Kuzey Hindistan’da yaşayan Hintli Müslümanlar medyada özellikle de İngilizce gazetelerde temsil ediliş biçimlerinden rahatsızlık duymaktalar.
Müslümanların, Hindistan’ın en geri kalmış ama aynı zamanda da en geniş dini azınlık topluluğu olduğu düşünülecek olursa, medyanın sosyal sorumluluğu gereği, bu dezavantajlı grubu daha hassas, dengeli ve adil bir biçimde resmetmesi gerektiğinin teorik olarak doğru olduğunu biliyoruz ancak küreselleşmenin ivme kazanmasıyla birlikte tüm dünyada medyanın acımasız bir rekabet içinde büyük bir “business”’e dönüştüğünü de unutmamak lazım.
Medyanın büyük bölümü işadamlarının elinde, bu medya baronlarının tek ilgilendikleri şey kar sağlamak yoksa Müslüman topluluğunun yararına yayıncılık yapma gibi bir kaygılarının olduğunu düşünmek oldukça naif kaçar.
Yani bir yandan çoğulcu bir toplum olan Hindistan’ın diğer yandan yaşayan farklı gruplara karşı ciddi ayrımcılık yaşattığını ve bundan tek nasibini alanların yalnız Müslümanların olmadığı, Hinduların büyük bir bölümünün bile en basitinden günlük yaşamlarında baskılara maruz kaldıklarını göz ardı etmemek lazım.
Bu konuda Müslüman aydınlar arasında bile, Hintli Müslümanların, sosyal dönüşüm ve modernleşme yönünde herhangi bir gelişme kaydetmedikleri, eğitimlilerinin bile 21.yüzyılda medyanın nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğini kavrayamadıkları ve zamanın geri döndürülemeyeceğini anlamaya hazır olmadıklarına dair kanaat hakim.
Devlet, Müslümanların güçlenmesi anlamında bir girişimde bulunmadığı gibi, 1947’deki bağımsızlıktan 1980’lere kadar olan süreçte bunun en büyük sorumlusunun Müslüman liderler olduğu söylenmekte. Seçkin sınıfın, Aligargh Müslüman Üniversitesi’ni kurmak ve “siyaseten güçlü olmak” adına bol miktarda medrese açmak dışında hiçbir yenilik getirmediği ve hatta ironik olarak da bu sınıftakilerin hemen hemen hiçbirinin çocuklarının eğitimini bu medreselerde yaptırmadığı dikkat çekiyor.
Liberal Müslümanların medyada temsilleri ile ilgili en çok rahatsızlık duydukları şey; fanatik bir Müslümanın tepkisel veya sıradışı bir açıklama yaptığı zaman anaakım medyanın gözlerini kendilerine çevirmesi, onlardan yanıt beklemesi. Ama şöyle de bir gerçek var: aslında çok da fazla bir seçenekleri yok, zira sessiz kalma lüksüne sahip değiller.
Uzun yıllardır bu sorunu çözmekten ziyade, sürekli biçimde Müslümanların eksik ve yanlış temsil edildiğine dair durum saptaması niteliğinde tartışmalar yapıldı ve halen yapılmakta ancak değişen hiçbir şey yok. Sorumlunun kim olduğuna dair yapılan “steril” tartışmadan ziyade, “imaj” sorununa çözüm için yeni stratejiler belirlenmesi, imajın nasıl geliştirileceğine dair kafa yorulması çok daha etkili olacak kuşkusuz.
Liberal Müslüman forumlarında İngilizce yayın yapan medya, genellikle Müslüman karşıtı olarak taraflı yayın yapmakla suçlanmakta. Ayrıca bu grup, yaşamın çoğu alanlarında yoksulluk sınırının altında yaşayan en geri bırakılmış topluluk olan Müslümanlar hakkında hiçbir şey bilmiyor.
Hindistan’da yaşayan Müslümanların yalnızca yüzde1’i İngilizce konuşabiliyor. İngilizce gazeteler tüm ülkede İngilizce konuşabilen nüfusun yüzde10’u tarafından okunuyor. Sırf Yeni Delhi’de okulu terk eden Müslüman çocukların oranı yüzde 98, İngilizce eğitim veren ortaokullarda okuyan Müslüman öğrenci yok denecek kadar az.
Kendilerini “Hintli Müslümanların gerçek koruyucusu” olarak ilan eden ve medya erişiminin en kolay ve çabuk olduğu “Muhafazakar Sesler” medyayı çok etkin kullanıyorlar. Web siteleri var, basın konferansları düzenliyorlar, halkla ilişkiler ve tanıtım büroları çok etkili. Orta sınıf aydın Müslümanlara göre medyanın ruhunu çok daha iyi kavramış olan bu grup, medyayı da zaman zaman kendilerinin reklamını yapmak, televizyon ekranına çıkmak için ciddi anlamda sömürüyorlar.
