Bu yazıyı aslında çok uzun zamandır yazıyorum. İlk kez bianet'te Rojda Duygu Yeşilgöz'ün "Stajımı bianet'te yaptım, Mutluyum" başlıklı yazısını okuduğumda "Acaba bir gün ben de böyle bir staj yazısı yazar mıyım?" cümlesi aklımdan geçtiğinden beri parça parça bir şeyler eklendi bu yazıya.
Neden bilmem, hiç tanımadığım bir insanın yazısında nasıl bir samimiyet buldum da kendi dertlerime dair uzun bir e-posta atmaya karar verdim. Sonrasında gelişen sürece bakınca o samimiyet konusunda haksız olmadığımı da gördüm. Rojda'nın bana yanıt vermesi ve sonrasındaki yazışmalarımız sonucunda yaz için stajyer kapasitelerinin dolu olduğunu öğrendim.
bianet'le ilgili hayallerimi başka bir bahara ertelediğim için, hiç beklemediğim bir zamanda Haluk Kalafat'tan Eylül ayı için bir kişilik boşluklarının olduğunu söylediği bir e-posta aldığımda sevinmem de daha fazla oldu haliyle.
Eylül gelip de bianet'e gittiğim ilk gün başka bir staj tecrübem olmasına rağmen neyle karşılaşacağıma dair pek bir fikrim yoktu. İlk gün hem en zorudur hem de en kolayı.
Hem gözleriniz kapalı bilmediğiniz bir deniz atlıyor gibisinizdir hem de o hiçbir şey bilmeyişinizden ötürü yapabileceğiniz hatalar için kendinizi affeder ve affedilirsiniz.
Biraz dışarıdan başka biri yaşıyormuş gibi izlenen, ilk günün verdiği rahatsız bir rahatlık biçimidir bu. Bu ruh haliyle girdiğim ofiste, o rahatsızlık yavaş yavaş silinmeye başladı.
İlk gün, ilk haber
İletişime geçtiğim tek kişi Haluk Bey'di ve o hafta izindeydi. Sonradan beklentimin aksine dünyanın en sakin ve en iyi insanı olabilecek birisiyle tanışınca, keşke daha uzun vakit geçirme şansım olsaydı dedim.
O gün, Nilay Vardar ve Yüce Yöney aralarında, öyle zannediyorum ki haberi yapıp yapamayacağıma dair bana pek fark ettirmemeye çalıştıkları bir istişarenin ardından, İstanbul Üniversitesi önünde ikinci öğretim öğrencilerinin harç protestosunu izlemeye gitmek ister miyim diye sordular. Önceki staj tecrübeme dayanarak hevesli hevesli "İsterim tabi" dedim. Bu heves ve heyecanıma onlar da şaşırmış olabilirler tabi.
Eylemdeki ikinci öğretim öğrencileriyle yaptığım kısa görüşmelerden hazırladığım haber Nilay'ın sabırla ve son derece takdir ettiğim bir itinayla kısalttığı ve düzelttiği ilk haberim oldu.
Sonrasında da düzelttiği, sorduğu sorularla belki de bilmeyerek bir haberin neler gözetilerek hazırlanması gerektiğine dair fikirler verdiği, telaşımdan ötürü geciktirdiğim için internet kafelerde göndermemi beklediği haberlerim de oldu. Her birinde aynı sabır ve itinayı gösterdi. Umarım beni, kendisini en çok uğraştıran stajyer olarak hatırlamaz.
Aynı şekilde Yüce Yöney ve Çiçek Tahaoğlu da, bir haber hazırlarken sorduğum sabırsız sorularıma maruz kaldılar, umarım böyle hatırlamazlar.
İlk hafta bir çeşit şaşkınlıkla geçip giderken ikinci hafta artık karın ağrılarıyla gitmiyordum ofise. Sabahları kulağımda müziğimle yokuşları ine çıka gidiyordum. Her gün güllük gülistanlık geçmiyordu elbette.
