Başbakan'ın Şili'deki "cool" tavrından eser taşımayan 1 Haziran tarihli grup toplantısındaki konuşması, rotanın iç siyaset olduğunu gösteren hayli sert ve ağır bir konuşmaydı.
Alkışların başbakanı sürekli vites büyütmeye sevk ettiği, başbakan sertleştikçe alkışların artarak yükseldiği toplantıda, İsrail'e söylenebilecek en ağır sözler sarf edildi. Uluslararası ilişkilerden çok bireysel hasımlıkların jargonunda yer alan katil, haydut, eşkıya, alçak, terörist gibi kavramlar havada uçuştu.
Bülent Arınç'ın beklentileri boşa çıkarmayarak gözyaşlarına (yine) özgürlük tanıdığı konuşmada, Başbakan İsrail'i ahlaki açıdan aşağıladı adeta. Bütün konuşma süresince Erdoğan, İsrail'e sayısız hakaret ve ithamda bulunduğu gibi bugüne kadar hiçbir başbakanın cesaret edemediği ve muhtemelen bundan sonra da kimsenin cüret edemeyeceği kadar yukarı taşıdı sertlik çıtasını. Esip gürleme konusuna ne kadar iyi ve taklit edilemez olduğunu bir kez daha gösterdiği bu konuşmasıyla özellikle ülke içinde birikmiş olan öfkeye tercüman olduğunu söylemek yanlış olmaz. .
Ancak ne konuşma üslubundaki sertlik, ne de ses tonundaki yükseklik "İsrail'e karşı anlamı olan bir yaptırım uygulayacak durumda olmadığımız gerçeğini" gizleyemedi. Hatta konuşmanın sertliğinin nedeni, elimizden başka bir şeyin gelmemesiydi (galiba).
İsrail büyükelçimizi geri çağırmak, planlanmış üç tatbikatı iptal etmek ve genç milliler seviyesindeki maçı oynamamak şeklinde deklere edildi şimdiye kadar yapılanlar.
Hatırlayın, koltuk krizinde de geri çağırmıştık büyükelçimizi. Ne zaman yeniden başladığını bilmiyorum ama biz "one minute" krizinde de tatbikatları ertelemiştik. Yani neredeyse hiçbir anlamı yok bunların.
Elbette savaş ilanı ya da silahlı bir çatışma beklemiyor ve bunun iki nedenle büyük hata olacağını biliyorum.
İlki şu anda yeryüzünde İsrail'e sıcak bakan hiçbir ülke kalmamışken ve bu ülke yalnızlaşmaya doğru pupa yelken yol almaktayken ortaya çıkacak bir çatışma ortamı her şeyi berbat edecektir.
İkincisi, kimse kusura bakmasın ama bizde sıfır olduğunu bütün dünyanın bildiği nükleer silah kapasitesi konusunda, İsrail'in sahip olduklarının envanterini tutmaya kimsenin gücü yetmez. Dünyanın kaçıncı büyük ordusuna sahip olursanız olun, silah teknolojiniz ve savaş araçlarınız/makineleriniz başkalarına, hele ki çatışmayı planladığınıza bağlıysa, asker sayınızın çokluğu, kaybınızın çok olacağı anlamına gelir. Yani şu anda karasularımızda İsrail'e ait kaç denizaltının olduğu bilgisinden dahi yoksunsak, hatta bir adım ileri gidip bu bilgiye sahip olsak bile bilginin işimize yaraması söz konusu değilse, savaş çığırtkanlığının mantıklı olmadığını bilmemiz gerekiyor. Ayrıca ve öte yandan İsrail'in sabah bir ucundan girip akşam diğer ucundan çıkabilecek durumda olsak bile savaş hiçbir şart altında mantıklı bir seçim değildir.
Başka seçeneklerimizin olduğunu ve yapılabileceklerin şu ana kadar yapılanlarla sınırlı olmadığını biliyorum. Gerçek anlamda herhangi bir yaptırımın söz konusu edilmemesinin birçok nedeninden biri de, iktidarın olayı iç politika malzemesine dönüştürmesidir. "Öldürmeyi iyi bildiklerini yüzlerine karşı söylediğimiz İsrailli yöneticiler cinayeti ne denli iyi bildiklerini bir kez daha gösterdiler" cümlesiyle "one minute"e atıf yapılırken, konuşmanın bir şekilde Anayasa referandumuna kadar gitmesi pusulanın yönünü göstermektedir.
Bu yüzden içinde hiçbir yaptırım bulunmayan "sabrımızı zorlamayın bedeli ağır olur" söylemi, sadece iç politikaya yönelik gaz/göz alıcı bir tavırdan öte değildir.
Yine İsrail büyükelçisini, bütün dünyanın alkışları arasında, "persona non grata" (istenmeyen adam) ilan edip ülkesine gönderme seçeneği üzerinde durulmuyor olması izaha muhtaçtır.
Savunma bakanımız, "Heron'ların (İsrail'den alacak olduğumuz insansız uçaklar) tesliminde sorun yok" açıklaması yaparak, başbakanın grup konuşmasında gürlese de yağmayacağını peşin peşin ilan etmeseydi, her yıl milyarlarca dolar para ödediğimiz silah anlaşmalarının iptal edileceği tehdidi savrulabilir, hatta bu yapılabilirdi.
Galiba ne anlaşmaların iptali söz konusu, ne büyükelçinin gönderilmesi ne de silah ve diğer ticaretlerin durdurulması. İç piyasanın gazını almaya yönelik dozu yüksek söylemlerle süreç devam edecek. Bu arada İsrail'in gemileri ve aktivistleri serbest bırakması başarı gibi gösterilerek, bu gelişme İsrail'in geri adım atması olarak pazarlanacak gibi görünüyor. Oysa uluslararası alanda başka türlü hareket etme ihtimali sıfır İsrail'in. Dünya ayağa kalkmışken gemileri de, gönüllüleri de bırakmaktan başka seçeneği yok. Kendi iç kamuoyuna da gönüllüleri sınırdışı etme, yani ülkeden kovma başarısı şeklinde aktaracaklardır.
Ancak sadece bunları yapmak İsrail'i içine girdiği açmazdan kurtarmaya yetmeyeceğinden, Gazze'ye uyguladığı ablukayı da kaldırması gerekebilecektir. Bunun dışındaki hiçbir seçenek, tazminat ödenmesi ya da koltuk krizinde olduğu gibi özür dilemiş gibi yapması da sorunu çözmeyecektir.
Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılması, Akdeniz'in dibine gönderilen ülke prestijimizi bir nebze olsun kurtarabilecek tek gelişmedir. Gerisi lafı güzaftır. (FA/TK)