Bazı yaralar iyileşmiyor. Zaman geçiyor, dünya değişiyor; ama bazı insanlar için hiçbir şey değişmiyor. Hayatlarında hiçbir şey yerli yerinde olmuyor. Oturmuyor. Yaraları ne kadar geçmişin derinliklerine gömülüyse o kadar çok kanıyor. Adalet yerini bulmuyor.
Nesrin Uçarlar tarafından kaleme alınan “Hiçbir Şey Yerli Yerinde Değil-Çatışma Sonrası Süreçte Adalet ve Geçmişle Yüzleşme Talepleri” adlı kitap özellikle 1990’lı yıllarda ülkemizin ‘Güneydoğu’sunda ya da Kürdistan’da yaşananlar hakkında yazılan en etkileyici metinlerden biri. Hala yeterince bilinmeyen, yanlış bilinen, duyulmayan, görmezlikten gelinen olaylar hakkında doğrudan yaşayanların anlatımına başvurularak hazırlanmış; ama bir yandan da arka planda adalet nedir ve nasıl sağlanır sorularını sürekli sormanızı sağlayan, tartışan ve kanımca asla tam olarak sağlanamayacağını da hissettiren bir metin.
İletişim yayınevi tarafından basılan kitap Diyarbakır Sosyal ve Siyasal Araştırma Enstitüsü’nün (DİSA) “Topluluk Temelli Geçiş Dönemi Adaleti” başlıklı araştırma projesinin bir parçası olarak hazırlanmış.
“Geçmişle yüzleşmede mağdurların, tanıkların, hayatta kalanların konumları nedir? Faillerin, sorumluların, seyirci kalanların, bilmeyenlerin -hele bilebilecekleri halde bilmeyenlerin- konumları nedir? Hafıza, yas tutma, bağışlama, hınç ve küskünlük, siyasal dostluk, nasıl işler bu yüzleşmede? Yüzleşme, bağışlama, helalleşme nasıl mümkün olur?”
Kitap bu önemli soruların peşine düşüyor. Tanıklarla, mağdurlarla, hayatta kalanlarla, yas tutanlarla… yapılmış görüşmeler üzerinden, genellemelere kaçmadan insanların yaşadıkları ve sonrasında hayatlarındaki her şeyi yerinden eden deneyimlerine odaklanarak. Yazar aradan çekiliyor, tanıklar konuşuyor. Okumuyor, dinliyorsunuz. Kitap bittiğinde, bu konuları ne kadar okumuş, ne kadar dinlemiş ya da görmüş olsanız da yine de ne kadar az bildiğinizi fark ediyor, yaşanan şiddeti anlamanın ne kadar zor olduğu hissinden kurtulamıyorsunuz. Böyle bir şiddet rasyonel olarak kavranabilir, aktarılabilir bir şey değil. Hiçbir şey yeterince bilinir değil.
Acı biriktiren bir ülke bizimki. Hissetmeyenlerin köşe başlarını tuttuğu, siyasal kültürü yok hükmünde, bilmeden konuşanların sesinin çok duyulduğu, kulaktan dolma bir parça bilgiyle akademik ortamlarda bile ömür boyu gün geçirebilmenin mümkün olduğu kifayetsiz muktedirlerin ülkesi. Sadece 1990’lı yılların yarattığı acıları onarabilmek; geçtim adaleti sağlamayı, yapılan adaletsizliklerle yüzleşebilmek bile bizi daha iyi kılardı. Bu ülkeyi, toplumu başka türlü yapardı. Ya geçmiş, diğerleri, daha öncesi… En yakınımızdaki 12 Eylül darbesi… Olan hep aynı. Yiten, yok olan hayatlar. Hayata devam edemeyenler. Sevdiklerinden yoksun olmanın acısını gün be gün daha derinden hisseden geride kalanlar. Gidenlerle gidemeyenler; kalanlarla avunamayanlar. Hiçbir şeyin hesabı sorulamadı.
Acı ve yoksunluğu bilenler, anlatanlar aynı acı ve yoksunlukları başkalarının yaşamasını asla dilemiyor. En önemli dilekleri anlaşılmak. Yaşadıklarına, kayıplarına, acılarına hürmet edildiğini görebilmek. Ama kitapta sadece bunlar yok. Yapılacak şeyler olduğunu, bütün bütüne geç kalınmadığını ve çaresiz olmadığımızı da hatırlatan bir kitap bu. Adaletin nasıl sağlanabileceğine yönelik ciddi ve dikkate değer bir akademik tartışma var geri planda. Ama yine de hissettirdiklerini daha değerli buluyorum.
Kıyaslamak mümkün değil elbet ve böyle bir amacım da yok; ama kitabı okudukça, ister istemez Soma geldi aklıma. Artık birer birer değil toplu halde ölen işçiler; talan edilen, büyük bir açgözlülükle yok edilen doğal ortamlar… “Düzeni tesis etmek” için kullanılan ama yoğunluğu hiç kuşkusuz çok farklı olan devlet baskısı ve şiddeti her yerde benzeri acılara ve yoksunluklara yol açmıyor mu? Neşede olmasa da kederde ortak bir toplumuz ve belki bunu anlayabilmek, karşımızda duran insana her şeyden önce bir anne, baba, evlat, kardeş… olarak bakabilmek ve karşımızda değil de yanımızda olduğunu, olabildiğini hissedebilmek; belki o zaman bir şeylere daha güçlü bir şekilde itiraz etmenin, sözümüzü çoğaltabilmenin bir yolunu buluruz. Birbirimizi anlamanın da. Yıllardır yaşanan şiddet aynı duygulara yol açıyor ve fail hep aynı. Bir araya gelinemediği sürece de faal olarak kalacak. HDP üzerinde düğümlenen seçim tartışmalarına rasyonel tercihler, samimiyet, seçim sonuçlarına dayalı meclis aritmetiği ve fırsatlar açısından değil de biraz da bu gözle bakabilsek. Bunca acı yaşamasına rağmen hiç kuşku yok acılarıyla yaşamayı, ayakta durabilmeyi öğrenmiş bir toplumun daha geniş ve daha kapsayıcı bir siyasal perspektifle ortaya çıkmasındaki değeri heba etmesek.
Bu güzel ve önemli kitaba emeği geçen tüm sivil toplum kuruluşlarına, çalışanlarına ve yazarına ne kadar teşekkür etsek azdır. Kürt sorununa mesafeli duranların, yıllardır süregelen dezenformasyonla zihni bulananların ama bunun hiç farkında olmayanların okuması dileğiyle. (BŞ/ÇT)