*Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, TELE 1 ekranlarını üç günlüğüne kararttı. Kanal bu gece 00.00'da tekrar yayına başlayacak.
Türkiye'nin Güneydoğu'sundaki illerde 13,5 milyon insanı doğrudan ve tüm ülkeyi derinden etkileyen Maraş merkezli depremlere ilişkin yaptıkları yayınlar nedeniyle bazı televizyon kanalları cezalandırıldı. Son 20 yılda deprem gibi bir doğal afete yönelik hiçbir planı olmayan siyasi iktidar, halkın haber alma hakkını sağlayan gazeteciliği, medya kurumlarını hedefe koyarak binlerce canın yitip gitmesine sebep olan ihmalleri, felaketlere zemin hazırlayan rant düzenini, kötü yönetim pratiğini örtbas etmeye çalışıyor.
Oysa Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002'de iktidara geldiğinde üç yıl öncesinde yaşanan büyük Marmara ve Düzce depremlerinin (1999) acıları henüz çok tazeydi ve depremin insanlarda, toplumda yarattığı travma hâlâ devam ediyordu. Depremlerle birlikte ekonomi de sarsılmış, ülkede büyük bir buhran yaşanmıştı.
Böyle bir gündem içinde tek başına hükûmet kuran, ikinci 10 yılından sonra "demokrasi tramvayından inerek" Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) desteği ile bir "şahıs devleti" yaratan AKP ve lideri Tayyip Erdoğan, işler tersine döndüğü için şimdi kendisini bekleyen sonu geciktirme çabasında. "Koca bir 20 yılda bina stoku depreme nasıl dayanıklı hâle getirilmez?" ya da "İnsanları enkazdan kurtarmak için ilk üç gün neden doğru dürüst müdahale edilmedi?" gibi bugünlerde en çok sorulan soruları duymaktan hiç ama hiç hoşlanmıyor.
Memlekette büyük bir felaket yaşanırken, insanlar acılar içindeyken iktidar televizyon kanalları üzerindeki sopasını her zaman olduğu gibi bu kez de Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) aracılığıyla gösterdi; FOX TV, Halk TV ve TELE 1'e yayın durdurma ve üst sınırdan para cezası kesti.
Bir gün öncesinde de mahkeme, Türkiye İşçi Partili (TİP) vekil Sera Kadıgil'in "Diyanet bu hâliyle siyasal İslamcı gereçtir" saptaması nedeniyle TELE 1'e verilen karartma cezasında yürütmeyi durdurma kararını bozdu. Üç günlük karartmayı talep eden de yine aynı kurul: RTÜK!
Varlığı tartışmalı RTÜK gibi bir kurulun 2022 yılı cezaları ve erişim engeli talepleri iktidarın eleştirel medya üzerinde kılıcını nasıl savurduğunu gösterir nitelikte. Kurul, BİA Medya Gözlem Raporuna göre Halk TV'yi 23, TELE 1'i 16, KRT TV'yi altı, FOX TV'yi dört, Flash TV'yi dört defa olmak üzere toplam 54 kez cezalandırmış. a haber, Ülke TV, Kanal 7, TV Net ve TV 24 gibi iktidar yanlısı medya ise yılı hiç ceza almadan kapatmış.
RTÜK'ün 2021 yılında verdiği toplam 31 milyon 629 bin 996 liralık adlî para cezası 2022'de toplam 67 milyon 159 bin 350 liraya çıkmış. RTÜK, denetimine almaya çalıştığı Deutsche Welle Türkçe ve Amerika'nın Sesi (VOA) Türkçe sitelerine de geçen yıl erişim engeli kararı aldırmıştı.
Kurumsal çürüme medyadan başladı
Türkiye'de kurumların tamamen berhava edilmesine, ehliyetsiz ama partiye-liderine 'ölümüne' bağlı kişilerin etkili görevlere getirilmesine ilk olarak basın veya medyadan başlandı kuşkusuz. Basılı gazetelere resmî ilânın durdurulmasında Basın İlân Kurumu (BİK), ekranların karartılmasında RTÜK, gazetecilerin basın kartlarının iptal edilmesinde Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki İletişim Başkanlığı etkili bir araç olarak kullanıldı hep.
