Çocuklar gelişimin en önemli ve hassas evresinden geçen; hakları bir bütün halinde sağlanması, korunması gereken bireyler. Bundan dolayı devletler çeşitli hizmetler ve yasal düzenlemelerle çocukları korumaya dönük çalışmalar yürütürler. Çünkü nihai olarak sorumlu ve yetkin en üst yapı devlet.
Türkiye açısından bakıldığında bütünlüklü bir çocuk politikasının yoksunluğuna ve birçok soruna rağmen önemli bir yol kat edildiğini belirtmek gerekiyor. Bununla beraber süregelen köklü sorunların bir yansıması olarak çocuk hakları alanında da ciddi sıkıntıların devam ettiği görülmekte. Özellikle neredeyse herkesin farkında olmasına ve benzer şekilde yanlışlığını, abesliğini kabul etmesine rağmen çocuk hakları anlayışından uzak bir biçimde; uyduruk bahaneler ve tarihi korkular nedeniyle çocukların "terörist" olarak değerlendirilmesi ve "Terörle Mücadele Kanunu" kapsamında yargılanması dikkati çeken en önemli sorun.
Bu sorunun gün yüzüne çıkmasını beraberinde getiren olay ise 28 Mart 2006'da Diyarbakır'da yaşananlar.
28 Mart 2006 önemli bir tarih. Bu tarih devletin, haklarını korumakla yükümlü olduğu çocuklarla husumete girecek kadar varlığıyla çelişeceği bir noktaya geldiği tarih. Ve çocuklara etnik aidiyet temelinde ayrımcılığın, adaletsizliğin mahkemelerde yasalara dayandırılarak yapılmaya başlandığı tarihin miadı. Oysa o gün yaşanan olaylarda en çok çocukların canı yandı. İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre 28 Martta Diyarbakır'da meydana gelen olaylarda 5'i çocuk olmak üzere 10 kişi güvenlik güçleri tarafından öldürüldü. 200 çocuk olmak üzere 563 kişi gözaltına alındı ve 91'i çocuk olmak üzere 382 kişi tutuklandı.
O gün, çocuk masumiyeti ve olan biteni anlama merakıyla balkondan olaylara bakan 9 yaşındaki Abdullah, kalabalığın içine karışan 8 yaşındaki Enes ve Diyarbakır'da çocuk olmanın vebalini onlar gibi ödeyen Mahsum, Emrah ve İsmail öldürüldü. Onlar öldürüldü ama onları öldürenlerden hesap sorulacağına yaşıtları, arkadaşları, onlar gibi çocuk olanlar suçlu yapıldı. Ve birden fazla kanunundan derlenen suçlarla, onlarca yılı bulan ceza almalarının yolu açıldı. Bu durum çocukların yaşlarından fazla ceza almalarıyla, cezaevlerinde büyümeleriyle devam eden bir süreçte yoluna olanca hızı ve büyüyen hıncıyla devam ediyor.
28 Mart devlet için çocuklarla başlayan husumetin tarihi. Peki ya çocuklar için neyi ifade ediyor? Bir çocuğun 28 Mart olaylarıyla ilgili 4 yıl sonra aynı tarihlerde yazdığı yazıya bakalım. Bağlar Belediyesine bağlı Çocuk Eğitim Merkezinden faydalanan çocukların çıkardığı Dengê Zarokan/Çocuk Sesi adlı Kürtçe-Türkçe gazetede yer alan 14 yaşındaki kız çocuğunun kaleme aldığı yazı şöyle;
"Hatırlar mısınız bilmiyorum ama ben unutamıyorum. Çünkü o katliam unutulacak gibi değil. Diyarbakır katliamında yüzlerce kişi öldürüldü. Bunların çoğu çocuktu. Öldürme emrini veren de bir zamanlar çocuktu. Ne çabuk unuttular! O katliamda yüzlerce çocuk yargılandı; bazıları serbest bırakıldı ama çoğunluğu serbest bırakılmadı. Çocuk hakları sözleşmesindeki 1. maddeyi unuttular. Madde: "Ben 18 yaşıma kadar çocuk sayılırım"dı.
Ama bu madde onlar için geçerli olmadı, kimileri hakkında farklı şeyler duydum.
