Bu yazıyı yazdığım için belki direnişi kıran kişilerden birisi gibi algılanacağım, belki bu direnişin ne demek olduğunu anlamadığım düşünülecek, belki de gerçekten anlamadım; bunu zaman gösterecek. O yüzden öncelikle düşündüklerimi değil, hislerimi anlatarak başlamayı doğru buluyorum. Üzülüyorum, kafasına isabet eden gaz fişeği ile çocuğundan daha çocuk olmuş Beşiktaşlıyı düşününce üzülüyorum. Korkuyorum, gözüne gelen fişek kanına nüfuz edince art arda kalp krizi geçiren gencin yaşadığı acıyı düşününce korkuyorum. Endişeleniyorum, gözü çıkan gençlerin geleceğini düşünerek endişeleniyorum.
Ben sadece artık sokaklarda meşruluğu asla tartışılamayacak talepleriyle, şiddete başvurmadan eylem yapan kişilerin zarar görmeyeceği bir evreye geçmek istiyorum, yeni bir yöntem, alternatif arayalım istiyorum. Bir yazının sonu olması gereken bu cümleleri en başta söylemeyi seçiyorum, çünkü bu direnişin kazanımlarına sonsuz inancım, desteğim olduğu belki bu şekilde anlaşılır diye umuyorum.
Taksim Dayanışma, Cumartesi günü hayatını kaybedenleri anmak için Taksim'de toplanma çağrısı yaptı. Karanfiller istedi, bayrakları indirdi. Yapılan hiçbir anma polis memuru Mustafa Sarı unutulmadı, o da bu direnişin bir şehidi olarak görüldü ve saygıyla anıldı. Bu alternatif bir direniş yöntemiydi. Bir sonrakinde, bir adım daha ileri gidilerek “Polisimin kaldırımda uyumasını istemiyorum” yazılı dövizlerle toplansak, yine aynı müdahale olmayacak mı? Aramızda polisin karanfilli anma eylemine müdahale etmeyeceğini, TOMA’ya karanfil verince duracağını düşünen oldu mu? 11 Haziran Salı ya da 15 Haziran Cumartesi günü kötü olan ne vardı ki orada? En yetkili ağızlardan verilen sözlerin en ufak bir utanç duygusu olmadan tutulmadığını görmedik mi?
Yukarıdaki sorulara verilecek yanıtlar ile varılan nokta meydandaki meşruiyetimizin, haklılığımızın, şiddete karşı duran tavrımızın 25 gündür onları durdurmadığı. Dün görüntü yine çok güzeldi, 25 gündür her ilde olduğu kadar güzeldi. Bu noktada ben flamalı ya da flamasız olması üzerinden savunma yapmayı doğru bulmuyorum. Flama, slogan ve hatta küfür meşruiyetine olumlu ya da olumsuz bir etki de yapmıyor. Bir adım daha ileri giderek, bu şekilde niteleyerek polis şiddetini eleştirmenin daha önce yapılan müdahaleleri haklı kılacağını düşünüyorum. Bu sebeplerle, 22 Haziran’da her zamanki kadar güzeldi Taksim benim için ve her zaman olduğu gibi müdahale geldi.
Bir can kurtulacaksa
Taksim Dayanışma bir çağrı yaptı ve insanlar orada bulunmamayı kendine yediremedi, belki benim kadar kötümser/realist değildi müdahale olmayacağını düşündü ve orada yine binlerce kişi toplandı. Toplumun psikolojisi ve yaşadığı karmaşa ortada. Hepimiz destek olmak istiyoruz, ama en doğru destek yöntemini bulmakta güçlük çekiyoruz. Eğer orada olsam ki olabilirdim, muhtemelen polisin anonsunun ardından oradan ayrılmak istemezdim. Çünkü o anons yapıldığı anda ayrılmak bir çeşit “yenilgi” anlamına geliyor. İnsan o anda haklı bir davadan vazgeçtiğini, korkaklık yaptığını kaybedilen canlara saygısızlık yaptığını hissediyor. O anons yapıldıktan sonra gerekli zaman bile verilmiş olsa – ki o denli büyük bir kalabalık için böyle bir zaman mevhumunun olmadığı ortada, oradan ayrılmayacaklar olacaktı ve birçok insan zarar görecekti.
