Ülkemizin son yıllarının en önemli sorunlarından hidroelektrik santralleri (HES) ne zaman gündeme gelse kendime de bir pay çıkartırım. Meslek alanımla olan ilgisi beni alır geçmişe götürür. Bu konuda bilimsel anlamda savunduklarımız, yazdıklarımız düşer aklıma. Aldığımız eğitim; yeraltı zenginliklerini arayıp bulmak, ülkenin hizmetine sunmaktı. Uzun yıllar devlet sektöründe kömür aramalarında ve fizibilitesinde çalıştım. O dönemlerde ne görev verilirse o konuda çalışırdın. Seçme hakkın yoktu. İşe başladığım yıllar kömür aramalarının en yoğun yapıldığı yıllardı. Birçok arkadaşımız, zor saha koşullarında, yolu olmayan dağ başlarında yaşamlarını yitirdiler; adına kaza denen iş cinayetlerinde. Hepsi halkına hizmet için çalışan idealist ve devrimci mühendislerdi. Bu sadece kömür arayan değil; bakır, demir, mermer, petrol v.s arayan arkadaşlarımız için de geçerliydi. Koşullar zor da olsa halkına hizmet etmekten gurur duyan bir kuşaktık.
İlerleyen yıllarda dünyada çevre bilinci geliştikçe, bizler de yaman bir çelişkiyi yaşamaya başladık. Bu doğa katliamlarında bizim de bir payımız yok muydu? Biz mühendisler bunun için mi eğitilmiştik? Maden Yasalarına; “maden işletmecisi, madeni işlettikten sonra maden sahasının doğasını eski haline getirmek zorundadır” hükmünü koydurmak yeterli miydi? Bu bile uzun yılların mücadelesi sonucu yasalaşmış ama çoğu zaman gereği yerine getirilmemiş bir konuydu. Bir tarafta aldığımız eğitim; yer altı zenginliklerini halkımızın hizmetine sunma ideali, diğer tarafta doğaya verilen onarılmaz hasarlar. Ne yapmalıydık?
Dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim ve fosil yakıtlardan enerji üretiminin yarattığı kirlilik bizim de düşüncelerimizde değişikliğe yol açtı. Kömüre dayalı termik santrallere karşı, yenilenebilir ve temiz enerji bağlamında akarsulardan elektrik üretiminden yana tavır koyduk. 1974 yılında kurulan Mühendis Odamızın kuruluşundan itibaren verdiği “yer altı zenginlikleri halkın malıdır” mücadelesine, bizler de katıldık. Bizler de bu ülkenin kaynaklarını ortaya çıkararak halkımızın refahına katkıda bulunmak istiyorduk. Emperyalistlerin, ülkemiz doğal kaynaklarını (petrolden madenlere) talanına karşı çıkıyor, yasalardaki düzenlemelerin bu doğrultuda yapılması için mücadele ediyorduk. Daha açıkçası tüyü bitmemiş yetim hakkını savunuyorduk o yılların deyimiyle. Yıllarca yaşamlar pahasına ortaya çıkarılan kaynakların, sermayeye peşkeş çekilmesi süreçlerini izlerken, genç yaşlarda yitirdiğim arkadaşlarımı anımsarım hep!..
Dışa bağımlı olmaması, yenilenebilir olması ve çevre kirliliği yaratmaması nedeniyle, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren termik santrallere hayır, hidroelektrik santrallere evet diyorduk. Koca koca akarsularımız boşa akarken, biz dışarıdan elektrik alıyorduk. Üstelik termik santrallerin ayyuka çıkmış kirliliğine de bir çözüm olacaktı hidroelektrik santralleri. Bizim o dönemlerde savunduğumuz hidroelektrik santrallerinin bugünkü HES’lerle uzaktan yakından ilgisi yoktu elbette! Büyük akarsularımız üzerine yapılacak santrallerden söz ediyorduk. Dünyada da eğilim o yönde idi. Alternatif enerji kaynaklarına (rüzgara, güneşe)yönelimin henüz yoğun olarak başlamadığı yıllardı.
Ayrıca o yıllar Dünyada Atatürk Barajı, Keban, Karakaya, Hirfanlı, Altınkaya gibi büyük barajların yapılmasının trend olduğu yıllardı. Sonraki yıllarda bu tür barajların, yapıldığı bölgenin iklimini olumsuz yönde etkiledikleri ortaya çıktı ama artık geriye dönüşü yoktu. Özellikle karasal iklime sahip bölgelerin ikliminde gözle görülür bir yumuşama olmuş ve bu etki her geçen gün artıyordu. Doğal olarak o Bölgelerin doğal yaşamı da büyük ölçüde değişiyordu. Bu nedenlerle Dünyada uzunca bir zamandır büyük barajların yapımından vazgeçilmiş, daha küçük ölçekte barajlara yönelinmiştir.
İnsanlık tarihi buna benzer birçok örnekle doludur. Sulak alüvyonal bölgelerde yerleşen ilk uygarlıkların, depremlerde yaşadıkları acı tecrübeler sonrası, kayalık, sert zeminli bölgelere çekilmesi çarpıcı bir örnektir. Doğa olayları bir bakıma insanı eğitip doğruyu bulmasına da yardım eder. Bir dönem doğru kabul edilenin, bir süre sonra yanlışlığı ortaya çıkar. Uygarlık böyle gelişir. Aynı işlemi yapıp farklı sonuç beklenemeyeceği için aynı yanlışlar tekrar edilmez. Edilmemesi gerekir. Anlayan için değil, insan olan için tabiî ki ! Anlayıp da çıkarı elvermeyenlerin karar verici oldukları koşullarda, geriye kalan tek çözüm karar vericileri değiştirmektir.
Ama gel gör ki; hidroelektrik santral diyorsun, sermaye küçücük dereleri talan ediyor. Rüzgar enerjisine yönelelim diyorsunuz, gidip yerleşim yerinin dibine kuruyorlar sistemi! Mevzuat hak getire! Kardeşim bir baksana uygar ülkelerde nasıl yapılıyor bu işler. Bilmez mi! İşine gelmez! Al sana yeni bir mücadele alanı! Hiç mi düzgün bir işimiz olmayacak! Rüzgar dediğimize pişman edecekler neredeyse!
Uzun yıllardır verilen mücadelelere karşın, birçok bölgede HES yapımları hukuksuz bir biçimde sürüyor. Neyse ki en sonunda Antik Likya’nın Alakır Vadisi için Danıştay’dan karar çıktı. Alakır Nehri üzerinde dördü faaliyette sekiz HES projesi bulunuyor. Danıştay 14. Dairesi, 15 Nisan günü “1. Derece Doğal Sit Alanı” olduğu için Alakır üzerinde HES yapılamayacağına hükmetti. Bu karar Vadide faaliyette olan tüm HES’ler için de bağlayıcı nitelikte. Uygulamayı bekleyip göreceğiz.
Yolunuz düştüğünde HES kurulan o güzelim Karadeniz Derelerine bir bakın. Artık betonla daraltılan dar kanallar içinden akıyormuş gibiler. Hiç birinde; bırakın insanına coşku veren, destanlara konu olmuş, çocukluk anılarının, yaşam sevgilerinin, aşklarının kaynağı eski haşmetli akışlarını, yakın bir gelecekte suyu görmek mümkün olmayacak! Geride kalanları kurtarmak için mücadele etmekten başka çıkar yol yok. Alakır Nehri’nin özgür akacak suyu, sadece Antik Likya ovalarına ve oradan da Akdeniz’e akmayacak, tüm derelerimize ulaşacak elbette!
Nazım Usta’dan:
Kör değilseniz eğer
görürsünüz ki,
Şu toprak yüzlü rençper,
Kafkas’tan arta kalan
kalbur göğüslü oğlu,
Kel başlarında mültezimin
tırnakları oyulu,
kızıyla,
karısıyla,
kağnısıyla
Son karış toprağına sarılmak,
Ölse de burada onlarla ölmek,
burada
onlarla
gömülmek
istiyor.
(Şİ/HK)