Babama değil de anneme yakın büyüdüğüm için mi ne, oldum olası kendimi kadınlarla daha rahat irtibat kurarken bulmuşumdur. Ergenlik çağında oğlanlar grubu ağaç evinde veya kürekli sandalda maceradan maceraya koşup erkek erkeğe muhtelif keşiflerde bulunurken ben adeta harem ağalığına soyunmuştum.
Gel zaman git zaman eşimle birlikte kadın dünyasına daha da derinlemesine nüfuz etmiş, erkeklere kıyasla karşı cinsin bilhassa cinsellik hususundaki potansiyelinin keşfedile keşfedile tükenmeyeceğine ikna olmuştum.
Esneklikten mahrum hetero erkekler ifade ettiğinde kadınları irkilten sözler benim ağzımdan dökülünce asla seksist nüanslar taşımıyor, aksine bir kız kardeşlik ruhundan beslenerek tabu vasfını sanki yitiriyordu.
Fakat zamanla kadın arkadaşlarımın sevgililerinin veya kocalarının bu vaziyetten pek de memnun olmadığını, hatta bazılarının yakınlığımızı çekemediğini fark eder olmuştum. Kadınlar benimle gülüp eğlendikçe kocalar adeta kıskançlık nöbetleri geçiriyor, iki cinsiyetin temsilcileri arasındaki bu “aşırı” samimiyete anlam veremiyorlardı.
Birbirine kavuşması adeta imkânsız iki yaka olarak kabul edilmiş karşı cinsler tek bir potada erirken ataerkil düzene sırtını yaslamış maçolar, ben kadınlarla özdeşleştikçe rencide olup kabuklarına çekilen çocuklar gibi küsüyorlardı...
Ozanın laneti
Yönetmenliğini Scarlett Unverricht’in üstlendiği Ozanın laneti (Des Sängers Fluch/The bard’s curse) adlı animasyon filminde ise kıskançlık çok daha ağır neticelere yol açıyor. 2023 Almanya yapımı 6 dakikalık filmin senaryo ve montaj hanelerinde de adını gördüğümüz Unverricht meseleyi ozanların cirit attığı orta çağa oturtup erkek tabiatının cani profilini deşifre ediyor.
Sade çizgiler ve dingin bir estetikle kotarılmış animasyon filmi gayet şefkatli ve huzurlu bir dünyadan acımasız ve kanlı bir cehenneme evriliyor.
Görünürde iktidar sahibi olsa da mutsuz ve huysuz, sert ve asık suratlı kralın hiddetini hoyratça dışa vurmasının arkasında kraliçeyi yeterince tatmin edememesi yatıyor olabilir mi?
Dünyadaki zarafetin, güzelliklerin, yumuşacık bir erotizmin temsilcisi, genç ve yakışıklı ozanın sesindeki pırıltı, muktedirin çatlak sesine göre kulakları fazla mı okşamış oldu?
Kadın ruhunu anlamaya bile çalışmayanların meseleyi kaba kuvvetle halletmesi fazlasıyla kolaycılık manasına gelmiyor muydu?
Yoksa, çevresine mutluluk saçan öylesine şifalı bir değerin ortadan kaldırılmasının ilahî adaleti tetiklemeyeceği mi sanılmıştı?
Dikkat: Spoiler içerir
Filmin senaryosu her ne kadar basit ve klişelerle dolu olsa da hadisenin geçtiği eski çağlardan günümüze layıkıyla sesleniyor.
Yaşlı çalgıcı ve genç şarkıcıdan müteşekkil iki kişilik ozanlar grubu cennetvari kırsal kesimde epey dolandıktan sonra kralla kraliçenin karşısına çıkıyor. Bir köprü ile ulaşılan, etrafı gölün sularıyla çevrili kasvetli şatonun salonu gayet karanlık olsa da genç ozanın sesi ortalığı bir anda aydınlatıyor. Kraliçenin ozanlar tarafından sergilenen ahenkli performans sırasında anlık da olsa bir zevk kahkahası patlatmasıyla kralın asabı çabucak bozuluveriyor. Gösterinin sonunda kraliçenin coşkulu alkışları kralı iyice çileden çıkarınca da yakışıklı ozan cömertçe sunduğu nimetin kurbanı oluyor.
Kralın caniliği karşısında öfkesine mani olamayan yaşlı ozan gözyaşları içinde şatoyu terk ederken krala lanet okuyor ve ilelebet unutulmasını diliyor.
Kısacık filmin sonunda da zaten etrafı sularla çevrili şatonun esas özelliğinin, göldeki suların çekilmesiyle ortadan kalkmış olduğunu, şatonun işlevsiz hale geldiğini görüyoruz.
Çevreci bir mesaj olarak da algılanabilecek hazin sekans krallar dahil, öfkeyle kalkan herkesin zararla oturduğuna dair manidar bir görüntü.
Birilerine neşeyi, sevinci, mutluluğu yaşatmanın, bilhassa alnını buruşturmuş çatık kaşlı erkeklerin kısır evreninde gün geçtikçe zorlaştığı muhakkak!
(MT/AS)