Türkiye’de namus kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilebilmesi biçiminde algılanan, büyük ölçüde de evlilik dışı cinsel ilişki, bekâret, zina veya sadakatsizlik ile ilişkilendirilen bir kavram.
Namus temelli şiddetin içinde genellikle üç temel unsur barınır:
1. Kadın davranışı üzerinde erkeğin denetim kurma isteği.
2. Erkeğin kadın davranışı üzerine kurduğu kontrolü kaybetmesinden kaynaklanan utanç veya bu yöndeki algısı.
3. Bu utancı tetikleyecek, kışkırtacak aile veya mahalle baskısı.
Ülkemizde yaygın biçimde kullanılan “namus cinayetleri” ile -ki bu kullanım oldukça yanlış, sevindirici bir biçimde bu konuda bianet’in önderliğinde “namus bahanesiyle işlenmiş cinayetler” veya “kadın katli” ifadelerinin kullanılması konusunda artık yaygın bir mutabakat söz konusu– Hindistan’dakiler arasında bazı farklar var.
Ülkemizdeki namus cinayetleri nedenlerinden farklı ve ilave olarak Hindistan’daki namus cinayetleri, genelde çiftin aile rızası olmadan veya farklı kastlardan olmalarına rağmen evlenmeye kalkmaları sonucu gerçekleşiyor.
Hindistan’da bu tür cinayetler, etnik ve dini gruplarda ve özellikle de kuzey ve kuzeybatı bölgelerinin Punjab, Rajasthan, Haryana, Uttar Pradesh,kırsal kesimlerinde yaygın. Bir araştırma yalnızca kuzey eyaletleri olan Haryana, Punjab and Uttar Pradesh’de yılda 900’e yakın cinayetin işlendiğini ortaya koyuyor ama bu rakamın gerçek rakamın çok altında olduğunu iddia edenler çoğunlukta.
Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre Birleşik Krallık her yıl ortalama olarak, kendi sınırları içerisinde Asya Diasporası’ndan 12 namus cinayeti bildiriyor.
BM’nin istatistiklerine göre, uluslararası düzlemdeki namus cinayetlerinin her beş vakasından biri (5000 olaydan 1000’i) Hindistan’da işleniyor. Bu BM’nin açıkladığı rakam, ancak uluslararası insan hakları örgütleri ve kadın gruplarına göre birçok aile bu cinayetleri ceza almamak için “evden kaçma”, “kaza sonucu ölüm” veya “intihar” olayı olarak bildiriyor.
STK’lar gerçek rakamın, belirtilen rakamın dört katı olduğunu savunuyorlar. Bu da küresel düzlemde her yıl 20 bin vakaya eşdeğer. Köylerde, küçük kasabalarda daha sıklıkla rastlanan bu cinayetlerde son yıllarda artış kaydedildi.
Hindistan’da ailenin şerefini korumak adına aile üyelerinin öz kızını öldürmeleri için birden fazla neden var. En bariz neden, günümüzde kast sisteminin katı biçimde uygulanması ve kırsal kesimlerde yaşayanların evlilik kurumuna bakış açıları.
Eğer kızları ailenin onayını almaz ve hele ki kendi ‘kast’ı dışında birine aşık olup evlenmeye kalkarsa ailesinin şerefine leke sürdüğüne dair bir inanış çok yaygın. Bu inanış gereği bunu temizlemenin tek yolu kızın öldürülerek cezalandırılması. Kız öldürüldüğü gibi damat da öldürülüyor. Aslında bu bakımdan bizim ülkemizdeki duruma benziyor hatta bizde daha da çok sayıda erkek ölüyor iş kan davasına dönünce.
Bir başka fazla dillendirilmeyen çok önemli bir neden ise, ailenin, kendi topluluğu içerisinde tüm saygınlığını yitireceği ve kastının sağlayacağı avantajlardan faydalanamayacağı endişesi.
En önemli neden ise aynı gotra (Türkçe karşılığı olarak klanı kullanabiliriz) içi yapılan evlilikler. Gotra; sosyo-demografik bir kültürel kodlama, herkesin kendi ailesini diğer gruplar arasında sınıflandırmaya yarıyor.
Geleneksel evlilik sistemi içinde aynı gotradan evliliğe izin verilmiyor. Sanskritçe bir kelime olan sagotra’nın; sa’sı aynı demek. Aynı gotra’dan olan insanlar ağabey- kız kardeş olarak kabul edildikleri için evlendikleri takdirde ensest suçu işledikleri varsayılıyor
Gotra üyeliği babadan oğula geçen ailelerde anne tarafından olan yeğenlerle teyze veya dayı çocuklarıyla evlenmeye izin veriliyor ama Nairs veya Tuluvas gibi gotra üyeliğinin anneden çocuğa geçtiği durumlarda bu tamamen yasak bir uygulama olarak kabul ediliyor.
Hindistan’ın güney bölgesindeki bir Hindu geleneğine göre de çapraz kuzenler olarak adlandırılan erkek kardeş veya kız kardeş çocuklarıyla evlenmeye izin veriliyor, zira farklı gotradan geliyorlar. Erkek dayısının kızı veya halasının kızıyla evlenebilirken, amcasının kızıyla evlenmesi yasak, aynı gotradan olduğu için “paralel kuzen” yani kız kardeş olarak kabul ediliyor.
Namus cinayetleri konusunda birtakım yanlış bilgiler var, örneğin bir tanesi, bu cinayetlerin yalnız kırsal kesimlerde işlendiğine dair olanı. Aksine büyük bir coğrafi alana yayılmış durumda, örneğin Yeni Delhi ve Tamil Nadu’da bu cinayetler oldukça yaygın. Cinayetlerin kökeninin dini olduğuna dair yanlış ve yaygın bir bilgi de mevcut.