Tabii İletişim Başkanlığının marifeti bununla sınırlı değil! Bu kurum yayın kuruluşlarına verdiği brifinglerle hangi haberlerin gösterileceğinden hangi haberlerin saklanacağına kadar WhatsApp mesajlarıyla yazı işlerinin merkezinde olup -özellikle de geleneksel yayıncılıkta- bir grup "medyayı" yönlendiren, içi boş dezenformasyon bültenleri ile Nazi Almanya'sındaki Goebbelsvâri bir "rejim muhafızı" konumunda.
"Havuz medya""Havuz medya" nitelemesi, Sabah, atv, a haber gibi yayın kuruluşlarını içinde barındıran Çalık Holding bünyesindeki Turkuvaz Medya Grubunun 2013'teki satışını ifade etmek için kullanıldı ilk kez. | |
Maraş depremlerinin akabinde de satın alınan Twitter hesaplarıyla, depremlerde 2-3 yıllık binaların neden insanlara mezar olduğunu, şehirlerin nasıl müteahhitlerin keyfine bırakıldığını, arama-kurtarma faaliyetinin gecikmesi ve yetersiz kalmasıyla kaç insanın yardım çığlıklarıyla enkaz altında can verdiğini, bölgeye günlerdir neden çadır, seyyar tuvalet ulaştırılamadığını; yani hayatî önem taşıyan pek çok konudaki ihmaller zincirinin üstünü örtmek için bir doğa olayı olan depremin büyüklüğünü bahane ederek depremi "asrın felaketi" olarak pazarlamaya çalışılıyor.
Anadolu Ajansı (AA), TRT, havuz medya da İletişim Başkanlığını kerteriz alıyor. Haberleri gerçeği eğip bükerek buna göre kurguluyor.
2004'ten 2018'e "havuz medya"
AKP iktidara geldiğinde ilk işlerinden biri anaakım medya üzerinde sıkı bir kontrol mekanizması kurmak olmuştu. 2004'te Star TV-Star gazetesi, 2007'de atv ile Sabah, Takvim ve Yeni Asır gazetelerinin el değiştirmesiyle başlayan süreç 2013'te SHOW TV-Akşam gazetesine ve 2018'de Doğan Haber Ajansı, Kanal D, CNN Türk, Hürriyet ve Posta'ya uzanacaktı. 80'lerden sonra -özellikle de matbu neşriyatın- büyük bir çoğunluğu devletten ihale alma derdindeki bir holdingin bünyesinde olsa da bu gazete ve televizyonların mülkiyet yapısındaki değişiklikler doğal ortamda olmamıştı: Sahiplerinin diğer ticarî işlerindeki açıklar kullanılıp bazı yayın kuruluşlarına Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konularak, bazıları karanlık kapılar ardında yapılan pazarlıklarla satışa zorlanarak, bazıları da yandaş sermaye gruplarına kamu bankalarından yüklü miktarda kredi verilmesiyle gerçekleşti.
Şimdiye değin aydınlatılamayan, yanıtsız pek çok soruya gebe 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonraki OHÂL döneminde ise İMC TV, Hayat TV, Van TV, Bugün TV gibi televizyonlar kanun hükmünde kararnameler ile kapatıldı.
Sonunda da anaakım medyanın yapısal sorunlarına ek olarak a haber gibi salt propaganda aygıtı olan "havuz medya" inşa edildi. İktidarın gerçek yüzü de bu medyalar satın alındıktan sonra oralara yerleştirilen medya komiserleri, satın alınan "gazeteciler", kalemşorlar aracılığıyla gizlendi ki işte hâlâ böyle bir felaket zamanında bile Ahmet Hakan gibiler "sadece güzel haberler vermek" ile övünülebiliyor.
O medya düzenindeki işleyiş kimi muhabirler tarafından da benimsenerek o kadar otomatiğe bağlanmış durumda ki enkaz yığınları üstünde derdini anlatmaya çalışan depremzededen mikrofon derhâl uzaklaştırılabiliyor. Soğukta açıkta kalan depremzedelerden yeterli sayıda çadır bulunmadığı için gelen tepkilere karşılık a haber'de, olay yerinde bir ailenin çadırından bildiren muhabir "25 metrekare. Antreden salona geçiyoruz" diye çadır güzellemesi yapabiliyor. Kızılay'ın fabrikası olmasına rağmen neden doğru dürüst çadır üretemediği veya deposunda neden yeteri kadar çadır bulunmadığı eleştirileri de böylece savuşturulmaya çalışılıyor.
Eksikleri değil ama "mucizeleri" gösteren o medyanın "haber kanalı" dışındaki televizyonları şimdi tek bir merkezden kumanda edilmişçesine film-dizi yayınlarıyla "normalleşmeye" başladı bile!
Devlet tarafından finanse ediliyor ya da doğrudan devlet kurumu oldukları gerekçesiyle TRT ve AA'daki pespayeliği de görmezden gelemeyiz. Sonuçta TRT denilen kurum yurttaşın vergileriyle işliyor. AA da öyle. Ama kamu yayıncılığı yapması gereken kurumlar vergilerimizden aldığı payla rutinde parti/iktidar propagandası, seçim akşamlarındaysa manipülasyon yapıyor. Yangın, sel, deprem, salgın gibi kriz zamanlarında ise iktidarı koruyucu yayınların dozunu artırıyor.
O kurumların ibresi her şeyi tozpembe göstermeye ayarlı –ki iktidarın bilgi dolaşımını tekeline almasının en temel gerekçesi zaten "yalan bir dünya" yaratmaktı. Bunda uzun yıllar başarılı da oldu ama günü geldi artık mızrak çuvala sığmamaya başladı.
Bilgi dolaşımı iktidarın tekelinden çıktı
Alternatif medyanın yanında 2010'dan itibaren gelişen dijital medya ve sosyal ağlar iktidar açısından bilgi dolaşımının kontrol edilemez noktaya gelmesi demekti. O noktada devreye maaşını iktidardan alan sosyal medya trolleri sokuldu ve insanlar, kurumlar hakkında karalama, itibarsızlaştırma kampanyaları yürütüldü/yürütülüyor. Troller de artık işe yaramadığında dezenformasyon bahane edilerek dijital medyayı, sosyal ağları (Twitter, Facebook, YouTube vb.) susturmak için "sansür yasası" ve "sosyal medya yasası" diye anılan yasalar çıkarıldı.
Ancak bu kez sahiplik yapısı nedeniyle satın alınan konvansiyonal medya kurumları gibi dijital medyayı, sosyal medyayı kontrol etmek mümkün görünmüyor -erişim engellemekten bant daraltmaya kadar her tür müdahaleye karşın.
Velhâsıl iktidarın asıl derdi hep eleştirel medya ve bağımsız gazeteciler oldu. Anaakım medyada editoryal bağımsızlık ortadan kaldırıldı, oradaki gazeteciler teker teker sonra da topluca işlerini kaybetti. Medyalar gazetecilik etiğinden, basın meslek ilkelerinden, gazeteci sorumluluğundan hızla uzaklaştı. Biat etmeyen medya kurumları da çökertilmeye çalışılıyor.
İktidar RTÜK, BİK gibi aparatlar üzerinden tüm enerjisini halkın doğrulardan haberdar olmasını ve hakikatin bilinmesini engellemek için harcıyor.
Ama unutmamalı!
Gazetecilik ne devlet/iktidar memurlarının ne de onu "güzel haberlere" indirgeyen, haberi magazinleştiren, depremde hayatını kaybeden insanlar için dine referansla şehit edebiyatı yapan sefillerin mesleğidir! Gazetecilik "hakikatin kimsesi" olmak için çabalayan gazetecilerin işidir.
İletişim profesörü Çiler Dursun'un çok sevdiğim tanımıyla gazetecilik; "dilsizleştirilmeye çalışılan toplumun dili ve sözü olarak, onun adına yasal ve yasadışı bütün erklerin yapıp etmelerini sorguya çekme işidir."
(SE/AÖ)