Kimi bodrum katında aç susuz olduğunu söylüyordu. Ve ben buna inandım çünkü bir zamanın çocukları, çocuk olduklarını unutmuşlardı. Gözümüzün önünde bir adamı copla dövdüler ve alnına silahı dayayıp öldürdüler. O görüntü gözümün önünden gitmiyor ve bence ... kişiler hiç çocuk olmamış gibi davranıyorlardı. O sene içerisinde gözümüzün önünde birçok insan kendini yaktı. Neden mi? Kimileri barışı istiyordu, kimileri ise savaşı istiyordu. Ben o zaman henüz 11 yaşındaydım. İlk olarak gözümün önünde adam öldürdüler; diğer yakaladıkları çocuklara da işkence uyguladılar. Emir veren kişiler, siz hiç çocuk olmadınız mı? Hiç barış istemediniz mi? Ölen kişilere acımadınız mı? Bir zamanın çocukları çocuk olduğunuzu hatırlayın!.. (yıl 2006)"
5 Nolu Cezaevi adlı belgeselin konusu 80 darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevinde yaşanan vahşet. Vahşet, o vahşeti yaşayanların tanıklıklarıyla anlatılıyor belgeselde. İnsanın, insanlığını donduran uygulamaları, vahşeti çarpıcı bir biçimde yansıtan belgeseli izlemeye o vahşeti yaşayanlardan bazıları da gelmişti. Onlar bir daha o günlerin yaşanmaması için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini vurguladılar. Ama devamında şunu söylediler: "O gün o cezaevinde biz vardık. O vahşeti yaşadık, bugün de durum aynı hatta daha kötü. O zaman orda biz vardık şimdi torunlarımız, çocuklarımız var"
Haklılar çünkü B......'la görüşen B......'ın avukatı B......'ın neden orda olduğunu anlamadığını söylüyordu. Başka bir avukat her akşam B......'ın kaldığı koğuştan akşamları bağırma, çağırma, ağlama sesleri geldiğini öğreniyor.
Peki nasıl oluyor da gelecek denilen çocukların cezaevinde büyümeleri çözüm oluyor? Yaşananların suçlusu çocuklar mı?
Sorunun bu hale gelmesi çocuklara hizmet götürüleceğine, varlıklarına, kimliklerine saygı gösterileceğine; hedef tahtası haline getirilmeleri neden oldu ve olmaya da devam ediyor.
Devlete yükümlülükler getiren Çocuk Hakları Sözleşmesinin (ÇHS) 38 ve 39. maddeleri devletin çatışmadan etkilenen çocuklara koruma, bakım ve özgüvenini, saygınlığını geliştirici bir ortam sağlaması gerektiğini söylüyor.
Çatışmadan etkilenen çocuklara ÇHS'de belirtildiği gibi hizmet sunulmaması bir eksiklik olarak görülmez ve hala sorunu çözmeye dönük bir yaklaşım görülmezken en ufak bir sorunda hemen ceza verme akla geliyor. Bu yapılırken ÇHS'nin 37. maddesinde belirtildiği gibi tutuklanmanın başvurulacak en son önlem olması ve en kısa süreyle sınırlı olması gerektiği de dikkate alınmıyor.
Nerede olursa olsun, hangi kimliğe sahip olursa olsun çocuk çocuktur ve haklara sahiptir.
Çocukluk unutulduğu gibi çocuklar; kindar, zalim, düşman görülüyor. Ve devlet hıncını çocuklardan çıkarıyor. Acaba devlet bunu yaparken çocukça mı davranıyor? Keşke devlet yaptıklarıyla çocukça davransaydı. O zaman olaylara çocukların gözünden baktığını, karşısındakine acı verdiğinde üzüleceğini, yanlışlarını fark ettiğinde düzelteceğini ve nihayetinde bir kin, düşmanlıkla değil; tanıma, anlama çabası ve merakıyla olaylara yaklaşacağını düşünürdük. Ama durum tersi yönde; devlet adaletli davranmadığı gibi çocukça da davranmıyor. Hınçla, çocukların ellerinden korumakla yükümlü olduğu çocukluklarını alıyor.(SA/EÜ)