İşte bu nedenle Müslüman sorunu ile ilgili tartışma ne yazık ki bir “suistimal” haline dönüştü. Bir televizyon stüdyosunda moderatör eşliğinde bir sürü farklı, hatta zıt görüşe sahip insan karşı karşıya oturup, birbirlerine ön adları ile hitap ederek, birbirlerine karşı seslerini yükselterek susturmaya çalışıyor, diğer bir deyişle “sağırlar diyaloğu” ve hatta bir tür eğlence sporundan başka bir şey yapılamıyor. Sonuç olarak, Müslüman elit olayları manipüle etme ve kötü yönetmede oldukça başarılı sayılabilir.
Medyanın Müslümanları temsil etme biçimi, onların bilinçlilik seviyesi, kendilerine duydukları güven veya güvensizlik, özgürce hareket etme, buna bağlı olarak kime inanacakları, kime şüphe ile yaklaşacakları konularında belirleyici rol oynuyor. Burada Müslümanlar hakkında ulusal ve bölgesel basının ne dediğinden ziyade, Müslümanların, devlet politikaları, iktidar ve muhalefet partilerinin tutumu ile ilgili olarak kendilerini hangi durumda ve şartlar içinde bulacakları ve/veya hangi durumlara sokulacakları da önem taşımakta.
Tüm global medyadaki Müslüman imajına paralel olarak, Hindistan’da da Müslümanlar uzun yıllar; Araplar, teröristler, mollalar, türbanlı kadınlar olarak yaftalandılar ve halen de edilmeye devam ediliyorlar. 1979’da Şah’ın devrilip Ayetullah Humeyni’nin iktidarı ele geçirmesiyle, literatüre “köktendinci” terimi girdi. 1990’lara gelindiğinde İslam, “türban simgesi” ve “kadının toplumdaki yeri” yüzünden çok sert eleştirilere maruz kaldı. Medyada Müslümanlar hakkında ilk “olumlu” imge, Balkanların ölüm tarlalarında etnik temizlemeye kurban giden Müslüman Bosnalılar ve Kosovalılar ile sunuldu.
Medyada Müslümanların genelde modernizme, Batılı yaşam biçimine ve düşüncesine karşı oldukları vurgulanır. Müslümanlar, her ne kadar liberal de olsalar, özellikle ulusal meselelere karşı “yabancı” olarak sunulur. İngilizce gazetelerde çalışanlar Müslümanlarla ilgili duygusal yaklaşım veya laiklik ile ilgili klişeler kullanırlarken, Hint dilinde yayımlanan gazete muhabirleri ise azınlıklarla iç içe yaşadıkları ve aynı sosyo-ekonomik arkaplanı paylaştıklarından, Müslümanların yaşadıkları yoksulluk vs.’den haberdarlar ama bu yakınlık zaman zaman kıskançlık ilişkisine de dönüşebiliyor. Örneğin, Mecliste Müslüman siyasetçiler ile ilgili kota tartışmaları veya iş başvurusu zamanlarında Müslümanların potansiyel bir rakip olarak algılanmalarına neden olabilir.
Müslüman medya patronu yok denecek kadar az sayıda. Müslümanların dili olan Urduca devlet desteğiyle zaman içinde yok olmaya başladı. Kuzey Hindistan’da Urduca yayımlanan birçok gazete ya kapandı ya da tiraj kaybetti. Televizyon kanalı sahibi olan 2-3 kanalda da toplumun karşılaştığı sosyo-ekonomik sorunlardan ziyade dini meseleler tartışılıyor ağırlıklı olarak.
Müslüman gazeteler yalnızca Urduca değil, Tamil, Telugu, Kannada, Malayalam, Bengali, Gujarati ve Hindu dillerinde de yayımlanıyorlar. Aslında eski ve deneyimli gazeteciler Urdu basınının Hindistan’daki geleceği hakkında oldukça karamsarlar.
Yeni Delhi’deki Nehru Üniversitesi’nde katıldığım bir toplantıda; Müslüman medyasının yaşamını sürdürebilmesi için, öncelikle eğitimli Müslüman sınıf arasında gazetecilik bilincinin arttırılması, topluluk gazetelerinin yüksek standartta olması, Müslüman gençlerin çeşitli gazete ve haber ajanslarında çalışmaları için eğitilmeleri ve Müslümanların konuştuğu tüm dillerde eğitim yapabilecek bir gazetecilik okulunun açılması gerekliliği konusunda mutabakata varıldı.
Bir başka sorun da, Müslüman medyasında “ayakta kalma” kaygısıyla sansasyonel gazetecilik tuzağına düşen çok sayıda amatör gazetecinin bulunması. Bir bakıma gazetecilik endüstrisinin geri kalmışlığının acısını gazeteciler çekiyorlar.
Müslümanların Hindistan’da eşitlik, adalet ve onur ile yaşayabilmeleri için kendi stratejilerini geliştirmeleri lazım. Aslında burada Müslümanların yaşadıkları sorun, dünyanın herhangi bir yerinde bir Müslümanın veya bir azınlık grubunun yaşadığından çok da farklı değil. Siyasi anlamda, değişimi kabullenme/reddetme, asimilasyona boyun eğme/karşı koyma, yabancılaşma /katılım arasındaki dengeyi yakalamada, Hint ulusun üretkenliğine ve refahına yaratıcı bir katkı sağlayan üyeleri olarak en büyük sorumluluk Müslümanlara düşüyor. (Yİ/YY)