Hiçbir işe yaramadığımı düşündüğüm, üst üste küçük de olsa hatalar yaptığım, belki biraz haksız yere kendime yüklendiğim ya da bütün bir günü tek bir kayda değer iş yapmadan geçirdiğim günler de oluyordu.
Her gün haber olmuyordu dışarıda. Masa başında benim yapabileceğim bir haber de çıkmadıysa öyle bilgisayar ekranına bakarak geçebiliyordu tüm gün. Ancak neyse ki uzun sürmüyordu bu. Bir gün boş geçse ertesi gün bir şey çıkıyordu mutlaka. Dahası, kitaplarım vardı benim.
İlk yazı
O kitaplar kolumun altında günler geçirdim. Önce Kürtçe ve Kürtçe edebiyat üzerine Vecdi Erbay'ın hazırladığı "İnatçı Bir Bahar" başlıklı kitapla ilgili tanıtıcı nitelikte bir yazı hazırladım. Daha kısa sürede hazırlamam gereken ve kitabın içeriğine dair bilgi vermek amaçlı bir yazı olduğu için çabuk ayrıldık o kitapla.
Ancak Hamza Aktan'ın "Kürt Vatandaş" adlı kitabıyla ilgili kendi duygu ve düşüncelerime dair yazacağım yazı için hem daha geniş vaktim vardı hem de daha büyük korkularım.
Kendi sesimden kendi cümlelerimin başkaları tarafından duyulacak olması telaşa düşmeme yetiyordu. Dahası yazacağım konu, üzerine düşündüğüm ancak üzerine yazacak kadar kendime güvenmediğim bir konuydu. Hiç tanımadığım insanların okuyacağı ilk yazımdı bu.
Tekrar tekrar yazdığım ve okuduğum yazım.
Yine de emin olamıyordum. Birilerinin bana nasıl bir şey yaptığımı söylemesi lazımdı. Ayça Söylemez'den yazımı okumasını ve beni acımasızca eleştirmesini rica etmem de bundandı. Ne kadar acımasız oldu bilmiyorum. Kendimi sınava girmiş acemi öğrenci gibi hissediyordum biraz da. Ayça'nın ve daha sonra Nadire Mater'in yazımı beğendiklerini söylemeleri sınavı geçmişim gibi hissettirdi. Nadire Hanım'ın "Yazarken kendini biraz daha serbest bırak" cümlesi tıkandığım her anda başvurulmak üzere bir köşeye konuldu.
bianet'te staj yaptığımı bilmeyen arkadaşlarımın "bianet'te yazını gördüm, çok güzel olmuş Rüya" demeleri yüzümdeki gülümsemeyi biraz daha genişletti. Sanırım doğru yerde doğru bir şeyler yapıyordum.
Sosyoloji bölümü yüksek lisans öğrencisi olarak bir yandan da gazeteciliği öğrenmeye çalışmak aklımda soru işaretleri bırakıyordu elbette.
Öğrenebilir miyim, yapabilir miyim, sosyolojiyle olan alakam ne olur, nasıl etkiler, nasıl etkilenir gibi sorular uçuşuyordu arka planda. Böyle bir yazı yazmak ve üzerine güzel şeyler duymak o soruları bir nebze olsun dağıttı ve doğru bir şey yaptığımı hissettirdi.
Doğru bir şey yaptığımdan emin olmak, bunu yüksek sesle duymak istiyordum çünkü biraz heyecanlı bir insandım sanırım.
Bazen utandığım, bazen takılıp hatalar yaptığım, bazen arkasına saklanıp hatalarımı mazur gördüğüm, bazen sevdiğim, bazen nefret ettiğim, bazen de kavga ettiğim heyecanım, bütün iniş çıkışlarına rağmen değerlidir benim için. Çünkü küçücük iyi bir şey olsa çok sevinmeme neden olan bir heyecandır o. İyi bakarım ona. bianet'tekiler de iyi davrandı.
Heyecanıma iyi baktınız, teşekkür ederim.
Not: Ekin Karaca'nın şarkılarından bahsedilmeyen, Korcan Uğur'a teşekkür edilmeyen bir staj yazısı eksik kalmıştır. (RY/AS)