Bir başka yanlış da namus cinayetlerinin dowry (damat ailesine ödenen çeyiz parası) ile zaman zaman karıştırılması. Dowry ölümlerinin bazılarında gelin öldürülmüyor, fiziksel bir şiddet uygulanmıyor ama erkek tarafı tarafından sürekli bir biçimde yeteri kadar hediye ve para vermediği yönünde sistematik bir psikolojik şiddete maruz kalıyor ve sonunda intihar yolunu seçiyorlar.
Aynı gotradan oldukları için 2013’de vahşice öldürülen ik gencin başına gelenler tam bir vahşet ve utanç olayı.
Kurbanlar, ik üniversite öğrencisi Dharmender Barak ve Nidhi Barak; gençler iki yıldır birbirlerine aşıklar. Köylerine geri döndüklerinde aileleri tarafından kızın evine götürülüyorlar, öncelikle Nidhi’nin ailesi onu linç ediyor ve hemen yakıyor. Daha sonra genç adamın kollarını ve bacaklarını kırıp onu da öldürüp yakıyorlar. Çok soğukkanlı ve barbarca işlenen bu cinayet ortaçağı hatırlatıyor.
Kızın babası ve teyzesinin yaptıkları açıklamalar daha da ürkütücü. Baba ”Hiç pişman değilim, gerekirse yine yaparım”, derken, kızın teyzesinin açıklaması da şöyle: “yapılan şey yanlıştı ama babası böylesine zor bir adım attığına göre bunun muhakkak geçerli bir nedeni vardır.”
Köydeki ahali ise olay sonrası gazetecilere yaptıkları açıklamalarda; gençlerin, ailelerinin itibarlarını sarstıkları için öldürülmelerinden başka bir seçeneğin olmadığı, topluluktaki diğer insanlara ders niteliğinde bir mesaj iletmek amacıyla bu cinayetlerin işlenmesinin gayet yerinde olduğu konusunda adeta mutabakata varmışçasına görüş bildiriyorlar.
Hindistan’ın kuzey ve kuzeydoğusunda, geleneksel hukukun uygulanmadığı yerlerde, özellikle cinsellik ve evlilik konusunda tek otorite 10-15 kişiden oluşan köy meclisi yani ”khap panchayats”ın elinde. Bunlar seçilerek iş başına gelmiyorlar, köyün yaşlı “kanaat önderleri” durumundalar. “Bu cinayetlerinin sorumlusu bizler değiliz, aksine kızlarının, kız kardeşlerinin başka erkeklerle ilişkiye girmelerini önleyemeyen ailelerinin suçu. Ailesindeki erkek akrabalarından korkan hiçbir kadının başına böyle bir şey gelmiyor” söylemleriyle Khap panchayat üyeleri bu nefret suçlarını haklılaştırıp, meşrulaştırıyor.
Aslında bu yapılanların Taliban yönetimindeki Pakistan ve Afganistan’da kadınlara yapılandan pek de farkı yok. Bir farkla, orada onaylanmayan bir biçimde giyinmenin veya telefonla konuşmanın cezası da bu kadar ağır olabiliyor veya en iyi olasılıkla, işkence veya asit saldırısı ile cezalandırılıyorlar.
Ceza kanununa ilişkin cinsel suçlar konulu, 2 Nisan 2013 tarihli bir yasa değişikliğiyle Hindistan’da da asit atma (326a-326b) artık suç sayılmakta, aynı şekilde çeyiz parası (304b) yüzünden gerçekleşen ölümler de öyle.
Adalet Bakanlığı ruhani liderlerden, sosyal hizmetlilerden ve gönüllülerden bu tür cinayetlerin topluma kötü etkileri konusunda yardımcı olmaları için adeta seferberlik ilan etti. 2011 yılında Hindistan Yüksek Mahkemesi’nin namus cinayeti faillerinin ölüm cezasına çarptırılması yönünde bir kararı mevcut. Şimdilerde yeni bir tartışma şu soru ekseninde dönüyor: Hindistan’ın acil olarak ayrı bir namus cinayetleri yasasına mı ihtiyacı var?
Ancak yasanın çıkması gerekli olsa bile yeterli olmayacaktır. Asırlardır süre gelen kültürlerin, geleneklerin, sosyal ve zihinsel yapıların değişmesi kuşkusuz çok zaman alacak. Önemli olan bu yasanın yaşama geçirilebilmesi ve yasanın “potansiyel kurban” olan kadınların özel yaşam ve kamusal yaşamdaki tüm özgürlüklerini kapsayıcı nitelikte hazırlanması.
Kadınlara yönelik işlenen bu nefret suçlarına artık Güney Hindistan’da ve Hindistan’ın batısındaki Maharashtra ve Gujarat gibi eyaletlerde çok ender rastlandığı ve hatta aktivist ve reformcuların verdikleri büyük mücadeleler sonucu, Batı Bengal’de uzun yıllardır sevindirici olarak artık hiç görülmediği göz önüne alınırsa, kadın hareketinin desteğinin ve eğitimin ne kadar önemli olduğu apaçık ortada.
21.yüzyılda halen bir insan hakkında “ölüm emri verme” hakkını elinde bulunduranlar kadar, bunu görmezden gelen devlet ve devletin tüm ideolojik ve baskı aygıtları da aynı suçun ortaklarıdır. (Yİ/YY)
* Yasemin İnceoğlu, Prof. Dr. , Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi.