Ankara'da düzenlediği panele katılmak dışında pek bir şey yap(a)maması herkesin gözüne çarpıyor; Beyoğlu'ndaki etkinlikte o bile yoktu ve "İstanbul'un sağlığından sorumlu olanlar"ı göremedik!
Sorumluların eksikliklerini etkinlikte konuşan Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Klinik Şefi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı ve AIDS'le Savaşım Derneği YK üyesi Dr. Muzaffer Fincancı da dile getirdi.
Dr. Fincancı "Bugün Türkiye'de HIV ile enfekte kişiler artık ölümden korkmuyor, geleceğe umutla bakıyor. Kazanacaklarını bilerek hastalığa karşı sağlık çalışanları ile birlikte mücadele ediyor ve pek çoğu HIV ile enfekte olmayan kişiler nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyor" dedikten sonra sözlerine bir "ama" ekledi ve sürdürdü:
"Özellikle batılı ülkelerde yeni olgu sayıları önceki yıllara göre azalırken ülkemizde ne yazık ki artıyor. 2000'li yılların başında her yıl yaklaşık 100 yeni olgu ortaya çıkarken, son yıllarda her yıl 550-600 yeni olguya tanı konmaktadır ve her yıl yeni olgu sayısı bir önceki yıla göre daha fazladır. Bu da hastalığın yayılmasını tam olarak kontrol altına alamadığımızı göstermektedir."
Bunun nedeninin de "korunmasız cinsel ilişki" olduğunu belirterek yeni olguların büyük çoğunluğunun bu yolla geçtiğinin anlaşıldığını söyledi.
Yalnız "eşcinsellerin sorunu" değil!
Gerçekten de ülkemizde hâlâ HIV'in sadece "eşcinseller"in sorunu olduğu düşüncesi çok yaygın. Sanırım bunun önemli nedenlerinden birisi de "yetkili ve sorumlular"ın bu hastalığa dair düşünce ve inançlarıyla, hastalığa yönelik tutumları.
Çünkü onlar resmi ve bilimsel platformlarda her ne kadar bilimsel doğruları ifade etseler de konuya genellikle "inançları" temelinde yaklaşıyorlar. Tıpkı "cüzzam ve veba" gibi HIV'de "tanrının sapkın ve günahkâr kullarına verdiği" bir ceza olduğu inancı onlar arasında çok daha yaygın.
Bunun göstergelerinden birisi de bir "bilimsel toplantı"(?)nın sonunda eşcinselliğin "tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu" yolundaki bir ibarenin sonuç bildirgesinde yer bulabilmesi.
Üstelik bu "yanlış düşünce"nin en üst düzey yetkilileri tarafından kabul edilip yinelenebilmesi.
Belki de o nedenledir ki Urfa'da "kan nakli"yle HIV enfeksiyonu kapan çocuğun davasında bu kanın HIV içermesinden sorumlu olanların ve gerçekten herkese "sağlık hizmeti" götüren etkin ve bedelsiz bir "ilk basamak hizmeti"ni sunan bir model yerine sadece "ticarileşmiş tanı tedavi hizmeti" sunan bir sağlık hizmet organizasyonunu (o da ülkenin farklı yerleri arasında büyük eşitsizliklerle birlikte) sunan otoritenin değil, "kanı veren" hemşirenin cezalandırılabiliyor. (1)
Böyle bir "yönetim" anlayışına en azından benim "pozitif bak"mam ne yazık ki olanaklı değil. O nedenle de bunları "özellikle" ortaya koymak istiyorum.
"Gerçek sayıları bilmemek"
Etkinlikte konuşan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Üreme Sağlığı Koordinatörü Dr. Gökhan Yıldırımkaya da bu dediğimize kanıt olabilecek bir başka önemli noktaya değinerek "aslında hiç de öyle olmayabilecek" bir durum ortaya koydu.
Dr. Yıldırımkaya dünyanın üçte birinde yeni vaka sayısının azalmaya ya da sabit kalmaya başladığını, ancak Türkiye'de sayıların hala artmaya devam ettiğini ve enfeksiyon ile tanışanların yarısının genç insanlar olduğunu vurguladıktan sonra "ülkemiz penceresinden bakınca da hala istenilen düzeyde bir kayıt ve izleme sisteminin olmaması en önde gelen eksikliklerden" dedi.
Neredeyse kimin hangi dakikada ne yaptığını açıkça izleyebildiğimiz, dolayısıyla bildiğimiz bir dönemde "sağlık otoritesi"nin yeni hastaları erken saptamak ve bunun gerçek sayılarını ortaya koyamaması gibi bir durumu kabul etmek yukarıda belirttiğimiz yaklaşım söz konusu olmasa nasıl mümkün olabilir?
Bunun tek nedeni "gerçeğe gözlerini kapatmak", başka bir deyişle değil "pozitif", hiçbir zaman "bakmamak" bence. Kanımca bu "gerçekler"in görülüp söylenmesinin oluşan "imaj"ı ve onun ardındaki "inancı" sarsacağından korkuluyor.
Tabii bu konudaki "maddi" sorumluluğun payını da bir etken olarak ifade etmek gerekiyor. Bu konudaki hizmetin eksiksiz ve gerektiği şekilde sunulması ve bunun için yapılacak harcamalar yerine, eğer yargı süreçleri yeterince, etkin ve doğru işlerse sorumluluktan kaynaklanan "taminat"ları ödemek daha çok işlerine geliyor.
Çünkü sıklıkla onu da söz ettiğim örnekte olduğu gibi bu konuda "en az günahı olanlar"a bedel ödetiliyor.
Bilgi ve inanç
Tüm etkinlik boyunca söylendiği gibi gerçekten de HIV gerçeğine "pozitif bakmak" gerekiyor. Çünkü HIV tüm sosyal ve toplumsal hastalıklar gibi "hepimizi ilgilendiriyor". Dolayısıyla önce bu konudaki bilgilenip bilinçlenmemiz, sonra da onunla ilgili inanç ve tutumlarımızı değiştirmemiz gerekiyor.
Üstelik de bunu yalnızca tek tek yurttaşlar yani "sivil toplum" olarak değil, eylem ve tutumunda da "farklılıklar" olacak şekilde yetkili ve sorumluların da yapması gerekir.
Çünkü "HIV ile yaşayanlar, herkesle aynı haklara sahip!"
"HIV" yerine "eşcinselliği" tedavi etmeyi öncelik alanların bunu yapmaları "zor" belki; ama aynı zamanda da gerekli olduğu için "imkânsız" değil!.
Ne yapalım ki hayat ve mücadele hiçbir konuda "kolay" gerçekleşmiyor.
Hepimize kolay gelsin. (MS/EÜ)
_________________________________________________________________________
(1) Haberturk Gazetesi, 2.12.2010 Sayfa:8