Mahir Ünsal Eriş, ilk kitabıyla kendine özellikle gençlerden mürekkep bir okur kitlesi yaratmayı başardı. Ancak kitabın elimize ulaşması süreci Eriş'in Vatan Kitap'ta yayınlanan söyleşisine bakarsak biraz sancılı geçmiş:
"21 yaşından beri düzenli olarak çeviri yapıyorum ama 30 yaşına kadar yazmak aklımda yoktu. 2010'da yazdığım öyküleri koyduğum bir blog açtım. Aslında hayalim bir roman yazmaktı. Amiyane bir tabir olacak ama antrenman olsun diye öykü yazmaya başladım. Buradan öyküyü küçümsediğime dair bir sonuç çıkmasın."
"Açtığım blog'u üç-beş arkadaşım dışında kimse okumuyordu. Onlar da iyi şeyler söylüyorlardı ama bundan da hiçbir zaman emin olamadım. Bir takım aracılıklar oldu; Levent Cantek'le tanıştım. Dosyayı götürdüm ve kendisi beni beş buçuk ay hiç aramadı. Artık tamamen vazgeçmiştim ve yoktan yere kendimi rezil ettim diye düşünüyordum. Bu arada Levent Cantek beni çağırdı, 'Şurayı eksilt, burayı düzelt, şurayı toparla' dedi. Fakat benim biraz moralim bozulmuştu bu durumdan... Bir buçuk ay sonra söylediği değişikliklerin yapılıp yapılmadığını kontrol için mail attı, 'Hadi bitir de yayınlayalım' diye... Fakat benim biraz şevkim kaçmıştı bu işten. Sadece bazı imla hataları, ufak tefek anlatım bozuklukları dışında hiçbir düzeltme yapmadan aynı dosyayı geri gönderdim; o haliyle de basıldı."
Böylesi zorluklar elbette her yazarın başına gelebiliyor, böyle zorlu bir ülkede yaşadıktan sonra. Ancak Eriş iyi ki içine sinmemiş bile olsa göndermekten vazgeçmemiş ki, kitaba biz de temas etme şansı yakalamışız. Kitapta yer alan öyküler, ilk okumaya başladığınızdan bu yana size çok şey anlatıyor.
Bir kere yazarın çocukluktan bu yana çok zengin bir yaşam gözlem durumu olmuş ki bunu her satıra sindirmiş. Ellerdeki, yüzlerdeki ayrıntılar, dudaklara varana kadar, ya bir tablo çizmiş ya da sinema filmi sekansı gibi anlatmış. Hayalimizde canlandırma dediğimiz durum var ya, işte ondan. Üslup olarak çok rahat, bazen insanın içine çok dokunan ki "Kadınlar hep olmadık zamanlarda" gibi, bazen insana şen kahkahalar attıran zaman zaman hüzünlendiren veya sevindiren, illa ki düşündüren metinler.
Eriş'in metinlerini okurken hayata ne kadar dokunduğunu anlayabiliyoruz. Bazen hınzır gülüşlü bir ilkokul çocuğu bazen isyan eden bir devrimci genç bazen insanlık hallerini yorumlamaya çalışan bir ergen ama hep bir düşün peşinde koşan metinler ve bir yazar.
Netice biraz da insanı anlayabilmekte, hani Nazım diyor ya, "Anlamak gideni ve gelmekte olanı..."Derdi anlayabilmekte ve anlamlandırabilmekte çoğu kez. Mesela tanıtım metnindeki şu cümleler bunu anlam kıyılarına vuruyor:
" Abim Atatürk'ü çok severdi, bense Allah'ı. Babam, annemi ve Galatasaray'ı severdi, annem de Ringo'yu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup oradan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta."
Eriş'in kitabını bütünüyle çok sevdim, anlatacağı hikâyelerin hayatımızda daha çok yer alması dileğiyle, yolu açık olsun. (UB/AS)
* Mahir Ünsal Eriş, "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde", 152 sayfa, İletişim Yayınları.