Bir can bile kurtulacaksa, bir genç kadının gözünü kaybetme ihtimalini azaltmak için farklı bir yol düşünelim, farklı bir yöntem üzerinde kafa patlatalım. Ben 31 Mayıs’ta İstiklal ‘de amirin sığındığım mekanı göstermesini, içeriye gaz atma çabasını yaşayarak korkmuş, 11 Haziran’da izdiham altında ezilme tehlikesi yaşamış biri olarak biliyorum ki ben hep arka safları tercih ettim. Asla önde gaz fişeğini geri atan insan olamadım, olamayacağımı da. Bu gerçek önümde dururken benden daha cesaretli olanları o tehlikenin içine atmayı vicdanıma sığdıramıyorum. Zarar görenleri izlediğimde kanım donuyor. O yüzden sadece bir kere durup düşünülsün, isterim: Eğer evindeysen neden evindesin? Sığındıysan neden sığındın? Senin sığındığın eve sığınamamış ve senin kadar şanslı olmayan biri olabilir mi? Sen önde durma cesaretini gösteremiyorken, birilerini bunu yapmak zorunda bıraktığının farkında mısın?
Bu soruları sorarken amacım hiç kimseyi suçlamak, rencide etmek değil. Hepimizin psikolojik olarak sarsıldığı günler geçirdiği ortada. Hepimizin kafası karışık, hükümet tarafında sağduyunun kırıntısını bile görememek daha da can acıtıyor çünkü biz muktedir gücün bir noktada hatasını kabul edeceğine inanacak kadar naif dimağlarız. Bu satırları yazarken tek umudum verilen yanıtlar ile yeni bir alternatife yönelme ihtimalini arttırarak birilerinin canının acımasını engellemek.
Buradaki çağrıyı yenilgiyi kabul etmek, meydanları boş bırakmak gibi algılamamayı tercih etmenizi rica ediyorum. Halkın meydanlarda olmasının meşruiyeti bir tartışma konusu değil, bayraklı veya bayraksız, sloganlı veya slogansız, o meydanlar da o parklar da bizim. Orada, o meydanlarda duran insan sen, ben, dost, arkadaş, amca, teyze... İnsanlar duramıyor evde, ana akım medyada olayın vahametini göremediği için “Şu keratalara ben de destek olayım.” diye geliyor belki. Yarın bir çağrıda, farklı bir olayın neticesinde kendimi Taksim’de bulacağım ihtimalini de biliyorum çünkü 25 gündür yeni olaylarda yeni bir karar, yeni bir bakış açısı geliştirdiğim oldu. Her şey çok hızlı gelişti, biz ise hem kendi imkanlarımızla takip etmek, hem de analiz etmek durumunda kaldık. Şu anda benim gibi düşünmeyen, Taksim Dayanışma’yı eleştirmenin yanlış olduğunu savunan, Barbaros Altuğ’un tweet’lerine karşı çıkan kişilere bakıyorum: marjinal(!) değil, arkada bir başka planı olamaz, bir komplo teorisinin parçası olamaz. Tamamen iyi niyetli olarak bu desteği verdiklerine dair bir şüphe duymanın imkan ve ihtimali yok. Dolayısıyla ben bu direnişin içindeki herkese sonsuz inancımı sürdürüyorum.
Tek arzum, tek dileğim; eylemi insandan, orada olan gençlerin canından üstte tutan bir anlayışla yeni kurbanlar vermeyelim.Tüm arkadaşlarıma, hiç kimse olarak çağrımdır:
Biliyoruz ki hepimiz sokaklarda sabahlamaya hazırız. Ama aynı zamanda biliyoruz ki polis ve hükümet de müdahale etmeye hazır. Kimsenin direnişe inancından, iyi niyetinden şüphe duymuyorum. Geçtiğimiz 25 günde hem dünyaya hem de hükümete gaza ve suya rağmen günlerce orada desteğe devam edeceğimizi gösterdik. Ancak, lütfen artık kimsenin en ufak bir zarar görmeyeceği yeni yollar arayalım. Bu 25 günde ne yapacaklarını şaşırtan, hem birbiriyle hem de kendileriyle çelişen onlarca açıklamalarını dinledik. Yerel kanallardan tutun da, uluslararası medyaya kadar her yerde rezil oluşlarını izledik. Onlar mı çok beceriksizdi? 10 yıldır iktidarda olan, kim bilir kaç yıldır siyasette olan kişiler mi? Yoksa biz mi akıllıydık ve onları çaresiz bıraktık?
Tüm bunları sağlayan BİZ idik.O meydanlarda durmak bizim en meşru hakkımız, halkı kendi meydanlarından kaçıranları, sokaklara korku salanları o meydanlarda canımızı vererek alt edemeyiz. İsterdim ki bu yazının sonu çığır açan o alternatif yöntemi sunarak bitsin. Elbette bu mümkün değil. Bu direniş farklı düşünenlerin bir araya gelmesi ile başladı; yine bu farklı fikirler özgürlük temelinde çözümünü de üretmeyi başaracaklar. Meydanların, parkların bizim olması için tek yol bedensel olarak orda bulunmak olamaz ve kendimizi en çaresiz hissettiğimiz anda bile alternatif yolu bulacak olan yine bizleriz. (ES/HK)